Mekteb-i Mülkiye yıllarımızda Çetin Ağabey (Altan) bir efsaneydi.. Kantin sohbetlerinin baş konusu, o günkü yazısı olurdu. Konuşmalara katılamazsanız, o gün Çetin'in (Mülkiye öğrencileri arasında adı Çetin'di. Sadece Çetin) yazısını okumadığınız anlaşılır, mahcup olurdunuz. Öylesi vazifeydi sanki, Çetin Ağabey'i okumak.. Ağabey deyişim, gerçek.. Yazları tatil için geldiğimde, Basınköy'de dayımlarda kalırdım. Çetin Ağabey de komşuları.. Sık sık bahçeye masa atar, sohbet ederdik. Çetin Ağabey'in oğlu ile dayımın kızı komşu büyüdüler.. Önce kardeş, sonra arkadaş, sonra sevgili, sonunda da eş oldular.. Ahmet Altan, kuzen Gülnur'la evlendi.. Yani "Ağabey" lafın gelişi değil, gerçekten.
O zamanı yaşayanlar ve Çetin Ağabey'in tiryakisi olanların hepsi ama hepsi bir yazısını ezber bilir..
İkinci sayfanın dörtte birini kapsayan köşesinde o gün, slogan gibi olan bir yazı çıktı.
5 kelime vardı, gerisi bembeyaz köşede.. Sadece 5 kelime..
"Bugün canım yazı yazmak istemiyor."
Çetin Ağabey'in yazdığı en sert yazıydı aslında.. Bir fantezi falan değil..
O yıllarda zaten gazeteciydim, ama Çetin Ağabey'in o beş kelimesindeki duyguları anlamam için, köşe yazarlığına başlamam gerekiyormuş..
Çünkü benim de ayni şeyi hissettiğim çok oldu.. Çok değişik sebeplerle..
Özel sebeplerle hissettiğim oldu.
Bazen yazamadım. Yazacak vakit bile olmadı bazen. Mesela ani bir ölümün ardından.. Ya da ben hastalandım. Hastanelerde yattım.. Olmadı..
Ama vaktim varsa ve yazabilecek durumdaysam "Gösteri devam etmeli" kuralına uydum hep..
Yazdığım gazetenin okurları içinde, bir, tek bir kişi bile "Bakalım Hıncal bugün ne yazmış" diye sayfamı açıyorsa, ona saygılı olmam, onun için yazmam gerekiyordu da ondan..
Kovid'den bu yana evde çalışıyorum. Çalışma odam alt katta..
Bugün alt kata inmek gelmedi içimden..
Federasyonda kıyamet kopuyor.. Galatasaray'da kıyamet kopuyor.. Türk futbolunda kıyamet kopuyor ve benim içimden yazmak gelmiyor..
Neden?.
Yazacaklarımın okur oyalamaktan başka işe yaramayacağını adım gibi biliyorum da ondan..
"Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil" demiş ya şair.. Aynen öyleyim, şu anda..
Her uygar ülkede olduğu gibi, bizde de 4 güç var.. Yasama..
Yürütme.. Yargı ve dördüncü güç.. Yani biz..
Yani medya..
Işıtan Gün adlı bir Galatasaray yöneticisi, spor dünyamızı Çernobil'e çeviren bir bomba attı..
Öyle bir açıklama yaptı ki, yer yerinden oynar..
Koskoca Meclis'te yüzlerce milletvekili, ülkede onca siyasi parti var. Hiçbirinden zerre tepki yok.. Yasama'nın üstünü çizdik..
Futbol Federasyonu bir soruşturma açmaya gerek bile görmedi. Spor Bakanı "Ne oluyor?" diye müfettişlerini göndermedi. Devlet Denetleme Kurulu'nu görevlendiren çıkmadı.
Işıtan Gün, resmen döviz ve vergi kaçakçılığını işaret ettiği halde, Maliye ve Hazine Bakanlığı da konuya girmedi.
Yani Yürütme'nin de üzerini çizdik.
Peki ya Yargı..
"Savcılığa açık ihbar" diye manşet yazısı yazdım ben. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısını ve 6222 Sporda Şiddet Özel Savcısı'nı göreve çağıran..
Onlar da aldırış etmediler..
"Alo Hıncal Bey, ne diyorsunuz siz?" diyen bile çıkmadı.
Yargı'nın da üstünü çizdik..
Geriye kaldı dördüncü güç.
Işıtan Gün'ün açıklamalarını hemen her gazete manşetten girmişti.
Ama benim medyam balık hafızalıdır.
Bugün yazdığını yarın unutur..
"Yahu hani biz manşetten girmiştik, ne oldu o işin sonu?" diye merak eden ne bir muhabir, ne bir yazar, ne bir spor müdürü çıkar..
Olayda gelişen tek şey ne?. Söylesem inanmazsınız..
Bir suçlu buldu birileri..
Raporun sahibi Işıtan Gün..
Galatasaray'dan ihracı için imza toplamaya başladılar.
Işıtan'ın raporuna dayanarak, başta Galatasaray, kulüplerin, menecer denen bazı kişiler tarafından nasıl soyulduğunu anlatan Başkan Burak Elmas bile sustu. Ya da susturuldu.
