İzlenen maliye politikasıyla Türkiye'de bütçe açığı son dokuz yılda yüzde 19'dan yüzde 3'e geriledi. Borç yükü ise yüzde 96'dan yüzde 3'ün altına düştü.
Böylece İngiltere ve ABD'nin kamu bütçelerinden çok daha sağlam bir Türkiye maliyesi ortaya çıktı.
Ayrıca İstanbul sermayesinin yoğun baskısına rağmen, AK Parti Hükümeti Türkiye'yi IMF hastanesine yatırmayarak, ekonominin, halkın seçtiği hükümet tarafından daha iyi yönetildiğini tüm dünyaya gösterdi.
Fakat gerileyen enflasyon ve düşen faizler, stokta mal bekleterek para kazananları ve yüksek reel faizle geçinmeyi alışkanlık haline getirenleri fena halde sinirlendirdi. Seçim sürecinde AK Parti'ye karşı bir cephe kuruldu.
Bu cepheyi kurduranların amacı, CHPMHP koalisyonu kurarak, ülkeyi, yine bütçe açığı yükselen ve borçlarına çok yüksek faiz ödeyen eski günlerine götürmekti. İşte bu cepheye, Türkiye'ye borç verenlerin toplandığı merkez olan Londra'da yayımlanan The Economist dergisi de destek verdi. The Economist'in başyazarı, Türkiye seçmenine, "Oylarınızı AK Parti'ye değil CHP'ye verin" önerisinde bulundu. Hatta Türkiye'de cinayetler işleyen darbecileri yargılamak için hazırlanan savcılık iddianamelerini birer abartılı komplo teorisi olarak değerlendirmekten de çekinmedi. "The Economist dergisi üzerinde niye duruyorsunuz, ne önemi var" diyebilirsiniz...
Ama durum öyle değil. The Economist dergisinin önemi büyük. Çünkü Türkiye'yi çifte vesayet sistemiyle kuşatmak isteyenlerin, bunun için de siyasette askeri vesayeti, ekonomide ise IMF vesayetini getirmeye çalışanların seçim sürecinde buluştukları yer The Economist oldu. Dışarıdan yayınlarla ve propagandayla Türkiye'de seçmeni etkilemeye çalıştılar.
Aynı 2008'deki dünya mali krizinde, yabancı basında bazı iktisatçılara "Türkiye batacak" dedirttikleri gibi, bu seçim öncesinde de başka oyunlar hazırladılar ve Türkiye'de çete ve darbe soruşturmalarını yapan savcıları komplo kurmakla suçladılar.
Öyle ki, The Economist, seçimden iki gün önce çıkan nüshasında da "AK Parti'yi kadınları üç çocuk yapmaya teşvik edip, aslında kadınları evin içinde tutmaya çalışan" bir düşünceye sahip bir siyasi parti gibi gösterip, kadınların AK Parti'ye ilgisini azaltmaya çalıştı. Oysa The Economist yazarları, AB'nin 2010 Türkiye İlerleme Raporu'nun 25'inci sayfasını okusalar, AK Parti döneminde kız ve erkek çocukların ilköğretimde okullaşma oranının Türkiye tarihinde ilk defa eşitlendiğini görecekler ve AB'nin övgüsüne tanık olacaklar. Ama işlerine gelmeyince AB raporuna da bakmıyor onlar.
Kısaca, Türkiye'de seçmen, yüksek faiz lobisi destekli cepheye dahil olan The Economist dergisine itibar etmedi. Türkiye'nin maliyesini düzelten, Türkiye'de devletin iki yüz yıldır ilk kez iki yakasını bir araya getiren AK Parti'ye üçüncü defa iktidarı teslim etti.
Mali disiplinden sapılmadığı takdirde, Türkiye ekonomisi güçlenerek yoluna devam edecek. Çünkü ısrarla risk olarak görülen cari açık, geçmişteki cari açığa benzemiyor.
Bu defa yapısı çok farklı. Şimdiki cari açık devlet bütçesinden kaynaklanmıyor. Özel sektörden kaynaklanıyor.
Özel sektör, kendi riskini en iyi kendisi yönetecektir. Zaten bugüne kadar da iyi yönetti. Unutmayın ki bu ülkede cari açıktan kriz çıksaydı, 2008'de çıkardı. Ekonomik kriz isteyenler, artık kendilerine cari açıktan daha akla yatkın bir bahane bulsun.