Kansas City Federal Rezerv Bankası'nın ev sahipliğinde, neredeyse yarım asırdır dünyanın önde gelen merkez bankalarının üst yönetimlerini, tanınmış ekonomistleri, bankacıları ve finans alanında isim yapmış gazetecileri bir araya getiren Jackson Hole toplantıları, 1970'li yıllarda söz konusu toplantı birkaç değişik şehirde ve kasabada yapıldıktan sonra, 1981'de bugünkü nihai adresine kavuşunca bu isimle anılır hale gelmiş. Neden Jackson Hole? Çünkü, kasabadaki gölde balık avlamaktan hoşlanan FED'in o zamanki başkanı Paul Volcker bu kasabada devam etmesini arzu etmiş. Büyük Teton Ulusal Parkı'na Rockefeller ailesinin bir üyesinin (şaşırdınız mı) bağışladığı Avrupai şıklıktaki bu otelde, her yıl yüzü aşan önemli bir isim bir araya geliyorlar.
1984'de de Jackson Hole'un tartışma başlığı 'enflasyon'muş. Son 40 yıldır, dünyanın önde gelen merkez bankacıları, ekonomistleri bir türlü önü alınamayan 'fiyat istikrarsızlığı'nı, bu yapısal sorunun neticesi olan enflasyonu, yani fiyatlardaki uzun soluklu şişkinliğin nedenini sıklıkla tartışmayı sürdürüyorlar. Çünkü, fiyat istikrarı salt arz-talep dengesizliğiyle açıklanabilecek; salt para politikası tedbirleri ile çözülebilecek bir konu değil. Sadece küresel ölçekte değil, her önde gelen ekonominin enflasyon sorununun altı katmanlarında farklı enflasyon türlerinin kümülatif etkisi, farklı yapısal sorunların grift yapısı söz konusu. Bu nedenle, enflasyonla mücadele para, maliye ve hükümetlerin direkt kontrol politikaları üçlüsüyle ancak baş edilebilecek bir sorun.
Ne 1980'li, 90'lı yılların enflasyonist ortamı ile, 2020'den bu yana süregelen küresel enflasyonist sürecin, ne de 30-40 yıl öncesinin enflasyonla mücadele ortamı ile bugünkü enflasyonla mücadele ortamının birbiriyle alakası var. 40 yıl öncesi, bugün içinde bulunduğumuz küresel ekonomi- politik tablonun, küresel sistemdeki sancıların ve derinleşen jeopolitik çatışmanın esamesi bile yoktu. Bugün önde gelen merkez bankaları 'ateşten gömlek' giydikleri bir tablo ile karşı karşıyalar. Çünkü, para politikasının etkinliği noktasında 40 yıl önceki tablonun çok uzağındayız. Yetmezmiş gibi, aşırı dijitalleşmiş bir küresel finans sisteminde, merkez bankaları tüm sisteme hakimiyet konusunda da artık çok gerideler.
Bu nedenle, küresel düzen yeniden yapılanma sancıları yaşarken, Küresel Kuzey ile Küresel Güney ülkeleri arasında, Atlantik ile Asya-Pasifik arasında 'sıklet merkezi' rekabeti derinleşirken, jeopolitik gerginlikler 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez 'geniş coğrafyalar'a yayılma riski taşırken, küresel emtia piyasaları, hammadde, enerji ve kıymetli maden fiyatları tüm bu jeopolitik çatışmadan derinlemesine etkilenirken, 'fiyat istikrarı'nı ortodoks metotlarla sağlayabilmek, alışılmış metotlarla gerçekleştirebilmek ne ölçüde mümkün? Önde gelen merkez bankaları para politikasının itibar algısını bundan sonra nasıl yönetecekler? Jeopolitik gerginliklerin önde gelen ekonomiler üzerindeki 'belirsizlik etkisi' faiz indirimleriyle mi, yoksa parasal genişlemeyle mi telafi edilmeli? Tüm küresel ekonomi medyası heyecanla yüzü aşan uzman ve ekonomistin ne tür mesajlar vereceklerine odaklanacak. Altın da bu mesajlardan sonra üç bin dolara doğru yürüyüşünü sürdürür mü? Birlikte göreceğiz.