Bu yazının klişe engelli yazılarından biri olmaması için üzerinde çok kafa yordum. 'Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz" ya da "Önce yüreklerdeki, beyinlerdeki engelleri kaldırmak lazım' gibi rutin cümleler kurmak istemedim.
Önceki akşam O Ses Türkiye'de hem jüri üyelerine, hem de tüm Türkiye'ye duygusal anlar yaşatan Çiğdem Bezci'nin dramatik hikayesini değil, sadece sesini ve sahne performansını 'değerli' bulduğum için onu köşeme taşıdım.
Tabii ki trafik kazasında bir bacağını yitirmesi, buna karşılık Yüce Allah'ın ona altı parmaklı bir erkek evlat hediye etmesi, eşinin ona bir yıl boyunca hastanede 'bebek gibi' bakması herkes gibi beni de etkiledi. Ama öncelikle ve özellikle sesi... Tıpkı onu görmeden, sadece sesini duyarak dönen dört jüri üyesi gibi ben de en çok performansından etkilendim.
Biber acısının insan sesini terbiye ettiğini, bu nedenle Adana ve Şanlıurfa'dan iyi sesler çıktığını bilirdim de, 'hayat acısının' bir sesi bu denli 'mükemmel' kılacağından habersizdim. Bu kadar mı içli, bu kadar mı yürekten, bu kadar mı 'hakkını vererek' okunur?
Tabii ki elindeki koltuk değneği sadece sokakta değil, 'yarışmada da' yürümesi için ona yardımcı olacak. Ama tüm samimiyetimle ifade ediyorum ki; eğer Çiğdem'in her iki bacağı yerinde olsaydı bile, bugün bu köşede aynı sütunları işgal edecekti.