En büyük dertleri Türkiye'de anayasa değişikliğiydi. Bunun sancısı 2013 yılında başladı.
Gezi olayları, 17 Aralık, terör saldırıları, FETÖ kumpasları, 15 Temmuz darbe girişimi hep 16 Nisan referandumuna gelinmesini önlemek içindi.
Ne yaptılarsa boşa çıktı.
16 Nisan'dan kaçamayacaklarını anladıklarında bu kez kirli olan gerçek yüzlerinin afişe olma pahasına, yıllardır öğünüp, dünyayı kandırdıkları demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü, hukuk gibi kavramları ayaklar altına aldılar.
Kendi sınırlarında Türkiye'deki anayasa değişikliği referandumu için hep bir ağızdan "hayır" kampanyası başlattılar.
Evet oyu veren Türkleri hedef gösterdiler, atlarla, köpeklerle saldırılar düzenlediler, sınır dışı etmeyi bile planladılar.
Türkiye'ye tehdit üstüne tehditler yağdırdılar.
Bakanlarımızı, milletvekillerimizi ülkelerine almadılar, girenleri sınır dışı ettiler.
Bu süreçte ilk olarak Kasım 2016'da Avrupa Parlamentosu olarak Türkiye ile müzakereleri dondurma kararı aldılar.
O yetmedi Mart 2017'de, referandumdan bir ay önce, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi olarak Türkiye'yi siyasi denetim sürecine tabi tutma gibi skandal bir karar daha aldılar.
16 Nisan'da sandıktan "evet" oyu çıktı. Gladyo anayasası gitti yerine Türk halkının seçtiği sivil bir anayasa geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu anayasa ile daha da güçlenecek diye büyük telaşa kapıldılar.
Referandum sonucunu yalanlarla manüpile etmeye kalktılar.
Ülkelerinde milletvekili olan ancak terör örgütü PKK'nın sözcülüğünü yapan kişileri, AGİT ve Avrupa Konseyi gözlemcisi sıfatıyla Türkiye'ye gönderdiler. Seçim sonuçlarıyla ilgili olumsuz raporlar hazırladılar.
Bir türlü kabullenemediler.
Önceleri Türkiye'yi terör örgütlerine destek veren bir ülkeymiş gibi lanse etmeye kalktılar.
Sonra Türkiye terörle mücadele ediyor diye korkuya kapıldılar, teröristleri koruma altına aldılar.
Türkiye'ye "terörle mücadeleyi bırak yoksa müzakereleri sonlandırırız" diye tehdit ettiler.
Kendi yaptıkları hukuksuzlukları, anti demokratik uygulamaları görmezden gelip, Türkiye'ye şantaj yaptılar.
Neticede ne biz terörle mücadeleyi bıraktık ne de onların istediği gibi gladyo anayasasına devam ettik.
Bu memleketin geleceği için doğru olan neyse Türk halkı onu seçti.
Geçen Perşembe günü, son 4 yıldır bu saldırıları gerçekleştirenlerin akıllarının hala 16 Nisan referandumunda takılı kaldığını gördük.
Avrupa Parlamentosu Türkiye raporunu oyladı, raporun içeriğinde Türkiye ile müzakerelerin durdurulması yönünde çağrı vardı. O skandal rapor 477 Avrupalı parlamenterin oyuyla kabul edildi.
Peki şimdi ne olacak?
AB Türkiye ile müzakereleri durdurabilecek mi, yani yıllardır yaptıkları tehdidi hayata geçirebilecekler mi?
Öyle kolay görünmüyor.
Daha 2 yıl önce bir yandan bize saldırırken diğer yandan Suriyeli mülteciler korkusuyla paniğe kapılıp, Türkiye'nin kapısını çalanlar, mülteci anlaşması karşılığında Türkiye'ye üyelik sürecinin hızlandırılması için yeni fasıllar açmayı, vizeleri kaldırmayı, yeter ki Avrupa'ya gelmesinler diye mültecilere harcanmak üzere Türkiye'ye 6 milyar Euro vermeyi taahhüt ettiler.
Türkiye sözünü tuttu, mülteci anlaşmasına uydu. Ancak onlar resmi evraklarda attıkları imzaların karşılığı olan taahhütlerin hiç birini yerine getirmedi.
Algı oluşturmak maksadıyla sık sık "müzakereleri dondurma, askıya alma" gibi kararlar çıkarıp, hiçbir bağlayıcılığı olmayan, resmiyette tavsiyeden öteye gitmeyen bu kararlarla hala Türkiye'yi dizayn etmeye çalışıyorlar.
İstedikleri tehdidi, şantajı yapmaya devam etsinler, aldıkları kararlar gibi o tehditlerin de bağlayıcı bir hükmü yok.
Eğer çok istiyorlarsa müzakereleri durdursunlar. Türkiye mi AB'ye, AB mi Türkiye'ye daha çok ihtiyaç duyuyormuş o zaman bu sorunun yanıtı da ortaya çıkmış olur.