"Geçen cumartesi sabahı Mısır Çarşısı'nın yanındaki çiçek pazarından çiçek, toprak ve saksılar alarak hafta sonuna başlamıştım...
Eve gelip çiçekleri diktim ki...
Günün gidişi bir anda değişti.
Bir bebek iki gün boyunca yaşamla ölüm arasında gitti geldi.
Gece onun için dua ettim, sabah onun için el kadar giysiler alıp hastaneye koştum.
Ama o kadarla kalmadı.
Evine sadece bir kez bilgisayarıyla ilgili bir problemini çözmek için evine gittiğim çok yaşlı birinin ölüm haberini aldım.
Kimsesi yokmuş...
Komşular polis çağırıp kapıyı açtırmışlar, masasındaki kağıt parçasında telefon numaramı görünce beni aramışlar.
Koşup gittim.
O kadar ağladım ki, beni yakını sandılar."
***
Bu satırlar bir okurumun 2001 yılında gönderdiği mektuptan...
Son haftalarda çekmecelerimi karıştırıyorum, neler neler çıkıyor.
Mektubun çarpıcı yanı
"yakınlık" duygumuzu, hatta "
kim gerçekten yakınımızdır?" sorusunu sertleşmeden,
iddialaşmadan tatlı tatlı sorguluyor
olması...
Öyle ya, birilerinden "yakınız" ya da "yakındık" diye söz ederiz ya hani...
Nasıl?
Neden?
Dahası...
O mu bize yakındı, yoksa biz mi ona yakındık? (Bakın bu soru
insanı ürpertir aslında.)
Mektuba devam edelim mi?
***
"O yaşlı adama çok ağladım, kimsesizliği bana dokunmuştu.
Oysa hocalar yetiştirmiş, son gününe kadar üretken bir eğitimciydi.
Ertesi gün bir yakınına ulaştılar da, cenazesini kaldırabildiler.
İlginç olan ne biliyor musunuz, o bebek için çok endişelenmiştim ama annesiyle pek yakın sayılmazdık.
Peki nedir yakınlık duymak?
Biliyor musunuz, ben tam bilemiyorum.
Çünkü benimle olduğunu sandığım, benimle olmasını istediklerim artık benimle birlikte değil.
Çocukken beş taş oynardık hani...
Taşları havaya fırlatır, sonra yere düştüklerinde onları birer, ikişer toplardık.
Yakınım diye bildiğim insanları öyle havaya fırlattım, dağıldılar.
İçlerinde huyu suyu bambaşka kardeşlerim, arkadaşlarım, ömrümce sevdiğim adam da vardı.
Yere düştüklerinde yakınlıklarına baktım, hangilerini toplamak istediğime...
Ertesi gün camiye gittim.
Cenazeye...
Bana başsağlığı dilemeye gelenler oldu.
Baktım ki, hayatım da öyle...
Gerçekte benim olmayan sevinçler için gülmüş, benim olmayan üzüntüler için ağlamışım."