Siyasi gündemi her daim sıcak ve çeşitli olan bir ülkeyiz. Her tarih yaprağı siyasi açıdan bir öncekini aratmayacak kadar önem taşır bu toplumda.
Bunun nedeni, belki de, toplumsal bütünlüğü, demokratik düzeni, farklılıkların bir arada yaşamasını, hatta hukuk ruhunu hâlâ adım adım keşfetmeye devam ediyor olamamızdır.
Sivilleşme sürecinden geçtik, geçiyoruz.
Kürt sorunun da çözümü konusunda görülmemiş büyüklükte bir adım atılıyor.
Derin devlet meselesine el atılmış durumda…
Bu son konu özellikle önem taşıyor.
TBMM tarafından gönderilen iki ciltlik darbeleri araştırma komisyonun raporunu karıştırınca bu daha iyi ortaya çıkıyor.
Ergenekon soruşturmasının ilk dönemlerinde ifadeler gazetelere düşüyordu.
Merakla okuduğum ilk ifade Veli Küçük'ünki olmuştu…
Hakim karşısında birçok konuda soğukkanlı ve güvenli açıklamalar yapan Küçük'ün Tuncay Güney adlı bir şahıs söz konusu olunca sinirlendiği, soğukkanlılığını kaybettiği anlaşılıyordu. "Onunla devlet kurumları karşısında yüzleşmek isterim…" diyordu…
Bu durum o zaman dikkatimi çekmişti …
Hemen o günün akşamı, henüz tutuklanmamış olan Doğu Perinçek de Ulusal Kanal'da yine Ergenekon meselesiyle ilgili olarak, aynı isme Tuncay Güney'e yükleniyordu…
Bu da dikkatimi çekmişti…
Kimdi bu Güney?
Adı ilk kez 2001'de duyulmuştu…
2001 yılında bir araba dolandırıcılığı yüzünden gözaltına alındığı sırada verdiği, çapı dolandırıcılığı aşan, bugün Ergenekon şebekesini olaylar ve isimlerle adeta tek tek zikreden ifadeler vermişti…
Dönemin Organize Suçlar ve Kaçakçılık Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan bu ifadelerden sonra, o günün DGM savcısı bugünün İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'e bu işin üzerine gitmek için resmen başvurmuş ama "ifadeler çok soyut" gerekçesiyle ret yanıtı almıştı…
Güney'in ifadelerinin içeriği ve önemini gazeteci Şaban Arslan vasıtasıyla öğrendik…
Şaban Arslan sorunun merkezi hisseden, ısrarlı ve takipçi gazeteciliğiyle önce Tuncay Güney'i bulmuş, internet aracalığıyla ilişki kurmuş, ardından da başka bir kaynaktan 2001 tarihli ifadelere ulaşmıştı…
Bunları yayınladı.
Tuncay Güney ifadelerinde "ben 9 yıl boyunca Veli Küçük'ün mutemetliğini yaptım…" diyor, adı her geçtiğinde Perinçek, Küçük gibi isimleri paniğe sürüklüyordu..
Ardından Kanada'dan Mehmet Ali Birand'ın 32. Günü'ne bağlandı Güney…
Deli saçması bir görüntü verdi…
Ama ifadeleri okununca 2001 sonrası ortaya çıkmış ama bugüne oranla geçişte kalmış kimi olaylar doğrulanıyor, Susurluk dönemini içeriden yaşayan, kimi uzmanlarının fikrine başvurulunca ve hayati nitelikte oldukları söyleniyordu…
Ergenekon iddianamesinde adı en çok geçen listesinin dokuzuncu sırasındaydı Güney.
Adı tam 592 kez geçiyordu.
Güney 1991'de kendisinin de aralarında olduğu bir gazeteci heyetinin arkasına takılan iki tırla Talabani'ye silah götürüldüğünü söylemişti.
Delil CD'lerinden hareketle gazeteler o günlerde şu haberi vermişlerdi:
"Uğur Mumcu'nun öldürülmesine ilişkin Veli Küçük'ün evinde kimi belgeler ele geçti. Mumcu seri numarası silinmiş 100 bin silahın resmi otorite tarafından gayriresmi yollardan Talabani'ye gönderildiği öğrendi ve bu yüzden öldürüldü… Eşref Bitlis de Mumcu'dan 25 gün sonra öldü…"
Asıl soru ortada kaldı…
Doğru mu bu?
Bilmiyoruz, hâlâ şüpheleniyoruz…
1999 sonrası PKK Türkiye'den çekildikten sonra ve çekilmesi esnasında bir takım resmi kurum ve kişilerin lazım olur gerekçesiyle, bir miktar milatın**** ülkede tuttuğu, geri gelmesine yardımcı olduğu adeta mutlaklaşmış bir söylenti halinde…
Doğru mu bu?
Türkiye yeni bir dönemde Kürt sorunun çözümünü hedefleyerek, değişim ve dönüşüm hamlesinin ikinci evresine girdi, giriyor.
Açıktır ki, bu evre yeni dönemi kurmak kadar, hâlâ eski dönemin defterini tutmayı, yaptırım mekanizmasını hukuki çerçeve içinde sürdürmeyi, devlet ve derin devlet açısından "hakikat"i ortaya koymayı gerektiriyor.
Bu ipi hiç bir şekilde bırakmamak gerekir…
Yeni çoğulcu, çok-kültürlü, demokratik bir Türkiye eski tortulardan, aktörlerden kurtulmalı, suçlardan tümüyle arınmalıdır.