Kral çıplak aslında. ABD'nin yaptırım kararını ne hukuk ne de diplomasi açısından bir zemine oturtamaz kimse. ABD, kendisini nasıl bir hukuk devleti olarak tanımlıyor ki Türkiye'ye bu açıdan yaptırım uygulamaya çalışıyor. En son Zarrab davası olarak başlayan ve Hakan Atilla davasına dönüşen tiyatroyu hatırlayalım isterseniz. Hatırlayalım ki meselenin hukuk ile alakalı olmadığını, Türkiye'ye yönelik saldırıların nasıl sistematik bir şekilde devam ettiğini daha çıplak görelim.
Hakan Atilla'yı yargılayan hakim Richard Berman, FETÖ'cülerin Türkiye'de düzenlediği bir toplantıda şu cümleleri kuran birisiydi. "Bana göre kesinlikle tek adam iktidarı hukuk devleti ilkesi ile değiştirilmelidir." Bu bakış açısı Berman'ın Türkiye ile ilgili fikirlerinin kimler tarafından domine edildiğini, onu Türkiye'de ağırlayanlara bakarak da anlayabiliriz. Berman'ın ABD'de birçok FETÖ organizasyonu ve yine onların desteklediği senatörlere yakın olduğu biliniyor.
Hâkimi bu olan davanın tanıklarından birine bakalım isterseniz.
Hüseyin Korkmaz, 17/25 Aralık yargısal darbe sürecinde rolü olmadığını iddia eden ama ABD'deki davada, 17 Aralık ilgili dosyayı ABD'ye kendisinin götürdüğünü, ABD'nin federal polis teşkilatı FBI'dan 50 bin dolar aldığını ve FETÖ'ye mensup olmadığını anlattı. Daha sonra bylock kaydı olduğu ve 17/25 Aralık darbe sürecinde kilit rol oynayan, ABD Konsolosluk görevlisi Metin Topuz'un da çok sık görüştüğü eski emniyet müdürü Yakup Saygılı ile yoğun teması olduğu ortaya çıkmıştı.
Tiyatronun savcısı Bharara'nın FETÖ polisleriyle ve savcılarıyla 17/25 Aralık dosyasıyla alakalı ilişkide olduklarını biliyoruz. ABD konsolosluğunda çalışan Metin Topuz'un bu süreçte ilişkileri kuran kişi olduğu da yine ortaya çıkan bilgiler arasındaydı. Bharara'nın sosyal medya hesabı klasik bir FETÖ militanınkiyle aynı. Bahsettiğimiz kişi New York Güney Bölge Başsavcısı.
Türkiye'yi yargılamaya yönelik kurulan tiyatronun bilirkişilerine gelince. Burada işler tam netleşiyor.
Hakan Atilla davasında hakim Berman tarafından bilirkişi olarak atanan Dubowitz ile Schanzer; Türkiye'nin de içinde olduğu Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Körfez ülkelerinin neredeyse tamamıyla ilgili çok açık operasyonlar yürüten ekibin başındalar.
Demokrasiyi Savunma Vakfı (FDD) adı verilen bir vakfın başkan ve başkan yardımcıları bu iki isim.
FDD'nin sahibi Adelson, 32 milyar dolar servetiyle Forbes dergisinin en zenginler listesinde 12. sırada yer alan Yahudi bir iş adamı. İki devletli çözümün Yahudi devletinin ölüm ilanı olduğuna inanan ve ABD'deki en sağcı Yahudi organizasyonu AIPAC'tan maddi yardımlarını çekebilecek kadar şahin bir Siyonist.
Adelson, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu, Katar, Suudi Arabistan, Mısır, Filistin gibi ülkelerde operasyonlar yapan, 17/25 Aralık'tan 15 Temmuz darbe ve işgal girişimine kadar birçok uluslararası eylemin içinde yer alan medya, düşünce kuruluşu ve siyasi ağın en önemli aktörü aynı zamanda.
FDD'nin Başkanı Dubowitz ile yardımcısı Schanzer'in Türkiye'nin yargılanmaya çalışıldığı tiyatroda bilirkişi olarak atanmaları söz konusu davanın ne olduğunu zaten ortaya koyuyor.
