Çarşamba günü, bizim gazetenin iç sayfalarında sadece üç sütunluk bir haberdi. Kulaklıkla müzik dinlemek yayaların hayatını ciddi şekilde tehdit ediyormuş. İstatistikler, yayaların başına gelen trafik kazalarının büyük çoğunluğunun kulaklıktan kaynaklandığını ortaya koyuyormuş.
İnsanlar kendi tercihleriyle, hayati önemdeki beş duyu organından birini iptal ediyormuş.
Ne zamandır yazacaktım, elim varmıyordu. Bu haber vesile oldu. Gençler kulaklık müptelası haline geldi.
MP3'lerin, iPod'ların küçük birer teknoloji harikası haline geldiği, gençlerin koca albüm almak yerine internetten sevdikleri şarkıyı indirmenin cazibesine kapıldığı şu günlerde bu müzik düşkünlüğü kulaklıklar sayesinde evlerden sokaklara taşındı. Ayrıca yeni çağın cep telefonları 20 bin şarkıyı depolamaya izin veriyor... 20 bin şarkı... Peki bu kadar şarkıyı dinleyecek zamanımız ve enerjimiz var mı? Tabii ki yok. Ama gençler deli gibi şarkı indiriyorlar. Adeta dört yıldızlı otelin açık büfesine üşüşen ve yiyeceğinden çok daha fazlasını tabaklarına doldurup sonra yarısını çöpe döken açgözlü turistler gibi...
ŞEHRİN SESİNE FİLTRE
Aslında kulaklık modasının sadece 'müzik açlığından' kaynaklandığını da düşünmüyorum.
Bence yeni çağın gençliği sokağın seslerinden rahatsız. Onu örtmek için kulaklarında diledikleri sesi yaratmaya meyilliler. Aslında şehrin hepimizi usandıran o kaotik ve kakafonik ortamı düşünüldüğünde pek de haksız sayılmazlar. Ama deniz kenarında koşarken de kulaklık takıyorlar. Dalga ve martı sesini umursamadan... Ya da ormanda sevgilisiyle elele dolaşan kız da kulaklığını çıkartmıyor. Ağaçlardaki kuşların aşk melodilerini dinlemeyi hiç aklına getirmeden. Veya... Hepsinden önemlisi... Freni boşalan kamyonun arkadan çaldığı kornayı duymadan...