Muhalefet cephesi 15 Temmuz'u hep AK Parti'nin FETÖ'yü büyüttüğü ve desteklediği tezi üzerinden okuma eğiliminde. Böylece hem toptancı muhalefetini yapabiliyor hem de 15 Temmuz direnişine katılmadığı gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınabiliyor. 15 Temmuz'da halkın direnişine neden katılmadınız, neden Kılıçdaroğlu bir sol partinin lideri olarak havalimanından kontrollü bir şekilde çıktı ve sonrasında evde terlikle direnişi izledi, sorusuna hep "bu örgüt AK Parti döneminde büyüdü" cevabıyla karşılaşıyoruz. 80'lerden hatta 70'lerden bu yana planlı bir şekilde hareket eden FETÖ'nün sadece AK Parti ile devlete sızdığı tezi zaten yanlış. Bu gerçeği not edip, bu örgütün ortaya çıkmasına ve büyümesine zemin hazırlayan ortam nasıl sağlanmış birlikte bakalım. Bu konuyu hem siyasi hem de yapısal boyutta incelemenin sağlıklı olacağını düşünüyorum.
Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren ülkeyi yöneten siyasi elitler, modernleşme adı altında toplumun dini, kültürel ve geleneğe dair tüm değerlerini yok etmeye, toplumu bu değerlerden koparmaya çalıştılar. Şapka takmayanların asıldığı, İstiklal mahkemelerinde binlerin yargılandığı, çoğunun infaz edildiği, ezanın Türkçe okunduğu, dini toplumsal hayattan çıkarmak için her türlü dizaynın yapıldığı süreçlerden geçtik. 27 Mayıs darbesiyle indirilen Menderes ve arkadaşları sadece siyasi farklılık ve iktidar için idam edilmediler elbette. Toplumun kendi değerleri ile yaşamasına karşı bir meydan okumaydı 27 Mayıs darbesi ve idamlar.
Nihayetinde dini toplumsal hayattan mümkün mertebe uzak tutan yasaklayan siyasetler vesayetçi yapıların hışmından kurtulabiliyorlardı. Gerisi hep darbeler ve muhtıralara maruz kaldılar. 28 Şubat süreci böyle bir süreçti. Dindar insanlar tüm toplumsal hayattan soyutlanmak istendi. Akademiden, iş hayatından, kamusal alandan, sosyal çevrelerden, Meclis'ten, siyasetten yani insana dair, yaşama dair her yerden dışlandılar.
Zulümler yaşandı. Başı örtülü diye aylar sonra şehit düşecek oğlunun yemin törenine katılamadı anneler. Ölüm döşeğindeyken başı örtülü diye tedavi edilmeyen ve hayatını kaybeden Medine Bircan'lar vardı. Üniversitelere alınmayan öğrenciler, ikna odalarında gururları kırılan, gelecekleri karartılan gençler. 90 yıl boyunca sürekliliğinden bir şey kaybetmeyen sistematik bir saldırı vardı dindarlara karşı.
İşte böyle bir ortamda namaz kılan asker figürü toplumun tüylerini diken diken ediyordu. Polislerin, hakimlerin, öğretmenlerin, doktorların, genel müdürlerin, müsteşarların yani devleti temsil eden kesimlerin namaz kılması, Cuma namazına gitmesi, Kuran okuması, çocuklarını dindar olarak yetiştirmesi herkesi memnun ediyordu. Bu insanlara karşı yapılan her harekette vesayetin klasik dayatması olarak kabul edilip karşı çıkılıyordu. Yani MGK'da namaz kıldığı için atılan askerlerin FETÖ üyesi olup olmaması esas mesele değildi. Zira ceberut sistemin dindarlara karşı 90 yıllık pratiği ortadayken kimse bu insanların atılmasına sessiz kalamıyordu. Buna devleti yöneten siyasetçiler de dahil elbette. Dindarları yok sayan, toplumsal her alandan dışlayan devletin içine dindarların yerleşmesi sadece muhafazakarları değil, liberalleri yada seküler demokratları da heyecanlandırıyordu. Dolayısıyla bürokrasi içerisine çok daha kolay sızdı FETÖ. Eski vesayet sisteminin bu politikaları olmasaydı, sırf alnı secde gören biri bürokrasiye girdi diye kimse sevinmeyecekti. Sözün özeti vesayetçi devletin oluşturduğu çatlaktan sızdı FETÖ. Dindar görünümlü FETÖ üyeleri hem siyasetçileri hem de toplumu aldatıp vesayetçi yapıya karşı direniyormuş gibi yaptı. Bu da bürokrasi içerisine sızmasını kolaylaştırdı.
