Siyasi kelime dağarcığı açısından acınacak durumdayız. Koca siyaset âlemi üç-beş kelimenin etrafında dönüyor. Bu kelimelerden biri de "hain."
İktidar ya da muhalefet, kişi ya da parti, sağcı ya da solcu fark etmiyor; bütün siyasi aktörler, karşı tarafı hainlikle suçluyor.
Böylece herkes hain oluyor. Herkes hain olunca da, aslında kimse (gerçekten) hain olmuyor.
Madem öyle, neden hâlâ kullanılıyor? Aslında içi boşalan hain kelimesi, genel bir durumu işaret ediyor: Uzlaşmazlık durumu. Birbirimize hain dediğimizde, aramızda gerilim oluyor ve uzlaşamıyoruz.
"Bu sözlere aldanmayalım: Siyasiler birbirine hakaretler yağdırır; sonra da kol kola girer" diyeceksiniz.
Doğru. Zaten uzlaşmazlık ve gerilim sadece bugünlerin ayırt edici özelliği. Ahmet, Mehmet'e hain dediğinde, "Ben şimdilerde Mehmet ile uzlaşmak istemiyorum" demiş oluyor.
Yani iki taraf da gerilimin ve uzlaşmamanın kendi işine geldiği, hanesine artı puan olarak yazıldığını düşünüyor.
Ancak bu soğukkanlı hesaplar, dilsel bir sefalet içinde olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Hain aşağıya, hain yukarıya; varsa hain, yoksa hain.
Kolaycılığı seven Türkler olarak Britanya Kralı 3'üncü George'un basit formülünü uyguluyoruz: "Benim fikrimde olmayan herkes haindir."