Türkiye'de 2000 öncesi çeşitli dönemlerin ortak paydasını çıkarmak mümkün mü?
Deneyelim...
Askıya alınmış toplumsal sorunlar, askeri vesayetin egemen olduğu devlet, siyaset üzerinde devlet hükümranlığı ve toplum üzerinde devletçi hakimiyet, toplumla bağları kopmuş siyasi partiler, bu boşluğu dolduran ideolojik-popülist nitelikli makro siyasi söylemler ve buna paralel olarak eğreti bir siyasi merkez...
Devletin değişimden gelecek tehlikeleri bertaraf etmek amacıyla değişimin taşıyıcılığına soyunmasını yücelten ve teşvik eden, bunu yaptıkça toplumdan ve siyasetten uzak duran faydacı bir değişimcilik...
Siyasi tartışmalarda ve kamplaşmalarda "atarekil bir reddiyetçilik" ile evcil, merkezci, iç dinamikleri küçümseyen, insanı, toplumu, ilkesel ve toplumsal siyaseti dışlayan, siyaseti dar çıkar alanına hapseden, evcimen, ama ilkel, hatta fakir ve "ittihatçı bir liberalizm" arasında bir kutuplaşma...
Bu üçlü blok ana hatlarıyla "eski Türkiye'nin meselelerini" tanımlar...
Bu meselelerin şekillendirdiği düzenin değişmesi 2002'de AK Parti'yi iktidara getiren genel seçimlerle başladı...
Bu seçimler sonrası yaşanan tüm siyasi gelişmeler, yapılan tüm reformlar, ülkeyi kuşatan tüm gerginlik ve çatışmalar üçlü bir keşfe işaret etmiştir.
Toplumun keşfi, siyasetin keşfi ve demokrasinin keşfi...
Şüphe yok, bu üçlünün birbirinden ayrılmadığı yeni bir düzen arayışı son 10 yılın gündemini oluşturuyor.
Toplumun keşfi bizler için iki anlam taşıdı.
Bunlardan ilk eski düzen tarafından bastırılan, dışlanan, tehlike olarak görülen toplumsal değerlerin siyasal ve toplumsal alanı kuşatmasıydı. Bu çerçevede inanç, kök, gelenek gibi pek çok temel toplumsal unsurun çağdaş bir hayatiyet kazanması, toplum-siyaset ilişkilerinin normalleşmesine işaret ediyordu. Bugün başörtüleriyle mahkeme salonlarına giren avukatlar bu normalleşmenin geldiği noktayı anlatır. Toplumsal keşfin ikinci anlamı, değişim ve reform süreçlerinde, siyasi kararlarda toplumsal meşruiyetin belirleyici hale gelmesi, iç dinamiklerin toplumun kaderini yönlendirmesidir. 2007 Temmuz seçimleri bunun açık örneğidir .
Siyasetin keşfi, açıktır ki, atanmış devlet aktörlerinin seçilmiş siyasi aktörler üzerinde kurduğu hükümranlığın sona ermesini ifade eder.
Bu sona eriş, siyasi kararların devlet tekelinden çıkması, siyasi alanın devlet alanı aleyhine genişlemesi, devletin sivilleşmesi ve yeniden yapılanması olarak karşımızdadır. Dış politikadaki esneklik, gizli anayasa ve hükümet programlarının devre dışı kalması, siyasi iktidarın toplum adına tam hükümranlığı bu keşfin sonuçlarıdır.
Demokrasinin keşfi ise, şüphe yok ki, ilk iki keşfin doğal bir sonuçlarından birisidir. Ama daha fazlasıdır.
Demokrasinin kendi başına bir toplumsal değer haline gelmeye başlamasıdır. Bunun göstergelerini şöyle sıralayalım: Devlet ve toplum karşısında insanın değer kazanması, temel hak ve özgürlükler alanındaki genişlemelerin farklı toplumsal kesimlerin ortak talebi ve paydası haline dönüşmesi, farklı toplumsal kesimlerin birbirlerini fark etmeleri, bu farkındalığın toplumsal kimlikte demokratikleşmeye ve tazelenmelere yol açması...
Alınan bu üçlü yol son derece önemlidir.
Ancak şunu bilmek gerekir, demokrasi istikametinde keşifler ve değişimler hiç bitmez.
İlginç değil midir bugün Türkiye'deki en keskin tartışmalardan birisi yine demokrasi üzerinedir. Demokrasinin eksikliği üzerine yapılan vurgular siyasi gündemde yine ön sıralarda yer almaktadır.
Peki neden?
Çünkü demokrasi toplum ve siyasetin keşfinden ibaret değildir. Toplumun taleplerinin ve güvenliğinin siyaset tarafından karşılanması, devletin bu istikamette şekillenmesi, akışın aşağıdan yukarıya olması, elbet demokrasinin gerekli bir koşuludur.
Ancak yeterli koşulu değildir.
Demokrasi aynı zamanda altını çizdiğimiz siyaset dokusunun işleyiş biçimine işaret eden bir "proses"tir.
İki seçim arası kararların alınmasında ve uygulanmasında demokrasinin yeri ve katkısıdır. Örneğin katılımdır, örneğin tartışmadır, örneğin eleştiridir.
Türkiye ilk açıdan bir demokrasi devrimi yaşıyor.
İkinci açıdan ise demokrasinin gerisinde kalıyor...
Velhasıl yol uzun...