Gelelim FETÖ'nün yapısal olarak nasıl böyle güçlenebildiği konusuna.
DP iktidara gelene kadar tek partili rejim için Meclis, egemenliğin tek merkeziydi. Zira Meclis denilen yer esasen CHP'den ibaretti. Ancak DP üç kez iktidara gelince 27 Mayıs'ı yapanlar egemenliği Meclis'ten alıp kurumlara devrettiler. 1961 Anayasası'na "egemenlik kurumlar eliyle kullanır" ibaresi eklendi. Zira 27 Mayıs'ı yapanlar kurumlara hakim olunca iktidara da hakim olacakları yeni bir sistem inşa etmişlerdi. Başta ordu olmak üzere 1961 anayasası ile kurulan diğer tüm kurumlar 27 Mayısçıların şekillendirmesiyle oluşturuldu. Böylelikle siyasetin dışında bir iktidar alanı oluşturuldu. Esas iktidar da bu bürokratik iktidardı. Buna kurumsal vesayet yada bürokratik oligarşi tanımlamaları kullanıldı hep.
Ordu, yargı, AYM, emniyet, YÖK ve diğer tüm kurumlar ülkenin yönetiminde tek söz sahibiydiler. 27 Mayıs'ı yapıp Menderes'i idam edenler bu kurumların ilelebet kendi kontrollerinde kalacaklarını hesap ettiler. Zira silahlı gücü de olan ordu ellerinde oldukça diğer kurumları da şekillendirmek kolay olacaktı. Ancak 80'lerden itibaren özellikle orduya sızan FETÖ yavaş yavaş diğer kurumları da ele geçirmeye başladı. Yargıda, emniyette ve diğer tüm bürokratik kurumlarda yegane güç olmaya başladılar. Yazının ilk kısmında da ifade ettiğim gibi genel olarak insanlar bundan memnundular çünkü vesayet sisteminin dışarıda bıraktığı dindarlar (elbette dindarlık FETÖ üyeleri için sadece bir kılıftı) ülkenin bürokrasisinde etkindiler.
FETÖ denilen örgüt bürokraside güçlenirse ülkeyi yöneteceğini çok iyi biliyordu. 27 Mayısçılar kendilerine göre hazırlamışlardı bu sistemi. Ama gelin görün ki FETÖ bu çatlaktan içeri sızdı ve güçlendi. Elbette FETÖ'yü yöneten uluslararası güçlerin hesabıydı bu. Kendi başlarına yürüttükleri bir stratejiden çok daha öteydi bürokrasiyi ele geçirmek. Ama sonuç ortada.
7 Şubat Mit müdahalesi emniyet ve yargıdaki FETÖ üyeleriyle, 17/25 Aralık darbe girişimi yine emniyet ve yargıdaki FETÖ üyeleriyle, 15 Temmuz da ordudaki FETÖ üyeleriyle gerçekleşti. Yani bürokratik vesayet içerisine sızmak onlar için en rasyonel olanıydı. Bu da 27 Mayısçıların halk iktidarı ele geçirmesin diye aldıkları aptalca bir sistem yüzünden oldu. Bürokratik vesayet yegane egemenlik merkezi olmasaydı, bu yapı bürokrasi içinde güçlenme stratejisine girmeyecekti ve girse de sonuçları itibariyle böylesine etkili olamayacaktı.
FETÖ'nün nasıl güçlendiği, nasıl kendine meşruiyet alanı yarattığını anlatmaya çalıştım. Burada iki çatlaktan bahsettim. Yeni sistemle ve Başkan Erdoğan'ın liderliğinde yeni Türkiye'de bu iki çatlak da kapandı. Başkanlık sistemi dolayısıyla bürokratik vesayet gerileyecek ve tek yetki milli iradede olacak. Dindarların toplumsal hayattan dışlanması ve yok sayılması sona erdiği için de artık liyakat ile bürokrasi şekillenecek. Bu noktada da FETÖ gibi yapıların içeri sızabileceği çatlaklar artık olmayacak.