Siyasi gaflarda CHP'yle yarışmak mümkün değil bu ülkede. Askere kağıttan kule diyen Genel Sekreterler, Silivri kapılarından medet uman genel başkanlar… Bir CHP milletvekilinin "Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşitleyemezsiniz" sözleri son günlere damgasını vuran gaflardan birisi oldu. Askeri darbeye çağıran, ayrımcılığı alkışlayan, kriz siyasetinden vazgeçmeyen CHP aslında ülkede köklü bir siyasi damarın ne denli hasta olduğunu da ortaya koyuyor.
Cumhuriyet mitingleriyle, 30 Ağustos törenleriyle, 23 Nisan krizleriyle, toplumsal taleplere verilen irite olmuş reaksiyonlarla bu hastalık kendisini sürekli cephe görme, cepheleşme eğilimiyle gösteriyor. Cepheleşme temel olarak tehlike ve tehlikeye karşı seferberlik fikri üzerine kuruludur... Peki tehlike ne? Yanıt malum: Aynı anda ve birbirlerini tetikler bir şekilde laiklik ve ulusal bütünlük... Gerçekten de CHP'lilerin, Kızıl Elma'cıların, yeni cephecilerin, Aydınlık taifesinin, Kerinçsiz'lerin ortak paydası olan "tehlike" eşit ağırlıklı iyi ayak üzerine oturtuluyor: Laiklik ve ulusal bütünlük... Daha doğrusu ulusalcı laiklik, laikçi ulusalcılık bu iki ayağı bir araya getiriyor... Bakın nasıl? Bu yeni garip anlayışa göre "toplumsal, siyasal, ekonomik yeni her girdi, ideal düzende, özellikle laik dokuda gedik açabilecek unsur" olarak değerlendirilir. Siyasi eylem ise bu girdilere ve değişim dalgalarına karşı "sürekli seferberlik hali" olarak tanımlanır.
Böyle olunca, laiklik ilkesi "anti-emperyalizm", "ulusçuluk", "dış müdahale tedirginliği", "AB'ye karşıtlık", "sivilleşmeden endişe", "demokratikleşmeye mesafe" gibi tutumlarla beslenir, bunlarla iç içe sokulur ve bütüncül bir siyasi proje haline dönüşür. Saddam ve Esad dostluğu, ulus-devleti putlaştırma, militarizme tapınma, toplumu ve toplumsal değerleri bir endişe ve tehlike nesnesi haline getirme bunların tezahürü olarak karşımıza çıkar. Nitekim zihniyet açısından ulusalcılıkla tahkim edilmiş laik duruş, toplumsal olanı devlet alanı içine hapseder. Siyasete meşruluğu devletin kontrolü koşulunda tanır. Tam demokrasiyi muhayyel bir durum olarak görür, muhayyel olana ulaşmak için toplumsal iradeyle çatışmayı doğal ve kaçınılmaz kabul eder.
Ayrıca bu yeni dalgada sürekli seferberliğin bir gereği olarak "ideal laik aktör" kurgusu yapılır, bu politik projeye simgesel açıdan uyumlu insan tanımı etrafında kültürden tüketime, imaja uzanan ortak algı ve davranış kodları bir "toplumsal model"e dönüşür. Bu çerçevede "ideal kadın, ideal beden, ideal yaşam tarzı, ideal rejim" gibi unsurlar bir bütün oluşturur ve bir cemaatleşme eğilimi ortaya çıkar. Şunu özellikle görmek gerekir: Bu anlayışta laiklik, siyasi algının merkezini oluşturmakla kalmayıp, toplumsal örgütlenmenin temel siyasî aracı haline de gelir. Tehlikeye karşı birleşme güdüsü olarak örgütlenme ve güç arayışı totaliterlik kapısını aralar.
Zira İslami tehlikeye ya da iç tehdide, bölünmeye karşı örgütlenme hedefi, İslami kesim ya da diyelim Kürt kesimi dışındaki herkesin bir cemaat gibi hareket etmesi talebini gündeme getirir. Bu çerçevede yandaş ya da karşıt tanımı "samimiyet ve içeriden olma" esası etrafında "niyet ve aidiyet anlamaya yönelik köktenci bir çerçevede" yapılır. Bireylerin attığı adımlar "aidiyete fayda" açısından değerlendirilmekte, negatif ve pozitif yaptırım mekanizmalarını harekete geçirmektedir. Bireyden bu nispette ve "öteki yargısı" üzerinden kendisine yönelik bir rasyonelleştirme mekanizmasını kendi eliyle devreye sokması beklenmektedir. Bu anlayışta aralanan ikinci kapı doğal olarak otoriterlik kapısıdır..
Ama bu özel bir kapıdır, "ikameci otoriterleşme" kapısıdır... İkameci otoriterleşme hem verili yaşam tarzının, hem muhayyel toplumun muhafazası için demokrasi dışı mekanizmaların demokrasi referansıyla meşrulaştırılmasıdır. Bu yolla toplumu ve örgütlenmeyi ikame eden Türk Silahlı Kuvvetleri gibi kurumların siyasi faaliyetlerine zihinlerde meşruiyet kazandırmasıdır. Laikçi ulusalcılık, ulusalcı laiklik malum hastalığımızın aldığı son biçimdir. Zaman zaman milletvekili gaflarıyla da dışa vurur.