İdris Kardaş

İdris Kardaş

07 Ağustos 2018, Salı

Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır

CIA belgelerinin bir kısmı kamuoyuna açıklanmıştı geçtiğimiz yıl. Bu belgelerden Türkiye ile ilgili olan bölümler hem siyasi tarihçiler hem de araştırmacılar için bir çok konuda önemli bir kaynak. Ancak fazla ilgi görmedi. ABD, bilmemizi istediği kadarını sunsa da birçok detay var bu belgelerde.

Örneğin 25 Haziran 1984 yılında hazırlanan "Batı'nın güvenliğinde Türkiye'nin rolü" başlıklı belgede şöyle bir cümle kurulmuş.

"NATO'nun en fakir ülkesi. Kendi ihtiyaçlarını kendi kaynaklarıyla sağlama kapasitesi yok."

Daha önceki tarihlere ait birçok belgede de Türkiye'nin siyasi olarak ne kadar bağımlı, ekonomik olarak ne kadar muhtaç olduğunu görebiliyorsunuz. Türkiye'nin bugün NATO ve diğer uluslararası yapılar içerisinde, kendi milli savunmasında geldiği noktayı düşündüğümüzde arada sanki yüzyıllar varmış gibi bir hisse kapılıyorsunuz.

Türkiye'nin ABD ile ilişkileri bu minvalden bakıldığında asimetrik bir ilişkiydi elbette. Türkiye, NATO şemsiyesi altına girdikten sonra daha da eşitsizleşen ve Türkiye'nin bağımlı hale gelmesiyle sonuçlanan bu ilişkide neler olmadı ki? Darbeler, muhtıralar, ekonomik yaptırımlar, IMF ve benzeri yapılar ile köleleştirme hamleleri vs.

Mesela 1964 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü'ye yollanan "Johnson mektubu" gibi. Kıbrıs'ta 1963 yılında başlayan olaylar ve Kıbrıs Türklerinin Rumların boyunduruğu altına sokma hamlelerine karşı Türkiye birçok kez Kıbrıs'a askeri müdahale konularını masaya yatırmıştı.

25 Aralık 1963, 15 Şubat 1964, 13 Mart 1964, 7 Haziran 1964

Bu tarihlerde, MGK toplantılarında müdahale kararlarının alınması yada Başbakan'ın müdahale edeceğiz açıklamalarıyla halkta büyük beklentiler oluşmuştu. Ancak ne yazık ki Kıbrıs'a çıkarma yapacak bir çıkarma gemisi dahi yoktu Türkiye'nin. Yolcu gemileriyle çıkarma yapabilir miyiz planları yapılıyordu. Genelkurmay'dan İnönü'ye "Böyle bir müdahaleye askeri bakımdan imkan yoktur" raporları sunulduğu bir dönemdi. Binlerce asker daha adaya çıkmadan hayatını kaybedebilirdi.

Türkiye bu haldeyken İnönü, ABD'den sürece müdahale etmesini umuyordu. Türkiye ile Yunanistan'ın karşı karşıya gelmesini istemeyeceğini ve arabuluculuk yapacağını düşünüyordu. Yıllarca Moskova tehdidine karşı ABD ve NATO ile birlikte hareket edilmesi için halkı da yatıştıran İnönü artık kamuoyunun tepkisini dindirmek için 16 Nisan 1964 yılında Time dergisine bir röportajda "Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse, Batı ittifakı yıkılabilir... Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur." açıklamasını yapmıştı.

Daha sonra Kıbrıs'ta kanlı olaylar arttıktan sonra Kıbrıs'a müdahale kararı alan İnönü'ye o meşhur "Johnson mektubu" gelmişti. Mektubun geliş tarihi ise 5 Haziran 1964'tür.

Yani son zamanlarda yayınlarda da sıkça karşılaştığımız İsmet İnönü'nün "Yeni dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır" sözü, Johnson mektubuna karşılık değil, öncesinde söylenmiştir.

İnönü, Johnson mektubuna çok naif ve diplomatik olarak son derece yumuşak bir cevap verir. Niyetim İnönü'yü suçlamak değil, zira en başta alıntıladığım 1984 tarihli CIA raporu dahi Türkiye'nin ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. İnönü'nün yapabileceği pek bir şey yoktu o dönemlerde. Türkiye çıkarma gemisine dahi sahip değildi. Askeri açıdan çok zayıf, ekonomik açıdan da ABD yardımlarına bağımlıydı. Dolayısıyla İnönü de Johnson mektubunu aldıktan sonra "Air Force One" yani Johnson'un Ankara'ya gönderdiği Başkanlık uçağıyla Washington'a gitmek zorunda kalmıştı. Ne kadar da acıklı bir durum değil mi?

Tarihi bir yanlışı düzeltmek açısından bu meseleyi ele almak istedim.

Türkiye güçlendikçe, savunma sanayisi ilerledikçe, ekonomisi güçlendikçe, Batı dışındaki aktörlerle de ilişki kurdukça, 15 Temmuz'da olduğu gibi bağımsızlığı için ölümleri göze aldıkça, ABD ile ilişkilerimizde elimiz daha güçlendi. Ancak bu durum yine de hiç kimseyle kötü olmamızı gerektirmez. ABD'nin düştüğü hataya, yani "biz güçlüyüz herkesle ilişkimizi bozabiliriz" gibi bir yanlışa düşmemiz gerekmiyor. Her aktörle her devletle iyi ilişkiler kurmamız önemli. Esas önemli nokta, eşit ilişki kurabilmemiz. Güçlendikçe ilişkilerimiz eşitleniyor. Bunun sancılarını yaşıyoruz. Çocuklarımıza devletler sahnesinde güçlü, eşit ve itibarlı bir Türkiye bırakmak için sancıları da çekmemiz gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi deneyimli ve dirayetli bir lider tam da bu zamanda bizim için büyük bir şans. Atacağı her adımda yanında olmamız, destek olmamız ve yaptığı her çağrıda onu yalnız bırakmamamız önemli. ABD eski ABD değil, Türkiye de öyle.

SON DAKİKA