Futbol Federasyonu bile susarken, eskisi Nihat Özdemir de, yenisi Servet Yardımcı da kelime etmediler ve benim medyam "Neden susuyorsunuz efendiler?. Hepiniz mi ortaksınız soyguna?. Yoksa neden göz yumuyor ya da Işıtan Gün'ün açıklamalarının yalan olduğunu düşünüyorsanız neden onu ceza kurullarınıza ya da mahkemeye sevk etmiyorsunuz" demediler.
Çünkü benim balık hafızalı medyam, bugün yazdığını yarın unutur.
Haber takibi denen mesleğin ana kuralı bizde yoktur.
Yazarlar ve unuturlar.
Şimdi siz söyleyin sevgili okurlar..
Bu ortamda, hiçbir işe yaramayacağını bile bile yazmanın anlamı var mı?.
Bir büyük mali ve idari skandal, bir devasa spor ve futbol utancı, bu ülkenin 4 gücünden 4'ünü de zerre ilgilendirmiyor ve bu ilgilendirmeyiş ve sessizce geçiştirişin hesabını kimse sormuyorsa, söyleyin yazmanın anlamı var mı?.
Peki anlamsız olduğunu bile bile yazmak, içinizden gelir mi?.
Benden bugünlük bu kadar.. Sözü, Alaçatı Ot Festivali'ni izleyen ve izlenimlerini yazan Sevgili Kardeşim Can Sayın'a bırakayım da biraz keyiflenin hiç değilse..
Ben okurken, "Keşke izin alsaydım da Can'la beraber ben de gitseydim" dedirten güzellikler yazmış çünkü Can.. Ve ne güzel ki, bu ülkede "güzel şeyler" de bol oluyor..
***
CAN SAYIN ALAÇATI FESTİVALİ'NDE...
Festival de müthişti, Ayhan Sicimoğlu da...
İlk defa Çeşme Belediyesi tarafından başlatılan festival, normal olarak nisan ayında yapılırdı.
Bu yıl ilk defa marta alındı, Ramazan'a denk gelmesin diye.
Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran açış konuşmasında, "Mart ayında festival mi yapılır, diye eleştirenlere en güzel cevabı siz vermiş oldunuz" dedi, müthiş kalabalığı göstererek. Haklıydı. Tıklım tıklım dolu Alaçatı'nın otoparkında 300'den fazla otobüs vardı. Yurdun dört bir yanından gelmiş, 300 otobüs..
Alaçatı merkezde bir mart günü yürürken temmuz ayından daha fazla insan kalabalığı olduğunu şaşkınlıkla gördüm. Son iki yıldır Kovid nedeniyle yapılamayan festivale son defasında 1 milyon kişi katılmıştı.
Bu sene o rakam mart ayı olmasına rağmen birkaç kat artmış olmalı.
Hafta içi olmasına rağmen tezgâhların olduğu o cadde hıncahınç insan doluydu. Öğleden sonra kentin çeşitli otel ve restoranlarında resim, tekstil sanatları, mozaik, heykel, fotoğraf, karikatür ve Değirmen'de sanat sergileri vardı. Oralar da tıklım tıklım..
Akşamında, "Zeytin ağacı katliamına dur demek ve farkındalık yaratmak" amacıyla düzenlenen Zeytine Saygı Gecesi ve Zeytin Şarkıları konserine katıldık.
İkinci gün festivale katılan ünlülerin, yerel kıyafetli efelerin, zeybeklerin, derneklerin, yerel halkın ve festivale gelen misafirlerin de katıldığı Festival Korteji'nin geçişi vardı, belediye bandosu eşliğinde. Devamında Efeler ve Halk Oyunları ekibinin dans gösterileri.. Gene bando, yani canlı müzikle..
Bu arada halk da oyun havalarına katıldı.
İzmir'in modern kızları ile yörede yaşayan Roman kızların bir arada ve karşılıklı oyunlarına bayıldım da bayıldım. Ne güzel sahneydi bu..
..Ve ikinci gece.. Unutulmaz konser..
Festivalin kurucularından Ayhan Sicimoğlu, her konserinin başında sahneye çıkmadan kuliste orkestra üyeleriyle beraber kutsama ve teşekkür duası yaptıklarını ve bu duayı Mustafa Kemal Atatürk'e teşekkür ederek bitirip sahneye çıktıklarını anlattı ve o duayı seyircilerle paylaştı. O gece yağmur yağmasın, hava iyi olsun diye gün boyu annesinin duasını ettiğini anlatarak binlerce izleyiciye annesinin o duasını koro halinde söyletti.
Sonrası.. Müthiş bir müzik ziyafeti ve dans şovu.. Gurubun Latin Amerikalı dansçılarının gösterileri hepimizi nasıl coşturdu, tahmin edersiniz.
Sevgili okurlarımıza mutlaka bir Alaçatı Ot Festivali yaşamalarını ve rastlayacakları bir Ayhan Sicimoğlu konserini de asla kaçırmamalarını şiddetle tavsiye ediyorum.
cansayintr@yahoo.com
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Aptalın yanlışını düzeltme. Senden nefret eder. Akıllının yanlışını düzelt ki, seni takdir etsin.. Uzakdoğu deyişi
***
TEBESSÜM
Her kadının hayali, erkeğinin onu kucaklaması, yatağa fırlatması ve..
..Ve o mışıl mışıl uyurken, erkeğin bütün evi temizlemesi ve yemekleri pişirmesidir.