Türkiye ile ABD arasında yaşanan krizin nedenleri üzerine hepimiz konuşuyor, yazıyor ve fikir yürütmeye çalışıyoruz. Kimse aslında meselenin ne olduğunu tam olarak ortaya koyamıyor, zira elimizdeki bilgi sınırlı. Muhtemelen krizin tek bir nedeni de yok zaten. Dolayısıyla herkes bir tarafından krizin nedenini mutlaka doğru tahmin etmiş oluyordur. Birlikte bu nedenleri madde madde toparlayalım. Bazılarını kendim de yazıp, yayınlarda dile getirdim. Listede mutlaka eksik vardır onu da siz okurken eklersiniz.
Kasım'daki ABD seçimleri
ABD'nin krizi tırmandıran taraf olması hasebiyle, Trump yönetiminin bu krizi iç siyasette kullanmak üzere büyüttüğünü düşünmek gerçekçi bir neden olabilir. Burada mesele üç temel üzerinde oturuyor.
Trump seçim öncesinde de ABD vatandaşlarının farklı ülkelerde tutuklu bulunmaları konusunu sürekli eleştirmiş ve kendisi seçilirse ABD vatandaşlarının ülkelerine geri dönmeleri için çalışacağı vaadini ortaya koymuştu. Nitekim göreve geldiğinden bu yana farklı ülkelerdeki ABD vatandaşlarının geri dönmesi için birçok kez girişimlerde bulundu.
Trump'ın Brunson'ı bahane ederek krizi büyütmesinin iç siyaset bağlamında ikinci nedeni olarak; Brunson'ın Evanjelik olması ve Trump seçmeninin önemli bir kısmının da Evanjelik olması gösterilebilir. Evanjeliklerin yüzde 80'i Trump'a oy verdiği ve 300 milyon nüfuslu ABD'de Evanjeliklerin nüfusunun 100 milyonu aştığı söyleniyor. Dolayısıyla Trump, seçimlerde bu kesimlerin desteğini almak için Brunson'ı önce sembolleştirdi, önemini artırdı, tüm ABD'nin öğrenmesini sağladı ve şimdi onu bir seçim malzemesi olarak kullanıyor. Başaramasa da çok sert mücadele ettiği için takdir toplayacaktır bu seçmen kitlesinde.
Bir seçim için on yıllardır müttefiklik yaptığın ülkeyle ilişkilerini nasıl böyle kolayca bozmayı göze alabilir diye baktığımızda önümüze üçüncü neden geliyor. ABD göreve geldiğinden bu yana Trump'ın azil edilip edilmeyeceğini tartışıyor. Kasım seçimlerinde Kongre'de çoğunluğu kaybetmesi durumunda bu sürecin daha kolay gündeme gelebileceği ve Trump için zor günlerin başlayacağı konuşuluyor. Yani aslında bu sıradan bir seçim değil, Trump için bir varlık yokluk seçimi haline gelmiş görünüyor. Bu açıdan Trump, eline geçen herşeyi değerlendirmek istiyor. Elbette sadece Brunson krizi ile seçim kazanılacak değil Trump. Ama zaten bu da maddelerden sadece biri. Çin ile ticari savaş, İran'a ambargo, Kudüs'ün başkent ilanı ve diğer tüm konuların hepsi birer seçim malzemesi zaten Trump için. Eline fırsat geçmişken bunu da değerlendiriyor.
ABD'nin yeni stratejisi: Ticaret savaşları
Türkiye ile ABD arasındaki krizde Brunson'ın aslında bir bahane olduğu, asıl hedefin Trump yönetiminin Türkiye'yi, göreve geldiği günden bu yana tüm dünyaya karşı açtığı ticaret savaşlarının bir parçası haline getirmek isteği de krizin bir başka nedeni olarak önümüze çıkıyor.
