Salgın yüzünden elli beş yıllık arkadaşımla bozuştum.
Telefon etti, "yarın size geleceğiz" dedi.
"Nasıl geliyorsun, hafta sonu sokağa çıkma yasağı var" dedim.
"Benim iznim var" dedi.
"Oğlum sen yetmiş iki yaşında, torun torba sahibi adamsın... Zaten hepi topu günde üç saat 'hava alma' hakkın var, ne izni" dedim.
"Ben her yere girip çıkıyorum" dedi.
"İyi, sen her yere gir çık, virüs de sana girsin ama çıkmaz" dedim.
"Ne yani biz mikrop mu saçıyoruz" dedi.
"Saçabilirsin de saçtığının farkında olmazsın" dedim.
Bize gelmeden önce bir yere daha uğrayacaklarmış...
"Ya oradan alıp buraya getirirsen..." dedim.
"Bir şey olmaz" dedi.
"Kusura bakma, bu durumda sizi eve sokamam" dedim.
"Bahçede otururuz" dedi.
"Ağustos ayında değiliz, şubat ayındayız" dedim.
"Bir şey olmaz" dedi.
"Lan oğlum, ölüm tehlikesi var" dedim.
"Ölümden öte köy var mı" dedi.
"Tık diye gideceğimi bilsem aldırmayacağım ama bu çok eziyetli, pis bir ölüm" dedim.
"Nasıl olsa bir şekilde ölecek değil miyiz" dedi.
"Ama senin elinden olmasın bari" dedim, sonra ekledim: "Ben de çok özledim, hayırlısıyla şu salgın geçsin de görüşelim..." Çünkü "bir mânimiz vardı" işte...
Eskiden sorarlardı, "bir mâniniz yoksa"...
Artık sormuyorlar...
"Korkak pezevenk" dedi, küfür etti kapattı.
***
Arkadaşım kasap çırağı değil, Galatasaray mezunu.