FElEğİn çemberinden geçmiş, güzel yürekli, zarif bir hanımefendi.
Ama yaşadığı acılar yüzünde derin çizgiler bırakmış.
Fark etti mi bilmiyorum.
Hüzünlü öyküsünü dinlerken ağlamamak için kendimi zor tuttum.
İstanbul'un işgali sırasında İngiliz gemilerine 'sabotaj' düzenleyen bir deniz subayının kızıydı Engin Öztürk.
Dil Tarih ve Coğrafya okumuştu.
Eşi de ressamdı ve iki çocuklu yufka yürekli bir anneydi.
Kıbrıs Barış Harekatı'nda yaralı askerlere gönüllü bakıcılık yapmıştı.
Babasından kalan yüklü mirası yoksul ve çaresiz insanlara adadı.
Türkiye Devlet Hastaneleri ve Hastalara Yardım Vakfı'nı (HASVAK) kurdu.
Tam da tatile çıkacağı bir gün hayatının şokunu yaşadı.
Her şey iyi gidiyordu halbuki.
Çocukları ve torunlarıyla mutlu bir yaşamı vardı.
Nasıl olduysa o gün eli göğsüne gitmişti.
Pirinç tanesi kadar bir kitleyle karşılaşınca irkilmişti.
Doktora koştu hemen.
Bu işin şakası yoktu çünkü.
Acı gerçeği öğrenince dondu kaldı.
"Meme kanseri"ne yakalanmıştı.
Hem de hastalığın üçüncü evresindeydi.
Durum sandığından da ciddiydi.
Kendini ameliyathanede buldu ansızın.
Oysa tatil için ne güzel hayaller kurmuştu.
Bu haber karşısında nasıl bir tepki verilebilirdi isyandan başka?
Morali sıfırlanmıştı.
Ama yılmadı.
Hayata daha da sıkı sarıldı.
Uzun bir mücadelenin sonunda kanser belasını yenmeyi başardı.
HASVAK'ın yanı sıra şimdi Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın desteğiyle 20 ilde bulunan 60 derneği bünyesine alan "Kansere Karşı El Ele Federasyonu"nun da başkanı o.
Hastaların iyileşmesi için Büyük Allah'ın kendisine bir fırsat verdiğini söylüyor.
"Psiko onkoloji diye yeni bir tedavi yöntemi"nden söz etti Engin Hanım.
SABAH Ankara'nın bugünkü manşetinde okumuşsunuzdur.