Zira Çin başta olmak üzere ABD bugüne kadar yaklaşık 30 ülke ile ilgili açıktan yada örtülü ekonomik savaş içerisinde. Bunların içerisinde Kanada, Almanya gibi ülkeler de var. Türkiye'nin de birçok bağlamda Çin, Rusya, AB ülkeleri ile ticari ortak olması ve ekonomik ilişkilerini geliştirme çabaları, bu savaşın içine ABD tarafından dahil edilmesi sonucunu doğurduğunu düşünebiliriz. Trump'ın geçtiğimiz aylarda "Eğer bir ülke (ABD) tüm ülkelerle yaptığı ticarette milyarlarca dolar kaybediyorsa, ticaret savaşları iyidir ve kazanması kolaydır" açıklaması AB ülkeleri ama özellikle Almanya'ya yönelikti. Trump daha sonra katıldığı bir programda "AB, Çin kadar kötü ama sadece daha küçük" açıklamasını yapmıştı. Çin ile devam eden savaşta 100 milyar dolarlık bir yaptırımın söz konusu olduğu biliniyor. Türkiye hem Çin'in İpekyolu projesi içerisinde yer alan bir ülke hem de en çok dış ticaretini Almanya ile yapan bir ülke konumıunda. Türkiye, ayrıca Rusya ve Çin ile yerli para cinsinden ticaret yapma düşüncesiyle ABD'yi tedirgin eden bir stratejiye de sahip. Son yaşadığımız ekonomik saldırıda özellikle Almanya, İtalya ve Çin'den gelen destek açıklamaları da bize gösteriyor ki; ABD'nin tırmandırdığı krizin esas nedeni, ticaret savaşlarıdır.
Ticaret savaşları, nedenleri, sonuçları ve ABD için önemi ayrı bir yazı konusu olacağı için burada noktalayalım sonra devam ederiz.
ABD'nin hayati meselesi: İran'a ambargo
Trump yönetiminin İran ile ilgili stratejisi, ulusal güvenlik belgesinde de öncelikli konuydu. Elbette seçim öncesinde de İran, Trump için öncelikli hedefti. İran'ın önemi esas olarak İsrail'in güvenliği, İran'ın egemenlik sahasının İsrail'i tehdit etmesi ile ilgili elbette. Ancak konu sadece bununla sınırlı değil. ABD'nin bölgedeki çıkarlarının, planlarının, stratejilerinin geçtiği her yerde İran'ın egemenlik sağladığını görüyoruz. Bu konu Türkiye için de bir sorun esasında. Mezhepsel anlamda ayrışmayı körükleyen İran'ın bu siyasetine karşı Türkiye'nin tavrı Başkan Erdoğan tarafından sürekli dile getiriliyor. Ancak ABD için bu bir emperyal sorun. Enerji güvenliği, Irak, Suriye, Lübnan ve İsrail gibi konu başlıkları tamamen İran ile alakalı. ABD, bunun için Suudi Arabistan'da köklü bir değişikliğe bile gitti. Saray darbesi ile gelen Veliaht prens Muhammed bin Selman'ın ABD tarafından önüne konulan bir hedefi İsrail ile Müslüman devletlerin ilişkilerini yumuşatmaksa diğer hedefi de İran'da bir rejim değişikliği için çalışmaktır. Dolayısıyla İran'a ambargo konusu ABD tarafından hafife alınan bir mesele değil. Rejim değişikliği konusunda ısrarcı ABD. Bunun için de az önce değindiğim gibi Suudi Arabistan'da darbe yaptırdı, önemli isimleri tutuklattırdı. Lübnan Başbakan'ı Hariri'yi Suudi Arabistan'da rehin aldı. Katar'a ambargo uygulattı. Sisi'yi destekledi. İsrail ile Hamas arasında anlaşmayı hızlandırdı. Tüm bu çalışmalar İran'a yönelik ambargonun zemini olarak okunabilir. İşte bu noktada Türkiye'nin elini zayıflatmak, bir kriz yaratmak, ekonomik olarak iflas ettirmeden mümkünse zor durumda bırakmak gibi bir strateji belirlediği de düşünülebilir. Zira İran'daki rejim değişikliği ABD için herşeyden önemli. Hem siyasi nedenleri var bunun hem de Evanjelik ve Siyonistler için önemli nedenleri var. Türkiye'nin ambargoya karşı ABD'nin yanında yer alması ile ilgili uzun zamandır ABD tarafının çabaları olduğunu biliyoruz. Heyetlerin Türkiye'ye gelip bu noktada destek istediklerini açık kaynaklardan okuduk hep. Zira Türkiye'nin İran karşısında ambargoya katılması ABD'nin meşruiyet anlamında elini güçlendireceği gibi, jeostratejik yapısı itibariyle de İran'ı çok zor durumda bırakabilirdi. Ancak Türkiye, ne kadar sorun yaşasa ve ne kadar güvenmese de İran'a uygulanacak ambargoya karşı olduğunu ilan etti. Eylül ayında Almanya, Fransa ve Rusya ile yapılacak olan toplantı İran ambargosu konusunda ortaklaşa tavır alan bu devletlerin bir araya geleceği ilk toplantı. Dolayısıyla ABD açısından büyük bir sorun teşkil ediyor bu durum. Türkiye yönetimini ekonomik bir krizle meşgul etmek, gücünü ve iradesini kırmak isteyen ABD, Brunson ile bu fırsatı yakaladı ve bunu kullandı diyebiliriz.