Dubowitz ile Schanzer'in nasıl katıksız bir Türkiye ve Erdoğan düşmanı olduklarına bakmak için, FDD'nin internet sitesindeki makalelerine, 15 Temmuz sonrası sosyal medya paylaşımlarına bakmak yeterli.
Schanzer, darbeden iki gün sonra 17 Temmuz'da Washington Post gazetesindeki demecinde "Türkiye cuma gecesi askeri darbeyi önlemiş olabilir ancak sonuç yine de Türkiye'de demokrasinin hızla gerilemesi olacaktır." ifadelerini kullanmıştı. Yine Schanzer Huffington Post'ta bir makalesinde "Sanki her şey yeterince karanlık gözükmüyormuş gibi Türkiye'nin diktatörü aynı zamanda ülkedeki siyasi sistemi manipüle ederek gücünü artırıyor." demişti.
Ancak bunlardan en önemlisi, FDD'nin yani Adelson'un vakfının danışmanlarından Hannah'ın Foreign Policy'de yayınlanan bir makalesidir kuşkusuz. Makale 15 Temmuz'dan tam bir ay önce yayınlanıyor. Yazısında şöyle diyor Hannah; "Türkiye'de hala bir darbe riski var. Türkiye, yoldan çıkan bir NATO müttefiki ve er ya da geç bir hesaplaşma günü ihtimal dahilinde"
Bu iki isim ayrıca BAE veliaht prensi bin Zayed ve danışmanı Dahlan ile de çok sıkı ilişki içerisindeler.
Hatırlayacaksınız 15 Temmuz'dan hemen sonra FETÖ elebaşı Gülen'in ilk çıktığı televizyon Dahlan'ın sahibi olduğu televizyondu.
Dahlan ile ilgili bizi ilgilendiren son bir not daha verelim. Dahlan; Adelson, Kushner ve Suudi veliaht Muhammed bin Selman tarafından Filistin yönetiminin başına getirilmeye çalışıldı o dönem. Türkiye ile Katar'ın bu girişime karşı birlik olup Abbas'ı desteklediklerini biliyoruz.
Katar'a yönelik ambargonun da mimarları Dahlan, bin Zayed, Dubowitz ile Schanzer'in ta kendileri.
Katar, Mısır ve Türkiye'ye yönelik operasyonlar, BAE'nin Washington büyükelçisi Uteybe'nin e-maillerinin kamuoyuna sızmasıyla ortaya çıkmıştı. Bu maillerde özellikle Mursi'ye darbe, Türkiye'de Erdoğan karşıtlığının körüklenmesi ve uluslararası baskı ile Katar'a yönelik ambargolar yer alıyor.
FDD, yani Adelson ve Türkiye'yi yargılamada kullanılan iki isim Dubowitz ile Schanzer, Kudüs'ün başkent ilan edilmesi kararında da çok etkili oldular. Yani Türkiye'nin karşı çıktığı bir başka önemli husus.
Kudüs büyükelçiliğinde yapılan toplantıda Adelson ile Pence yan yana oturuyordu. Siyonistler ile evanjeliklerin büyük buluşmasıydı. Bu toplantıda ikilinin yanında eşi ile birlikte oturan bir isim daha vardı.
Dün Türkiye'ye yaptırım uygulayan kurum olan ABD Hazine Bakanlığı'nın başındaki Bakan Mnuchin de Kudüs'teki törende Adelson, Pence ve Trump'ın damadı Kushner ile birlikte oturuyordu. Bir Hazine Bakanı'nın Kudüs konusunda ne işi var demeyin. Mnuchin'in kendisi de Pence gibi sıkı bir evanjelik.
Görüldüğü üzere, siyonist ve evanjeliklerin tüm planlarının ortasında direnen bir Türkiye ve Erdoğan var. Filistin, Katar, Türkiye, S. Arabistan ve Kudüs konularının tamamında Türkiye güçlü bir direniş ortaya koyuyor. Onların lehine olabilecek her konuda Türkiye'nin tavrı onları rahatsız ediyor ve planlarını bozuyor. Oynanan oyunu Türkiye gerçekten birçok kez bozabiliyor. Bu da bize yapılan tüm operasyonların; 17/25 Aralık'ın, Gezi'nin, 15 Temmuz'un sebebini açıklıyor. Bunlardan en yenisi de Brunson yaptırımları oldu. Direnişimiz de 15 Temmuz gibi olmalı.