Mayıs ayı ortasında gittiğim Güney Afrika gezisinde beni en çok etkileyen konu şüphe yok ki, Hakikat ve Adalet Komisyonları uygulaması oldu. Elbet ben ilk değilim, Güney Afrika'nın çatışma çözümü deneyiminde tüm dünya açısından en dikkat çekici yön bu komisyonlar oldu, olmaya devam ediyor.
Geçen yazıda sözünü etmiştim. Güney Afrika gezisi heyetle yapıldı. Tespit ve gözlem amacı taşıyordu.
Gözlem ihtiyacının Kürt meselesinde devreye giren barış süreciyle daha da arttığına şüphe yok.
Nitekim Türkiye açısından ders verici bir çatışma çözümü örneği olduğu için bu geziye siyasi partiler her zamankinden çok önem verdiler. Biz gazeteci ve akademisyenler yanında MHP dışında her siyasi partiden üç temsilci yer aldı bu DPI gezisinde.
Hakikat ve Adalet Komisyonlarına dönelim… Etnik ve siyasi nitelikli çatışmalar bizde olduğu gibi pek çok ülkede, ölümler, hasarlar, cinayetler, faili meçhul infazlar, kaçırmalar, kayıplar gibi türlü insan hakları ihlalleriyle seyreder. Ve çatışma çözümü, barış anı sadece silahların susmasını, sadece çatışmayı engelleyecek yeni kodların oluşturulmasını değil, aynı zamanda kırılmış vazo parçalarının yapıştırılmasını içerir.
Kırık vazo parçalarının yapıştırılmasından kasıt, acıların telafisi, insan onurunun iadesi, af, entegrasyondur.
Güney Afrika çatışmalar ve eşitsizlikler tarihi açısından herhangi bir ülke değil. 300 yıllık bir tahakküm öyküsü var Güney Afrika'da. 1652'de başlamış 1996'ya kadar sürmüş bir öykü bu. Beyaz azınlığın siyahlar üzerinde 300 yıllık aşağılayıcı hegemonyasını solumuş bu diyar, ırk ayrımı politikalarını 1950 yıllarda resmileştirmiş, siyahları bile renklerine göre tasnif etmiş, her rengin hakkını ve sınırlarını yasalaştırmış. Yaşama alanlarının farklı, yapılabilecek işlerin farklı, temasın ise her anlamda mutlak olarak yasak olduğu bu düzen siyahları aşağılama üzerine çalışan dev bir makine olmuş yıllarca.
Ve elbet siyahların isyanı buna eşlik etmiş. Bu isyanın bastırılma çabaları acı ve kanla süslenmiş.
Apartheid rejimi ve Mandela'nın ANC'si arasındaki kavga onlarca yıl sürmüş…
1990'lı yıllarda ülkede "ikili iktidar hali" oluşunca, yani çatışmalar düzeni çalışamaz hale getirince ve her iki taraf kazanamayacağını anlayınca müzakereler başlamış. Ayrımcı yasalar kaldırılmış ve altı yıl süren görüşmeler sonrası demokratik ve eşitlikçi yeni bir anayasayayla Güney Afrika yenilenmiş. Zemin ana hatlarıyla bu… Şimdi gelelim bu öyküdeki Hakikat ve Adalet Komisyonları'nın yerine… Barış sonrası af meselesi bu komisyonlara start vermiş, nitekim müzakereler sırasında taraflar af konusunda hemfikir olmuşlar. Ancak bunun genel bir af olmasını istememişler. İnsanların affedilebilmek için bir gayret göstermesini, daha önemlisi affın onarıcı adalet ilkesine çerçevesinde bir telafi ve tedavi süreci olmasını arzu etmişler.
Komisyonlar böyle doğmuş… Ve (onlardaki) süreç gönüllülük esasıyla başlamış… Komisyonlar kurulmuş, mağdurlar ve faillerin gönüllü olarak bu komisyonlara başvurmaları istenmiş. Mağdurlar gelmiş, öykülerini anlatmışlar. Onlardan failleri affetmesi istenmemiş.
Diğer taraftan kimi failler gelmiş, sadece hakikatı anlatmışlar. Onlardan da özür dilenmesi istenmemiş. Öyküler ve itiraflar 18 ay boyunca kamuya açık bir şekilde yapılmış, radyo ve televizyonlardan yayınlanmış, bu yayınlar izlenme rekorları kırmış. 21 bin civarında mağdur öyküsünü anlatmaya gelmiş, 7 bin civarında da fail hakikati anlatma talebinde bulunmuş. Faillerden bini inandırıcı bulunmuş komisyon tarafından affedilmiş. Ancak asıl önemli sonuç Güney Afrika'da görüştüğümüz Hakikat ve Adalet Enstitüsü Direktörü Fanie du Toit'nın şu sözlerinde gizliydi:
"Üç yıl sonunda beyaz Afrikalıların yüzde 78'den fazlası apartheid insanlığa karşı suçtur, dedi. Bu komisyonun başarısıdır. Bu durumu ortaya çıkarma barış ve uzlaşma açısından çok önemliydi…" Toplumsal farkındalık ve toplumsal barış… Türkiye'ye gelelim şimdi… Tarih farklı, öyküler, dinamikler farklı… Ancak çatışma, acı, barış ve telafi ihtiyacı benzer… Hakikat Komisyonu benzer bir uygulamaya bizim herkesten çok ihtiyacımız var…
O günler de gelecektir…