Artık en cahil vatandaşın bile öğrendiği gibi, Çanakkale muharebeleri, kurtuluş savaşımızın bir parçası değildir.
Bir kere, arada beş yıllık bir zaman farkı vardır!
Çanakkale çarpışmaları, 1915 yılı içinde başlamış ve bitmiştir. 1916, 1917 ve 1918 yıllarında Çanakkale'de tek kurşun bile atılmamıştır. Kendilerini bu konularda yazı yazmaya yeterli ve yetkili sanan bazı cahiller, orada dört yıl boyunca durup dinlenmeden hababam savaşıldığını sanırlar.
Düşmanlarımız durup dururken Çanakkale'ye saldırmadılar.
Dünya savaşına biz kendi isteğimizle girmiş (daha doğrusu Enver'in isteğiyle), girmek için kaşınmış, tepinmiş, ilk kurşunu da biz atmıştık, Osmanlı bahriye üniforması giydirilmiş Alman askerleri, yani anlı şanlı Yavuz zırhlısı marifetiyle!
Alman komutanlı, Alman mürettebatlı Goeben zırhlısı birdenbire "şanlı" oluvermişti... İthal malıydı yani!
Düşmanın eli de herhalde armut toplamayacaktı...
Çanakkale, hani cumhuriyetçilerin pek nefret ettikleri Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşı, kahramanlık, elbette Türk ordusunun ama Osmanlı üniformalı Türk ordusunundur.
"Emperyalist" bir kapışmada bizim tarafın emperyalistlerinin karşı tarafın emperyalistlerine direnişidir. Çanakkale'de Alman komutanları, subayları ve Alman askerleri de dövüşmüşlerdir. Biz onları hep yok sayarız.
Fakat Çanakkale'ye cumhuriyet rejimi tarafından sahip çıkılmış, kurtuluş savaşımızla hiçbir ilgisi olmayan bu tarih yaprağı, "cumhuriyet mitolojisine" dahil edilmiştir. Çünkü orada Atatürk vardır.
Eh, 1915 yılında olup biten diğer bazı olaylar yeterince yüz kızartıcıydı herhalde...
Çanakkale, adı üstünde "Çanakkale müdafaası", yani bir savunmadır.
Niçin, bir savunma savaşına sahip çıkılmıştır da, bir saldırı, hem de başarılı bir saldırı yok sayılmıştır?
Süveyş Kanalı'na iki kere saldırdık, iki kere gerisin geri döndük, Galiçya cephesinde pisi pisine şehit verdik, Irak cephesinde bir bozulduk bütün Mezopotamya gitti, Suriye cephesinde bir çözüldük taa Hatay'a kadar duramadık, hadi onları anladık, onların övünülecek yanları yok da... (Bunlar okullarda öğretilmezler de üstelik.)
Savaşın son aylarında Mürsel Paşa'nın Kafkasya'yı harmanlayıp Baku'ya girmesi niçin öğretilmez?
Ki paşa da 1934 yılında Baku soyadını almıştır, tıpkı İsmet'in de İnönü soyadını alması gibi...
Tövbe, paşa değildi o sıra, albaydı.
Ama Çanakkale'de Mustafa Kemal Bey de albaydı.
Biz ilk padişahlara da sahip çıkar, Osmanlı genişlemesi durduktan sonra gelen padişahları tu kaka ederiz.
Onlar zevk ve sefa düşkünüdürler, öncekiler ila maşallah ne kadına el sürmüşlerdir ne içkiye!
Tarihin işine gelen yanlarını kabul edip işine gelmeyen yanlarını reddetmek Türkiye Cumhuriyeti'ne özgü müdür?
Maşallah ne sağlam temeller bunlar yahu...
Sağlamsa niçin çatırdıyorlar? Örneğin, Deniz Baykal ve has adamı Kemal Kılıçdaroğlu, Ergenekon'a sahip çıkma gereğini niçin duymak zorunda kalıyorlar? Bu noktaya, kafamızı devekuşu gibi kumlara göme göme gelmedik mi?