"Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil" demiş Fuzuli.. O devirden bu güne değişen bir şey var mı?.
Her gün içimi fena halde rahatsız eden yığınla şeyle karşılaşıyor, yazmak istiyorum.. Sonra "Ne olacak yazacaksın da?.. Düzelecek mi" sorusu çakılıyor kafama..
Yazıyoruz.. Günlerce, haftalarca, aylarca yazıyoruz.. Herkes yazıyor..
Düzeliyor mu?.
Düzelme umudu var mı?.
Şimdi bakın..
Cumhurbaşkanı bile itiraz etti, fotoğrafa..
Önde Doğan Yurdakul, eşinin mezarına kürekle toprak atıyor.. Arkada cezaevi arabası.. Mezarlığa kadar gelmiş araba ve içindeki jandarmalar..
O cezaevi arabası ki, son günlerin çok korkunç bir simgesi..
Beş insan yandı içinde, canlı canlı.. "Kurtarın bizi" diye çığlıklar atarak..
Korkunç.. Nerden baksan korkunç..
Van'dan, İstanbul'a naklediliyor ikisi mahkûm, üçü tutuklu beş insan.. İfadeleri alınacak..
1700 kilometre yol.. de luxe otobüsle çekilmez.. O cezaevi arabası hücre gibi.. Tavana yakın hava deliği gibi pencereler.. Hücrede hiç değilse şilte vardır. Uyursun.
Bunda o da yok. Tahta sıra..
Üç gün üç gece orada öyle tüneyerek gideceksin..
Bunun adı dünyanın her yerinde işkencedir ve işkence günümüzde İnsanlık Suçu'dur..
Bu nakil daha uygar koşullarda yapılamaz mı?. Hadi uçağı geçtik..
Trenle olmaz mı mesela?..
Ya da nakil niye..
Kasetler, DVD'lerle kelleler aldığımız günümüzde, bu ifadeler, Van'da, kaydedilemez mi?.
Van'daki savcı ve yargıç olmaz.. İlle de İstanbul'daki.. O zaman, teknoloji çağında, konferans bağlanma, ya da internet üzerinden, sanık ve sorgucusu karşı karşıya gelmez mi?.. İnsanlık suçu nakliye yerine..
Bin tane çözüm varken bugün, çağ dışı kalmış, o rezillik nasıl sürüyor?..
O yangın olmasa.. Beş insan canlı canlı yanarak can vermese haberimiz olacak mıydı, sürdüğünden?.
Oldu da ne oldu?..
İşte 2 günde unuttuk..
Balık hafızalı bir medyayız biz..
Unutan.. Çabuk unutan..
Ya da işte böyle.. "Yazsam ne olacak ki" umutsuzluğu içinde, bir kez yazdığına bile pişman olan..
Bakın, bu cümleyi benden bin kez okudunuz..
Uygar bir ülkede yaşasaydık gerçekten, beş insanın canlı canlı yandığı günün akşamına kalmadan Adalet Bakanı "Bu işin sorumlusu benim" der ve istifa ederdi. O istifa yeni bakanın yönünü çizerdi.. "Derhal bu çağ dışı sistemi değiştir.."
Bizde sorumlu yok..
Var.. Zavallı jandarma..
Mahkûm mu, gardiyan mı belli değil.. O korkunç yolculuğa o da mahkûm çünkü.. Onun tek avantajı, daha aydınlık bir yerde oturuyor ve kilit altında değil. Kaza anında, hayatta kaldıysa, kaçabilir..
Kaçarken, yanan mahkûmlar ne olacak?.
Bakın.. Bu ülke düzeninde o zavallı jandarma biliyor ki, mahkûm kaçarsa başı derde girer, ama ölürse girmez.. Öyle eğitilmiş..
"Arabaya yanıyor, kaçın" diye kilidi açsa, mahkûmlar kaçsa, hapı yuttu.
Şimdi mahkûmlar öldü?.. Ne olacak?..
Hiçbir şey.. Düzen öyle kurulmuş çünkü..
Peki, kaç gün geçti aradan.. Adalet Bakanı'nın bu konuda ciddi bir açıklamasını duydunuz mu?. Kolları sıvadığı haberini aldınız mı?. Sayın Bakanın, böylesi ölümlere bir daha meydan verilmemesi için gerekli yasal tüm değişikliklerin en kısa zamanda yapılacağı garantisini bu ulusa verdiği haberi gazete manşetlerine çıktı mı?.
"Bu ülkeye bir adalet reformu lazım, anayasadan önce" diye yıllardır kaç kez yazdım..
Kılını kıpırdatan oldu mu?.
İktidar aldırmaz.. Muhalefet?.. Güldürmeyin beni.. Medya.. Hadi canım sen de..
Dadaloğlu'ndan beri de bu ülke değişmedi..
"Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.."
Not. Yazımı bitirdim gazeteden ayrıldım bir ekranda alt yazı okuyorum Adalet Bakanlığı uzaktan ifade alınmasını sağlayacak yönetmelik değişikliğini yaptırmış. Nihayet iyi bir haber, ayrıntıları yarın veririm.