Şelale Kadak bacımız "TÜSİAD'a başkan bulmak niye bu kadar zor?" diye sormuş...
Bu örgüt, büyük sermayenin tek ve tartışmasız sözcüsü olmaktan çıktı, birbirini yiyen "grupların" hesaplaşma platformu haline geldi de ondan.
İlk on yılını anlatan iki kitap yayınlamışlar, bir de yemek düzenleyip tanıtmışlar, büyük şirketlerden ve gazetelerin ekonomi servislerinden elli kişiden fazlasının okumayacağı bu kitaplara basın elbette "reklamverenle iyi geçinmek" kaygısıyla bolca yer verecek, onlara "best-seller muamelesi" yapacaktır.
Anlatılan TÜSİAD'ın "folklorudur", 1979 yılında nasıl ilan kampanyası yaptırmışlar da Ecevit hükümetini düşürmüşler falan... (O sıralarda kampanyayı hazırlayan Manajans'ta bulunuyordum, metinleri rahmetli Ege Ernart "ajans dışından libero oynayarak" kaleme aldı, fakat manevi faturası da Manajans'ta çalışmak zorunda kalmış bazı eski solculara çıkarıldı!)
Bırakalım folklorunu gençler araştırsınlar. TÜSİAD, eski havasını yitirdi.
Bunda, iyice palazlanan belli bir grubun, açık söyleyelim Aydın Doğan grubunun ona el koymak sevdası da rol oynadı. Kapalı kapılar ardında kavgalar çıktı, bazı sermaye sahipleri ayrılmaya kalktılar ( "En Hakiki Öz TÜSİAD" adında başka bir örgüt mü kuracaklardı acaba?), Sabancı grubunun sözcüleri tarafından "hele durun, az bekleyin, dışarıya renk vermeyelim" diye yatıştırıldılar.
Aslında bu örgüt hiçbir zaman büyük sermayenin ortak sözcüsü olamadı, o amaçla yola çıktı ama hep birtakım grupların "eline geçti", bir dönem Koç, bir dönem Sabancı, bir dönem Doğan, falan...
Çivisi de böyle böyle çıktı.
Çünkü bir yandan da büyük sermaye "İstanbul" ağırlıklı "homojen" yapısını elden kaçırmıştı.
Artık "tek yumruk" olamıyordu. (Bugün benzer bir kampanya düzenleyip hükümeti düşürmeye kalksınlar, bakalım kaç babayiğit imza verir?) Anadolu kaplanları gelmişlerdi...
İstanbul ile Anadolu arasında Osmanlı tarihi boyunca varolmuş çelişki artık buraya da yansıyor, 1979 yılında adam yerine konulup da kampanyalarda fikri bile sorulmayan Anadolu sermayesi artık kendi örgütünü kuruyor (MÜSİAD), İstanbul'u "takmıyordu" ... Bunların işyerlerinin ille Anadolu'da bulunması da şart değildi, kaplanlar İstanbul'a fiilen girmişlerdi bile.
Genç işadamları ve CEO'lar da artık TÜSİAD'dan yüz çevirmeye başlamışlardı.
Yeni nesil ayrıca "mason olmayan" bir nesildi ve bunun da TÜSİAD'ı zorlayacağı belliydi! Bu örgüt, bugün Avrupa Birliği'ni istiyor ama demokrasiye pek fazla sahip çıkamıyor. Yani, kendi bindiği dalı kesiyor. "Paralar gelsin" demekten ötesini bilmiyor gibi bir havası var.
Ne iktidara, ne bürokrasiye karşı çok güçlü olduğu söylenebilir... Bu da bizzat "sermaye kavramının" utancı olsa gerek.
Herhalde bizlerin "siz ne biçim sermaye sınıfısınız yahu"
eleştirisinin de etkisiyle anayasa taslağı hazırlamaya kalkıyor, şişi de kebabı da yakmamaya çalışıyor, hem hükümete hem de yüksek bürokrasiye şirin görünme çabasına giriyor, iki tarafı da idare etmek istiyor, höt denilince de pısıp oturuyor.
Gene de yatıp kalkıp dua etsin, karşısında son derece sessiz ve pısırık bir işçi sınıfı var.
"Sermaye kendi kafasına göre anayasa hazırlıyor, işçi sendikaları neredeler?" diye soruyoruz, bir de bakıyoruz onlar 1 Mayıs'ta Taksim'de tepişip polisten dayak yemek gibi kolay kahramanlıklar peşindeler.
Bu örgüte başkan bulmak zor değil yahu, krizde en çok kim ağlıyorsa onu yapıverin gitsin!