Bizim ev biraz kalabalıktır. Allah onlara sağlık versin ve başımızdan eksik etmesin, annem ve babam sırf, "Aman torunumuz yardımcı annelerin elinde büyüyüp de heder olmasın. Duygusal yoksulluğa düşmesin" düşüncesiyle evlerinin kapısına kilit vurup, bizimle birlikte yaşamayı tercih etti.
83 yaşındaki babam bacağındaki kemik erimesinin verdiği aşırı rahatsızlıktan dolayı geceleri zaten uyuyamaz. Eski toprak tabii, uyuduğunda da en geç sabah 6'da ayağa kalkar. Ara sıra takılırım hatta ona, "Komutan yine dimdik ayaktasın maşallah" diye...
İşte bizim evin o başkomutanının sabah uyanır uyanmaz ilk işi, apartman görevlimizin kapının önüne koyduğu bütün gazeteleri alıp, satır satır okumak ve sonrasında da kayda değer bulduklarını kahvaltı masasında annem ve onun yardımcısı İpek'e rapor etmektir.
Bu rutin dün sabah da hayat buldu aynı biçimde. Geçen cuma Nazlı Ilıcak'ın şahsıma dair kaleme aldığı ağır itham içeren yazıyı okuduklarında zaten üzülmüşlerdi.
Pazartesi sabahı benim ona verdiğim cevabı okuyunca da...
Dün ise kahrolmuşlardı.
Çünkü bir gün evvel Ilıcak'a hitaben zaman, tarih ve kanıt koyarak yazdığım ve buram buram habercilik kokan o keskin yazının karşılığında içeriği sadece hakaret dolu bir yazıyla karşılaşmışlardı.
Tontonlarım işte. Oturmuşlar, Nazlı Hanım'ın vidanjör, balkabağı, çamur, nokta, virgül v.s gibi ancak mahalle kavgasında edilen bol küfürlü yazısını kendi aralarında bir güzel kritik etmişler. Ve ne enteresan ki uyanınca bana tebliğ edecekleri ve benim asla reddedemeyeceğim o kararı almışlar.
Sözcü annemdi evvela.
"Bak kızım" diye başladı. Sonra da, "Nazlı Hanım'la ben aynı yaştayız. İkimiz de 66'yı devirdik. Baban da ben de bugün onun yazdıkları karşısında çok üzüldük. Çok fena. Senden bir ricamız var. Lütfen bizi kırma" diye devam etti.
Ben uyku mahmuru, tam yaşlı anacığımın ne demek istediğini kavramaya çalışırken araya komutan girdi. Elindeki bastonu birkaç kez indirip kaldırıp yere vurduktan sonra, "Sevilay... Kızım. Bu yazıya cevap verirsen sana hakkımızı helal etmeyiz!" dedi.
Hani sözün bittiği anlar vardır. Hani ne diyeceğinizi, ne söyleyeceğinizi, nasıl bir tavır alacağınızı bilemediğiniz anlar. Hani artık sizin kontrolünüzden çıkmış o anlar.
İşte öyle bir andı.
El mahkûm, kafamı sallayıp, "Peki babacığım" dedim.
Ardından onlarca telefon, yüzlerce mesaj aldım.
"Hadi Sevilay. Cevap ver şu Nazlı Ilıcak'ın yazdığı hakaretlere! Sana vidanjör demiş. Balkabağı, çamur, nokta, virgül demiş."
"O ne derse desin. Ne söylerse söylesin. Anacığımın, babacığımın hakları büyük bende. Her ne olursa olsun onların helalliklerini kaybedemem" demedim kimseye...
Kaldı ki, durduk yerde beni yandaşlık ve bu yandaşlık dürtüsüyle köşeyi dönmek için kalem oynatmakla suçlayan, aleni iftira atan ve sonra da sanki bu suçlamaları kendisi yapmamış gibi verdiğim karşılıkla şoke olup, "Aman Allah'ım dünyam karardı!" diyen Nazlı Ilıcak'ın safi hakaret dolu bu yazısına ne cevap verilebilirdi ki!
Onun o ağır ithamına karşılık verilecek cevabı zaten pazartesi günkü yazımda vermiştim.
Bu gazete çok büyük. Bu satırlar çok değerli.
Düşündüm de...
Sadece kendisini savunacak başka bir yol bulamayan acz içine düşmüş insanların çıkış yolu olan hakarete ve küfre sarılmış annem yaşındaki bir insana verilecek cevap ancak bu gazetenin büyüklüğüne ve saygınlığına gölge düşürür.
Üzgünüm ama benim tipik Anadolu ailesinden aldığım terbiye o gölgeyi düşürtmeme müsaade etmez.
Ve hatta yasaklar.
O yüzden lütfen beni affedin çok sevgili okurlarım. Lütfen bana anlayış gösterin. Benim için artık bu konu burada kapanmıştır! Çok sevgiler NOKTA!