Beyaz Saray'ı yönlendiren Türkiye düşmanları
Türkiye'yi yargılama davasına dönüştürülen Zarrab davasını hatırlarsınız. Bu davanın nasıl bir tiyatro olduğunu birçok kez kaleme almıştım. Söz konusu davada Hakim, Savcı, bilirkişi ve tanıkların tamamının aynı çevrelerce beslendiğini, bu isimlerin FDD yani Demokrasiyi Savunma Vakfı çevresinde kümelendiğini belirtmiştim. Milyarder işadamı radikal siyonist Sheldon Adelson tarafından fonlanan bu Vakıf; Katar'a ambargo kararından Filistin'de Hamas'ın etkinliğini kırmaya, Mursi yerine geçen Sisi'ye destekten 17/25 Aralık ve 15 Temmuz girişimlerine, Suudi Arabistan'daki saray darbesinden Lübnan Başbakan'ı Hariri'nin rehin alınmasına kadar birçok noktada oldukça etkin konumdaydı. Vakfı destekleyen Adelson ile Türkiye'yi tehdit eden ABD Başkan yardımcısı Pence ve Hazine Bakanı Mnuchin Kudüs töreninde yan yana oturuyorlardı. Pence ve Mnuchin sıkı Evanjelikler. Mnuchin'in Beyaz Saray koridorlarında sürekli "Erdoğan'ı cezalandıracağım bir fırsat bekliyorum" diye gezdiği söylenir sık sık. Perşembe günkü bakanlar kurulu toplantısında Trump, Mnuchin'e dönerek yaptırımlar nasıl gidiyor diye sorduğunda, "Brunson tamamen serbest kalmazsa yapacağımız daha çok şey var" cevabını almıştı.
Mnuchin ve FDD için Başkan Erdoğansız bir Türkiye çok önemli. 15 Temmuz'dan bir ay önce FDD'nin danışmanlarından John Hannah'ın, Foreign Policy dergisine Türkiye'de bir darbe geliyor yazısı hala hafızalarda duruyor. FDD'nin ilişkide olduğu isimlerden biri de Dahlan ve özellikle Filistin konusunda en güvendikleri ortak. Dahlan'ın 15 Temmuz darbesi için Gülen'e finansal destek verdiği haberlerini ve darbe girişiminden hemen sonraki gün televizyon kanalını Gülen'e açtığını da hatırlatalım. Filistin'de Abbas'ın yerine Dahlan'ı getirme planlarının önüne set çeken iki ülke Türkiye ve Katar'dı. İki ülkeye de büyük bir nefret var bu çevrelerde dolayısıyla.
Güçlü bir çete Beyaz Saray'da çok etkin. İşte bu son yaşanan siyasi kriz ile ekonomik saldırı 15 Temmuz'un bir devamı olarak Erdoğan iktidarını sarsmayı ve mümkünse büyük bir ekonomik kriz ile birlikte sonlandırmayı amaçlıyor olabilir.
Türkiye ile ABD arasındaki krizin nedenleri üzerine düşünmeye yarın devam edelim.