Siyaset-toplum, devlet-siyaset ve devlet-toplum ilişkilerinin "demokratik şema"sı bellidir.
Toplumun talepleri zamanın ruhu ve gerekleri ile evrensel değerler süzgecinden geçer, diğer taleplerle kesiştirilir ve siyasi kararlara dönüşür.
Bu dönüşümde "siyasi denetimi" yetki-sorumluluk mekanizması, "idari denetimi" hukuk ilkeleri çerçevesinde kurumlar hiyerarşisi ve "hukuki denetimi" ise hukukun üstünlüğü çerçevesinde bağımsız yargı yapar.
Bu çağda bu şemanın mevcut olmaması veya kötü çalışması ya da kazalara uğraması bir ülkede ekonomik, politik sosyal ve türlü sorunların başlangıç noktası demektir.
Zira kollektif akılcılığı ve denetimi devre dışı bırakır, keyfiliği devreye sokar, devlette, siyasette, toplumda fiili durumlar yaratır, farklı kesimler, birimler,
organlar arasındaki, ortak değer ve kurallar üreten iletişim kanallarının tıkanmasına yol açar.
Hukuk zemin kaybeder, güçlünün imha aracı haline gelir.
Bir gün özgürlüğünüz, diğer bir gün paranız, bir başka gün istekleriniz budanır...
Oysa "özgürlük ve özgür düşünce bir toplumun can damarı"dır.
Dengeli ve doğal gelişmenin ana rehberidir. Serbest teşebbüs adımları ve bireysel kararlardan siyasi kararlara, edebiyattan müziğe kadar; özgür
düşünce, yaratıcılığın onsuz olmaz atmosferini oluşturur. Yaratıcılık ise kültürel, ekonomik ve siyasi refahın temel koşulunu...
Demokrasinin anlamı da burada gizlidir.
Zira, fikir üretimini, düşünceyi, özgür ve rekabetçi tartışmayı besler; tartışmayı mümkün kılan ise, demokrasidir.
Tartışmanın temel işlevi "ötekini" dinlemek ve anlamaksa; anlamak farklı görüşler arasında etkileşime yol açıyorsa; etkileşim de zengin ve yaratıcı bir kimlik üretiyorsa, bu, eşitlikçi, özgürlükçü ilke ve kurallar etrafında şekillenen bir toplumsal mutabakat demektir, demokrat bir zihniyet demektir...
Demokrasiden beslenen ve demokrasiyi besleyen de işte bu mutabakat ve zihniyettir...
İş kelimelere dökülünce basit görünür. Ama pek de öyle değildir.
Bu mutabakatın olmadığı, bu zihniyetin yerleşmediği diyarlarda, demokrasi yalnızca kendi çıkarlarımız adına kullanacağımız bir silaha dönüşür çünkü.
Demokratlık, bir siyasi mücadele aracı haline, çıkar savunmak için edinilmiş geçici bir kimlik haline geliverir.
Oysa "demokrasi ve demokratlık, bizde olanın tersine, her şeyden önce kendini sorgulama ve mutlak kılmama çabası"dır. Ve bu çabanın ötekilerin, bizden farklı olanların varlığıyla, talepleriyle ilişki içinde olmasıdır.
Farklı olanı anlamak böyle mümkün olur ve bu, demokratlığın ana koşuludur. Yani farklı olanı anlamak yetmez, onunla birlikte bir şeyler inşa etmek
iradesi gerekir. Bu nedenle, demokratın merceği topluma dönüktür; devlete, siyasi merkezlere değil.
Bunun içindir ki, Kürt meselesine, tesettür meselesine, AB üyeliğinden Susurluk meselesine ve askeri vesayete ayrı gözlerle bakıp, meşrebine göre
birini öven, diğerine söven bakışa demokrat bakış denemez.
Demokratlık parçalı olmaz.
O tutarlı bir zihniyettir, yani bir bütündür.
Demokratlık kimliğe göre, esasa göre şekil değiştirmez.
O, söz konusu kim olursa olsun, sorun ne olursa olsun, önce usullerin, kuralların, ilkelerin dikkate alınmasına demokratlık denir.
Toplumun, medyanın, devletin merkezine bakın…
Solcu olduklarını iddia eden kimilerine bakın…
Çağdaş olduklarını söyleyen kesimlere bakın…
Bu şemanın hâlâ ne kadar uzağındayız…