Ne ilginçtir ki, Türkiye'nin içindeki kutuplaşma, yavaş yavaş ve altan alta Fransa'da olup biteni dahi emmeye, araçsallaştırmaya başladı. Batı'daki tartışmalar ya da Batı-Doğu veya İslam-Batı karşılaşmasının etrafında hızlı ve keskin hükümlerle taraf alanlar, hükümete yönelik hesap sorma girişimlerine de yol vermeye başladılar.
IŞİD meselesinin Türkiye açısından yeniden canlandırılması, IŞİD'e destek, yardım iddialarının gazetelerde satır aralarına, mecliste soru önergelerine sıkıştırılması, Türkiye'nin Charlie Hebdo hadisesi çerçevesinde, Batı değerleri karşıtı cephede tanımlanmaya çalışılması, otoriter ve dışlanan ülke olarak tanımlanması vahim, acıklı, hüzünlü bir çaba olarak karşımıza çıkıyor.
Kimileri siyasi iktidarın son olaylar karşısında açıklamalarını yeteri keskin bulmayabilir.
Ancak gerçekçi ve ahlaklı olarak tümüyle yetersiz, yanlı, karşılıksız bulmak, en azından böyle olduğunu ima etmek söz konusu bile olamaz.
Türkiye'nin cumhurbaşkanı ve başbakanıyla ilk günden itibaren yaptığı açıklamalar şiddeti dışlama ve telin üzerine kuruluydu. Davutoğlu'nun Paris'teki yürüyüşe katılması, yaptığı açıklamalarla Batı'ya el verdiği kadar Batı'ya İslami dünya karşısında sorumluluklarını hatırlatmasını "doğru" okumak gerekir.
Türkiye'de bir siyasi iktidarın, özellikle AK Parti iktidarının Türkiye Müslüman bir ülke değilmiş gibi davranması beklemek herhalde gerçekçi değildir.
Hükümet baskülün Doğu tarafında, İslam tarafında durmuş, ancak açıklamalarıyla sağduyu ve barış mesajları vermiştir.
Orta vadeli politikalar açısından da ortadaki tablo benzer…
Türk dış politikası uzun süredir her yönüyle radikalleşme risklerinin altını çizen ve buna karşı global ve stratejik önlem almaya çağıran bir yol izliyordu. IŞİD meselesinin Irak'la sınırla olmadığını, bu bataklığın kurultulması için Ortadoğu bölgesinde Filistin sorunundan İslam-siyaset ilişkilerine değin siyasetin erdeminin, adalet ve demokrasi fikrinin altını özellikle çiziyordu.. Türkiye'nin AB üyeliğinin ifade ettiği medeniyetler ittifakına işaret ediyordu.
Siyasi iktidara yönelik eleştiriler doğaldır.
Bu eleştiriler dış politikası konusunda, örneğin Suriye meselesinde, IŞİD'le mücadele etkinliğiyle ilgili olarak, kullanılan dilin sertliğine dair yapılabilir.
Ancak görmek ve teslim etmek gerekir ki, Türkiye'nin savunduğu ılımlı yolun, İhvan, Hamas gibi ılımlı İslami hareketlerin Batı'nın girişimiyle geri itilmesi, dışlanması, terörist ilan edilmesi, bugün başka bir tür İslam-siyaset ilişkisine, yol vermektedir. Yeni radikal dalganın bu denli güçlenmesin besleyen yol veriştir ya da diğer ifadeyle bu boşluktur.
Nitekim yeni cihad dalgası pek çok Müslüman ülkede kök buluyor. Yemen, Nijerya, Sudan, Irak, Suriye ilk akla gelen ülkeler. Kök bulmasa da pek çok yerde taraftar ediniyor, bir cazibe merkezi oluşturuyor. En önemli hususlardan birisi de Avrupa'daki, Batı'daki Müslüman gençler arasında kendisine yol açmasıdır.
Sadece Fransa'da nüfusun 10'da biri bugün Müslüman. Sözünü ettiğimiz kitle göçmenler değil, Avrupa vatandaşları, yeni Avrupa kimliğinin, çok kültürlü bir kimliğin kurucu adayları.
Bu fiili durumun önünde ana yol sentez, etkileşim, entegrasyon olarak dururken, neden binlerce Avrupalı genç Müsmülam radikalleşiyor, İŞID saflarına katılıyor, Avrupa'da kanlı eylemlere imza atıyor?
Gözü kapalı AK Parti'ye saldırmak yerine bu soruyu sormalı muhalifler?
Bu soruların yanıtını ararken araçsallaştırma, Türkiye'yi bu sorun üzerinden germe büyük bir hata olur.