Türkiye yeni bir döneme doğru hızla ilerliyor.
Başkanlık sistemi tartışmaları bu açıdan belirleyici bir önem taşıyor ve taşıyacak. AK Parti'nin muhtemelen "bir numaralı" seçim teması kılacağı başkanlık sistemi tartışmaları, Türkiye'nin 12 yıllık bir değişim sürecinden sonra ulaşacağı yeni bir kurumsallaşmaya da işaret edecek.
Mesele sadece başkanlık rejiminden ibaret değil.
Zira bu tür bir geçiş baştan aşağıya bir anayasal elden geçirmeyi gerektiriyor, bunun da işaret ettiği husus yeni bir anayasa meselesidir.
Siyasi gözlemcilerin son dönemde sordukları temel sorular ortada:
AK Parti istediği anayasayı meclisten geçirecek ya da halkoyuna götürecek bir milletvekili sayısına ulaşacak mı?
Ulaşamadığı takdirde ki bu durum ancak HDP'nin barajı geçmesi, beklenenden ötürü milletvekili çıkarmasıyla mümkündür, anayasal değişikliği ve başkanlık sistemi meselesi rafa mı kalkacak yoksa başka bir yöntemle mi hayata geçecek?
Muhtemel yanıtları arayalım...
Rafa kalkma ihtimali her zaman vardır ve bu sorunlu, özellikle AK Parti'nin iç işleyişi açısından kritik bir duruma işaret eder. Zira Tayyip Erdoğan'ın halk tarafından seçilerek cumhurbaşkanlığına çıkması yürütme organı ve AK Parti iki katmanlı bir karar süreciyle tanışmış durumdadır. Bu iki katman arasındaki koordinasyon sorunun temel olarak başkanlık sistemiyle aşılması hedeflenmektedir. Aksi bir durum, fiili yeni yollar oluşturacaktır. En azından yeni bir modelin oluşum ve yerleşme sıkıntıları yaşanacaktır.
Ancak secim sonuçları ne olsun, hatta AK Parti 320 milletvekiliğnde kalsa bile, anayasa değişimi ve başkanlık sistemine geçiş ihtimali her zaman bulunmaktadır.
Böyle bir durumda iç içe girecek olan hususlar, anayasa değişikliği, başkanlık sistemi ve çözüm sürecidir.
Örneğin, HDP'nin kilit parti olması halinde AK Parti ve HDP, dengeli bir başkanlık sistemi ile demokratik zemin genişlemesi üzerine kurulu bir çözüm sürecinde ve bunun anayasal düzenlemelerinde anlaşabilirler. Vatandaşlık tanımı, ana dil meselesi, yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması, diğer ifadeyle bu istikametteki bir anayasa metni ulaşılması zor hedef olmaz.
Yeter ki, AK Parti denge ve denetim mekanizması sorunlu bir başkanlık önerisiyle, HDP de sistemi zorlayacak sert bir özerklik modeliyle gelmesinler…
Tüm sıkıntılara zaman zaman ortaya çıkan kriz görüntüsüne rağmen, pozitif bir açıdan bakıldığında Türkiye'nin gerek yeni kurumsallaşma yolunda, Kürt sorununun çözümünde olumlu bir seyir izlediğini görürsünüz.
Çözüm süreci etrafındaki tartışmalar bu açıdan önemli bir gösterge oluşturuyor.
Son gelişmeler, heyetler arası görüşmeler Öcalan'ın Nevruz'da ya da Nevruz öncesi bir kez daha çözüm sürecine ağırlığını koyacağına, durdurulmuş olan geri çekilmeye yeniden start vereceğine, silahların bırakılmasıyla ilgili tanımını yenileyeceğine dair kuvvetli işaretler veriyor.
Öcalan'ın 21 Mart'ta yaptığı konuşmaların doğrudan ve Kürt hareketini bağlayıcı açıklamalar olduğu düşünülür, bu konuşmanın seçim öncesine denk geleceği dikkate alınırsa, Kürt hareketinin şiddetten siyasete geçişiyle ilgili yeni anın yaklaştığını varsayabiliriz.
Bu durum, Kürt sorunun çözümünde iniş çıkışlara, taraflar arasındaki farklı beklentilere rağmen, kendi başına belirleyici bir gerçeklik ve önem taşımaktadır.
Önümüzdeki dönemin bu iki temele mesele etrafında nasıl yol alacağını hep birlikte izleyeceğiz...