Ali Bayramoğlu

21 Kasım 2013, Perşembe

Kutuplaşmadan gerginliğe…

Gerek siyaseti gerek zihniyeti açısından yaşadığı ağır bunalımları “kuvvet mikrobu”ndan, yani güç üzerinden “milli ya da ferdi fayda arama virüsü”nden kapan bu ülke için, karşı karşıya bulunduğumuz kutuplaşma koşulları yine yapacağını yapıyor. Tepkisel bir siyaset algısı öne çıkıyor.

Ülkelerin derin çatışma eksenleri olur. Bunları aşmak kolay değildir. Türkiye açısından da bakıldığında nasıl adlandırırsak adlandıralım, Doğu-Batı ya da dindar-seküler yaşam alanları ve değerleri hemen her zaman toplumun ve siyasetin merkezindeki belirleyiciler arasında yer almıştır. Ülkenin yaşadığı tüm değişim öyküsüne rağmen bugün "masa"da yine aynı mesele, aynı çatışma ekseni duruyor. Tartışmalar, kutuplaşmalar bu eksenin etrafında devam ediyor.

Asli çelişkiler etrafındaki kutuplaşmalar sosyolojik anlamda birer "çatışma"dır, "çatışma hali"dir. Kutuplaşmanın tahribatı işte bu noktada başlar. Siyasetin ana eksenini çatışma oluşturunca, güç merkezli tahlil, tavır ve beklentiler öne çıkar. "Güç", fikrin önüne geçer, iç sorunlar, iç dinamikler kutuplaşma bağrışları arasında ikinci plana düşer. "Güç"e endeksli siyaset algısı doğallaşmaya başlar. Toplumdaki görüşler kutuplaşır, kutuplar homojenleşir. Bu tablo bizde daha koyudur. Zira Türkiye toplum, siyaset ve özgürlükler alanının hâlâ sınırlı olduğu, ataerkil zihniyetin at koşturduğu, üstelik "Batı-Doğu kimliklerinin fay kırığı" hattı üzerinde yer alan bir ülkedir. Tablo koyulaşınca iç sorunlar unutulur. Herkesin figüran olacağı bir güç oyunu yaratılır. Sıcak toplumsal sorunlar, özgürlük, demokrasi, laiklik, vatandaşlık, yoksulluk sorunları bile bu güç arayışına kilitlenir; beteri alabildiğince bu sorunlar "sil baştan" ele alınıp tanımlanmaya çalışılır.

Zira "fayda kartları" yeniden karılır. Siyasi partilerden gazetelere, yazarlardan devlet birimlerine kişilerin ve kurumların çıkarlarından hareketle aldıkları pozisyonlar ile yaptıkları güç analizleri, attıkları demokrasi çığlıkları birbirine karışır. Bazı istisnalar dışında, taraflar tüm farklılıklarına rağmen "güce" endeksli "kimlik ya da millet çıkarı"nı ortak dil kılarlar. Gerek siyaseti gerek zihniyeti açısından yaşadığı ağır bunalımları "kuvvet mikrobu"ndan, yani güç üzerinden "milli ya da ferdi fayda arama virüsü"nden kapan bu ülke için, karşı karşıya bulunduğumuz kutuplaşma koşulları yine yapacağını yapıyor. Tepkisel bir siyaset algısı öne çıkıyor. Bu tepkisellik milliyetçiliğin her türünü, her tonunu besliyor… Öte yandan iç siyasette iktidarın meşruiyetine ilişkin çatışmalar, ufukta görünen asker-sivil gerginliği yine tepki merkezli faydadan hareketle şekillenecek, yeknesak bir tutuma mahkum olacak bir saflaşmaya işaret ediyor… İki tür tepkisellik, iki tür faydacılık, iki tür çatışma ekseni üst üste oturunca, ortaya çıkacak genel tabloyu tahmin etmek zor olmasa gerekir… Kanımız odur ki, bu durumun seçmen ittifaklarında, askersivil, devlet-siyaset, devlet-toplum ilişkilerindeki faturası köklü olacaktır. Aynı manzaranın "ataerkil" zihniyeti beslemesi de keza öyle. Zira ister milliyetçi kültür olsun, ister devletçi; kendisini içeriden dönüştürerek üretemeyen bir yapı, dış girdilerle kendisini yırtarak, parçalara bölerek olduğu gibi üretir. Ve bu koşullarda hem siyasal alanda hem toplumsal alanda "özgürlükler zemininin biraz daha kayması" kaçınılmaz olur. Daha bir ay önce bu ülkede yaşayan birçok kişi için, hatta belki de sessiz bir çoğunluk için, gücü ifade eden kurşun bir candan daha değerli görülmedi mi? Bu durum bir cepheleşme konusu olmadı mı? Bu cepheleşme içinde şiddet fikri dolaylı da olsa meşrulaşmadı mı? Tüm bunlar kişilerin siyaset algısının ve muhtemel seçmen davranışının alt yapısını oluşturmuyor mu? Siyasetçiler bu meseleye ilk seçimlerde gelecek oyları açısından bakmadılar mı? Demokratik reflekse sahip toplumlar bu tür tahribatları siyasetiyle, aydınıyla, kurumlarıyla en aza indirir. Türkiye ise bu korunmanın araç ve mekanizmalarından tümüyle uzak duruyor, hatta hedef kılınan, aydınlar örneğinde olduğu gibi, bu araç ve mekanizmalar oluyor.

SON DAKİKA