Dünya ekonomisi, farklı büyüme hızına sahip ülkeler olarak da artık ayrışıyor. Zengin ülkeler "yavaş", gelişmekte olan ülkeler ise "hızlı " büyüyorlar.
IMF'nin hesaplarına göre, 2011'de zengin ülkeler yüzde 2.5, gelişmekte olan ülkeler yüzde 6.5 büyüyecekler. Böylece gelişmekte olan ülkeler geçen yıldan 1.7 trilyon dolarlık daha fazla mal ve hizmet tüketecekler.
Peki bu iki farklı büyüme hızı dünya ekonomisini nereye götürecek? 2010'da üretimin yüzde 48'ini gelişmekte olan ülkeler yaptı. 2011'de gelişmekte olan ülkelerin dünya üretimindeki payı zengin ülkelerin payını geçecek. 20 yıl sonra, bugünkü satın alma gücü paritesine göre 78 trilyon dolar olan dünya üretimi 176 trilyon dolara çıkacak. Bu ek 98 trilyon dolarlık gelirin, 61 trilyon dolarını gelişmekte olan ülkeler, 37 trilyon dolarlık kısmını zengin ülkeler üretecekler.
Peki niye anlattık bütün bunları? Artık dünya gelirinin yarısından fazlasını üreten ülkeler arasında Türkiye de yer alıyor. Hatta Türkiye, Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Meksika, Güney Kore ve Endonezya ile birlikte dünya ekonomisinin gelişme yönünü tayin eden ilk sekiz ülke arasında bulunuyor.
İşte bu nedenle Türkiye'de seçimlerin ardından kurulacak hükümet çok önemli olacak. Halen Türkiye, satın alma gücü paritesine göre dünyanın en büyük 13'üncü ekonomisi olarak sıralamada yer alıyor. Türkiye'nin dünya üretiminde payını artırması için bundan sonra hata yapmaması şart.
Peki niye Türkiye artık hata yapmamalı? Türkiye hata yapmamalı çünkü gıda, maden, sermaye hareketleri, üretimin şekli, ticaret ve çevre konuları bundan sonra yanlış kararları kaldıramayacak. Doğru ve hızlı karar veren ülkeler kazanacak.
Gelişmekte olan ülkelerin yükselen gelirleri gıda tüketimini çoğaltıyor. Bundan da anlaşılıyor ki gıda üretiminin katma değeri bundan böyle sürekli yükselecek. Türkiye, tarım ve hayvancılığı öncelikli problemi haline getirip dünya gıda piyasasının en önemli oyuncusu olabilir.
Bu arada madencilik konusu da gıda dışı mallarda önümüzdeki dönemde en önemli alan olacak. Türkiye'deki ağır petrol, bakır, çinko, nikel, kurşuna olan talep hızla yükselecek. Tek bir örnek verelim. Gelecek beş yılda gelişmekte olan ülkelerin bakır tüketimi, toplam dünya tüketiminin dörtte üçüne ulaşacak. Geçtiğimiz on yıllık dönemde gelişen ülkelerin bakır tüketimi, dünya bakır tüketiminin üçte biriydi. Dolayısıyla Türkiye maden işletmeciliğini hızla devreye sokmalı ve madenlerine sahip çıkmalı.
Sermaye akımlarına gelince... Dünya gelirinin yarısını üreten gelişmekte olan ülkeler finansal varlıkların ancak yüzde 19'una sahipler. Fakat dünyada sermaye akımlarının yönü de hızla değişiyor. 2010'da ABD'den gelişmekte olan ülkelere 500 milyar dolar yabancı sermaye geldi. Hızlanan yabancı sermaye akımları zenginlik getirirken, gelen sermayeyle birlikte varlık fiyatlarının hızla yükselmesi riskleri de beraberinde getireceğinden acil önlem alınması gerekiyor. Mali disiplinden kesinlikle sapma olmamalı.
Üretimde yüksek teknolojiye ağırlık verilmeli. Çünkü eski teknolojiler artık fakir ülkelere yönlendirilecek. Gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarındaki ticaret ağırlık kazanacak. Zengin ülkelerle ticaret göreli olarak azalacak. Dolayısıyla dış politika artık gelişmekte olan ülkelere göre tasarlanmalı.
Gelelim çevre konusuna... Günümüz dünyasında temiz hava ve temiz su çok önemli.Daha az enerji kullanan bir yaşam tarzı öne çıkıyor. Dolayısıyla karbon salınımının iyi fiyatlandırılması ve milli hesaplara yansıtılması şart. Çünkü ekosistem, bir katma değer olarak milli gelir hesaplarına girecek. Eğer çevreye önem verilmezse sürekli gerileyen bir milli gelirle karşı karşıya kalabiliriz.
İşte sıraladığımız bütün bu önemli faktörler nedeniyle yeni kurulacak hükümetin alacağı kararlar ve icraatları çok önemli olacak. Türkiye ancak doğru kararlarla dünya ekonomisinde üst basmaklara tırmanmayı sürdürecek ve bu ülkenin insanları ancak böyle daha kaliteli ve zengin bir hayata kavuşacak.