Tarihi Nevroz'un ön hazırlıklarını da gözlemlemek ve halkın nabzını, kutlamanın yapıldığı meydanın dışında da yoklayabilmek için bir gün önce geldim Diyarbakır'a. Mihmandarım her zaman olduğu gibi yine gazetemizin temsilcisi Hüseyin (Kaçan) kardeşimdi. Habercilikteki cabbarlığını zaten tartışmadığım Hüseyin aynı zamanda da bölgenin analizini en iyi yapabilen gazetecilerdendir. Ve çok şükür ki acayip de paylaşımcı bir adamdır. Siz sorarsınız, o da hiç yüksünmeden, "hık mık" filan etmeden, elinde ne var, ne yok olduğu gibi döker önünüze!
Bu defa da hazır madeni bulmuşken tuttum tabii yine zavallıyı soru yağmuruna! "Halk umutlu mu Hüseyin? Sürece inanıyorlar mı Hüseyin? Beklentileri ne seviyede Hüseyin? O mu Hüseyin? Bu mu Hüseyin?" falan derken Hüseyin en sonunda döndü ve dedi ki: "Abla niye beni boşuna yoruyorsun? Sürecin halktaki karşılığını görmek için gir internete ve son gelişinde kendi yazdıklarına bi bak! Ulu Cami önünde nabzını yokladığın insanların o günkü ruh haliyle bugünkü ruh hali aynı mı değil mi, sürece inanıyor mu, inanmıyor mu kendin gör!"
Hoş, 30 değil, topu topu 3 yıl geçmiş Diyarbakır'a son gelişimin üzerinden ama işte tam olarak neyi yazdığımı hatırlayamadım bir an. Ve hemen Hüseyin'in dediğini yapıp cep telefonumdan SABAH arşivine girip ve o yazıyı buldum. (http://www. sabah. com.tr/ Yazarlar/yukselir/ 2010/06/30/ ocalan _serbest_kalsin_pkk_ legal_ siyasete_gecsin )
Bi çırpıda okuduktan sonra da Hüseyin'e bakıp ona hiçbir şey demeden sadece gülümsedim. Evet... Sadece gülümsedim. Çünkü 3 yıl önce o fotoğrafta sizlere yansıtmak istediğim Diyarbakır gerçeğiyle ne kadar doğru bir gazetecilik yaptığımı gördüm!
Gülümsedim Hüseyin'e çünkü bu gelişimde karşıma çıkan Diyarbakırlının gözleri o günkü gibi nefretle bakmıyordu yüzüme ve objektifime... "Hadi bi resminizi çekeyim" dediğim her bir çift göz ışıl ışıl, pırıl pırıldı.
Gülümsedim Hüseyin'e çünkü o gün; "Biz de eşit yurttaşlık istiyoruz! Biz de anayasada köklerimize saygı istiyoruz! Evet, biz de yorulduk bu savaştan! Biz de kan ve ölüm görmek istemiyoruz artık bu topraklarda!" derken öfke kusan, her soruma bağrış çağrış cevap veren insanlar yerine ellerimi tutup, sımsıkı sarılıp, "İnşallah barış tamam! Bu defa çok yaklaştık! Az kaldı yeniden gönüllerimizin bir arada olmasına!" diyen insanlar gördüm.
Gülümsedim çünkü Diyarbakır'da o pis kara bulutlar yok olmak üzere ve iklim değişip, Akdeniz olmak üzere.