İnsanlar hastalıktan korkar. Ölümden de. Akıbetini bilmiyor zira. Ölümden sonra nasıl bir hayat bekliyor. Bilemiyorlar. Hesap, mizan, zorgu, sual ve devamı... Hali ne olacak? Kimsenin garantisi yok elbette.
İnanmayan için iş daha zor. Zira ona göre hayat sadece bu hayat. Yaşayabildiğini yaşa. Uzun ve kaliteli yaşa, nasılsa bir dahası yok. Ne hesap, ne sorgu, ne sual, ne cennet, ne rıza, ne cehennem. İnanmayanın bir beklentisi de yok. İşi hakikaten zor.
İnanan ise farklı. Zira ona göre bu dünya bir imtihan vesilesi ve geçici bir mekan. Buradaki her iyi veya kötü ahirette önüne konacak. Ahirette zor bir sınav var. O sınavı aşarsa yaratıcısıyla buluşacak. Peygamberlerle, aile fertleriyle, büyükleriyle bir araya gelecek. Nimet ve cennet aleminde ise -hak ederse şayet- kavga yok, hastalık yok, bela yok, musibet yok, ibadet yok, haram yok, sorumluluk yok, yok yok!
Onu için, "Dünya Müslümanın zindanı, kafirin cennetidir" denmiştir.
Yani ahirette Rabbini gören bir mümin için dünya zindanmış gibi görünecek. İnkarcı ise ahiretteki harap halini görünce, dünya hayatı ona cennetmiş gibi görünecek.
Müslümanın hastalığı günahlarına kefarettir. Günahlarının affına vesiledir. Sıhhati bir nimettir.
Allah'ın lütfudur. Müslümanın ani ölümü bir hediyedir. Sıkıntı çekmediği için hastalanarak, çekerek vefatı ise tövbeye vesiledir. Bulaşıcı hastalık gibi bir halle vefat ederse şehitlerin sevaplarından bir kısmını kazanır.
Göçükte ölen, yanarak ölen, boğularak ölen, doğum yaparken ölen şehittir.
Şehitlerin nimetlerinden yararlanır.
Kısaca müminin her hali güzeldir.
İnanıyorsa. Kalbi mutmain ise, akıbeti ne olursa olsun o, Rabbine teslim olmuştur. Teslim olmayanlar ne yapabilir ki! Bütün kainat Allah'a isyan etse ne olur! Ne yapabilirler?
Boş, avuntudan başka.
Her birimiz günü, zamanı, saati gelince bu dünyaya veda edeceğiz.
İstesek de, istemesek de. Hoşumuza gitse de, gitmese de.
Kısacası günün birinde yolcu olacağız.
Bundan dolayı telaşa, korkuya gerek yok. Allah tümünüze uzun ve hayırlı ömür versin. Ya çok yaşlılıktan, ya hastalıktan, ya kazadan veya şu bu vesileyle gideceğiz.
Allah imanla, samimiyetle, vicdanla, dürüstlükle, fedakarlıkla dolu bir hayat nasip etsin. Önemli olan budur.
Günümüze gelince; merak etmeyin.
Bu hastalığın da inşallah tedavisi bulunacak. Birkaç ay sonra bu günler geride kalacak.
Herkes de dersini almış olacak inşallah.
Bu zaman diliminden sonra güzel bir dünya olsun inşallah.
Tedbirlerimizi alıyoruz. Daha da alalım. Hz. Peygamberimizin "Taun (bulaşıcı hastalık) sürecinde 'evinde oturana' şehit sevabı vardır" ikazını unutmayalım.
Duamızı da ihmal etmeyin. Yüce Rahman'ın isimleriyle ona yalvaralım.
Dini Allah'a hoş kılalım. Bilin ki, duaların gayesi Allah'a sesimizi duyurmakta çok, kendimize sesimizi duyurmaktır.
Nefsimize çeki düzen vermektir. Dünya bu vesile ile Rabbini bir daha hatırladı. Dünyanın her tarafından yükselen dualar, ezanlar, çan sesleri, yalvarışlar...
Müslümanlarla beraber secde eden gayri müslimler muktedir gücün farkına vardılar.
Meşhur bir sözdür; "Başına sıkıntı ve belalar gelmeye başlarsa -senin göğsünü yarmadık mı- demeye başla." Yani İnşirah Suresi'ni oku. Siz de Allah'ın ayetleriyle O'na sığının. İmanınızı tazeleyin. Ve unutmayın: Bu da geçer. Bu da geçer ya hû!
İyilik gizli mi kalmalı?
"Sağ elin verdiğini sol el görmemeli" sözü geleneğimizde önemli yer tutar. Aslı bir hadis olan bu söz her şart için uygulanmalı mı? Dilerseniz Kuran-ı Kerim'e bakalım. Kuran gizli veya aleni yapılması için ne diyor, hangisini uygun görüyor?
