Türkiye, 12 Eylül referandumuyla, "darbelere karşıyız" mesajını verdi. Aslında, paket, topyekûn bakıldığında, böyle bir anlam taşımıyordu ama, propaganda, bu söylem üzerine oturtuldu.
Gazetecilik yapmaya başladığım ilk günden itibaren, karşı çıktığım "vesayetçi rejim" 12 Eylül'de büyük bir darbe aldı. Adnan Menderes'i, idamının 49'uncu yılında teessürle anarken, "Menderes'i Zehirlediler" kitabımın önsözünden birkaç cümle aktarmak isterim. 1989'da yayınlanan bu kitabımda, Menderes'in intihar etmediğini ve oradaki askerler tarafından zehirlendiğini bazı belgelere dayanarak iddia ediyordum. Önsözde ise, ülkemizdeki darbe geleneğini ve "koruma-kollama" zihniyetini şu cümlelerle eleştiriyordum:
"Siyasi hayatımızda bunalım mı var... Siviller bir türlü işin altından kalkamıyor mu... Anlaşıp bir cumhurbaşkanı dahi seçemiyorlar mı... Terör ve anarşi giderek yaygınlaşıyor mu... Demokrasi rayından mı çıkıyor... Ülke uçuruma mı sürükleniyor?
Olduğun yerde dur Harbiye talebesi, yüzbaşım, albayım, generalim, Genelkurmay Başkanım! Vazgeç şu 'cumhuriyeti koruma kollama' sevdasından. Bırak milleti! O, paçasından çeksin aciz kalan, yolsuzluk yapan, başarısız olan politikacıyı. Asker süngüsüyle değil, milli iradeyle düşsün yöneticiler. Silâh çekme demokrasiye Mehmetçik! Sana 'Millet adına' deseler de inanma onlara. Millet aciz mi, sürü mü... Bırak millet kendi iradesiyle kurtulsun sıkıntılardan. Biz de kurtulalım, 'kelle koltukta yola çıktık' deyip, hep zirvedeki koltukları paylaşanlardan."