Türkiye ağır bir krizi şimdilik geride bıraktı.
HDP'nin yandaşlarının sokağa çağrısıyla başlayan 40'dan fazla insanın ölümüyle sonuçlanan, yakma, yağmalama, saldırı, suikastlerle hız kazanan olaylar, bir ayaklanma görüntüsü içeriyordu.
Türkiye böylesini ilk kez yaşadı. Devlet-örgüt karşılaşması yanında, toplumsal, siyasal grupların karşılaşmasıyla örneğin Diyabakır'da insanlar ilk kez bu denli ürperdiler.
Aslında yaşanan şuydu: Türkiye'nin Rojava ve Kobane politikalarını protesto etmek, daha doğrusu Rojava meselesini çözüm sürecinin parçası kılmak amacıyla Kandil bir dayatma oyunu oynadı ve bir iç savaş tehdidi savurdu. Bunu PKK'nın şehirlerdeki gençlik örgütleriyle yaptı. Sayıları 10 bini bulduğu söylenen, 13-18 yaşları arasındaki gençlerden oluşan bu yapılar Türkiye'yi ateşe sardı. Buna başka Kızıltepe olmak üzere keskin bir kaç ilçedeki büyük gövde gösterileri eşlik etti.
Bİr şiddet ve siyaset oyunu diyelim.
Bunda PKK baş rolü, HDP aracılık rolünü oynadı. Devlet ise bu olayların geleceğini bile bile, kestirim eksikliğiyle, biraz da tahrik edici bir tavırla yanlış bir yol tutturdu.
Ancak şu anda yapılması gereken iş, bunları tartışmaktan çok bundan sonrasına bakmak…
Çözüm süreci bu olaylardan yara aldı mı?
Türkiye Kürt meselesindeki çatışmasızlık halinden çıkar mı?
Bu sorulara verilecek yanıtlar son derece önemlidir.
Mesele şudur: Olaylar yavaş ilerleyen, taraflar arasında tanım ve beklenti farklılkaları bulunan çözüm sürecinin derin bir krizine işaret ediyor.
Önümüzde doğal olarak iki ihtimal var.
İlk ihtimal bu krizi aşarak ya da aşma yoluna girerek kaldığımız yerden devam etmek. Bu tür bir devam, mevcut sürecin hızlandırılmasını ve kimi ilkeleri açısından gözden geçirilmesini, daha doğrusu yeni bir mutabakatı gerektiriyor.
İkinci ihtimal ise çatışmalara çok daha tehlikeli ve sert biçimde geri dönülmesi ve barış sürecinin uzunca bir süre için rafa kaldırmasıdır.
Bu ihtimalin Türkiye her anlamda pahalıya patlayacağı açıktır.
Askerin şu veya bu şekilde oyuna, sahaya geri dönüşü başta olmak üzere, demokrasiden taviz, asayiş iklimi, istikrarsızlık tehlikesi, devletin bu kez sadece örgütle değil halkla karşı karşıya gelmesi ihtimali, çatışmaların Ortadoğu'yla teması, velhasıl topyekün şiddet açık ve ciddi risklerdir.
Aynı zamanda Kürt siyasi alanında ya da büyük şehirlerde yaşanabilecek, Hizbullah-PKK ya da milliyetçi gruplar-Kürtler gibi karşılaşmalar ufukta görünmektedir.
O zaman açıktır ki, Türkiye'nin iç güvenlik politikasının temel çatısını bu tablo ve risk oluşturmalıdır. Bu, PKK tehlikesinden çok bir kaos ve istikrarsızlık tehlikesidir.
Alınacak önlemler de önce buna yönelik olmalıdır.
İlk önlem kendisini devletin politikaları düzeyinde göstermelidir. Bu tabloyu tahrik edecek dil ve tutum, eksik kestirimleri hallerini, karşılıksız meydan okumaları hükümetin gözden geçirmesinde büyük yarar bulunuyor.
İkinci önlem tek ayaklı çözüm sürecini iki ayaklı hale getirmektir. Kürtlerin ve Kürt siyasi hareketinin statü ve özerklik gibi taleplerini en azından duymak, Rojava konusunda daha yaratıcı ve kuşatıcı davranmanın yollarını bulmaktır.
Demokratik bütünlük içinde çözümün imkanları ve koşulları aslında bunlardır.
Aksi durum Kürtlere, özellikle Kürt siyasi hareketine taleplerinden vazgeçmeyi, geçen 30 yılı unutmayı söylemek anlamına gelir ki, bu da pek gerçekçe olmaz.
Mesele PKK'nın şiddet hamlerini boşa düşürmek, bütünlüğü korumak, demokrasiyi oturmaktır.
Akıntıya karşı kürek çekmek hiç bir şekilde değil…