"Sadakaları açık olarak verirseniz, bu ne güzel! Şayet onu yoksullara verirken gizlerseniz, bu sizin için daha da hayırlıdır. Ve sizin bir kısım günahlarınızı düşürür. Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (Bakara, 271) Bu ayeti kerimeyi değerlendiren alimler ihtiyaç sahiplerine verilen yardımın açık ve aleni yapılmasında bir sakınca olmadığını söylerler. Ancak bu eylemin gizli olarak yapılmasının daha da iyi olduğunu da bu ayetten çıkarmışlardır. Bazı tefsirciler şöyle derler: Nafile türünde sadakalar gizli, zekat türünden sadakalar ise aleni yapılmalıdır.
Zekatın aleni yapılması dedikodu ve boş konuşan insanlara fırsat vermemek için tercih edilir. İnsanların zengin olan bazı kişiler hakkında suizanda bulundukları biliniyor.
Bu nedenle de zekat gibi farz ibadeti aleni yapmaları dedikodulara engel olabilir.
Sadaka veya zekatın aleni olması durumunda teşvik etmek niyeti de vardır. Niyet burada önemli yer tutar.
Yine burada yardım edilen kişinin rencide olmaması da öngörülmelidir. Bütün bunlar ise neticede birer yorumdur.
Zira ayeti kerimede sadaka ve iyiliğin hem açık ve hem de gizli yapılabileceği kayıt altına alınmıştır.
Başka bir ayette şöyle deniliyor: "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak hayra harcayanlar için Rableri katında sevapları vardır. Onlar için ne korku olacak ne de üzüleceklerdir." (Bakara, 274) Bu ayet de sadaka ve bağışların gizli ve açık yapılabileceğini gösteriyor.
Zeynelabidin'in Medine halkının kapısına erzakları gizlice koyduğunu biliyoruz. (İbn Kesir, Bidaye)
Hz. Ali bazen açık sadaka verirdi, bazen de gizli. Hz. peygamber Medine mescidinde minbere çıkıp halkı aleni olarak devlet için -ordu için- yardıma çağırırdı. Hz. Osman yüzlerce deve bağışladığını mescidde ilan etti. Bu da yardım, sadaka ve bağışın aleni istenebileceğini ve aleni verilebileceğini gösteriyor.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hem müellefe-i Kulub'a ve hem de ganimeti hak edelere bağışları aleni yaptığını görebiliyoruz.
Demek ki hem Kuran ayetlerinden ve hem de uygulamalardan her türlü iyilik, sadaka, bağış ve hayrın hem aleni ve hem de gizli yapılabileceğini görüyoruz. Burada niyet çok önemli. Gösteriş olmamalı. Gönülden, temiz niyet olmalıdır. Allah'a ulaşan kesilen kurbanın kanı ve eti değildir. (Hacc, 37) Allah'a ulaşan takva, samimiyet ve ihlastır.
Evde bekleyene büyük sevap
Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Taun (bulaşıcı hastalık) vuku bulduğunda, Allah'a inanarak, O'nun takdirini hiçbir şeyin aşamayacağını bilerek ve karşılığını Allah'tan bekleyerek evde bekleyen kimseye şehit sevabının benzeri verilir." (Ahmed, müsned)
***
Hadisteki "evde bekleyen" cümlesi ile bu tür hastalıkların yayılmasını engellemede önemli olan noktaya işaret edilmiş oluyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) yıllar öncesinden 'izole etmeye, evde kalmaya' teşvik ediyor. Zaman ilerledikçe hem Kur'an ayetlerinin ve hem de Hz. Resulullah'ın sözleri daha iyi anlaşılacaktır.
Evdeyken fırsat bil!
Bu günlerde hastalıktan korumak ve korunmak için evdeyiz. Bunu fırsat bilmek lazım. Bir dizi öneride bulunayım bugünler için:
Her gün Kur'an-ı Kerimden 1-2 sahife okuyun. Meali ve tefsiriyle beraber.
Her gün Hz. Peygamberin hadislerinden birini ezberleyin.
Her gün sahabe efendilerimizden birinin hayatını okuyun.
Geçmişinizi gözden geçirin.
Ailece daha çok bir araya gelip sohbet edin.
Çocuklarınızı daha çok dinleyin.
Evde eşinize yemek yapımında yardımcı olur.
Evde itikaf yapın.
Kılmadığınız namazları kaza edin.
Ahirette de yalnız kalabileceğinizi düşünün.
Hayat önemli ve güzel. Ama ahiret ve cennet daha güzel ve kalıcı. Dünya sonlu. Ahiret sonsuz.
Buğuna kadar yaptıklarınızı, iyilik ve kötülüklerinizi gözden geçirin. Kendinizle hesaplaşın.
Yarın tövbe fırsatı bulamayabilirsiniz. Fırsat şimdi var.
Koronavirüsü hayatımıza nasıl aniden girdiyse, beklemediğiniz nice şey hayatınıza aniden gelebilir. Girebilir. Yerleşebilir.
Elimizden geldiği kadar iyilik yapın. Açgözlü olmamak lazım. Açgözlü fırsatçılara da müsaade etmeyin.