"Türk Yahudi Toplumu!.."
Bu ülkede onlara "Yahudi" demekten nedense utanır ve "Musevi" diyerek incelik yaptığımızı sanırız ama onlar "Aslını inkâr eden haramzade" lafımıza uyar ve kendilerinden her yerde ve her zaman "Türk Yahudileri" diye söz ederler.
İsrail'e giden, yerleşen ve İsrail vatandaşı olanları dahil, onlar hep Türk Yahudileri'dir. Aralarında Türkçe konuşur, Türkiye'deki gibi yaşarlar..
Gittim gördüm.. Modern Folk Üçlüsü'nün harika bir düzenleme ile söylediği "Jerusaleym" diye bir şarkı vardır. En sevdiğim MF3 şarkılarındandır. Tel Aviv ve Kudüs'te her plakçıda bu şarkının da içinde olduğu geleneksel Yahudi şarkılarının olduğu (Mesela Havana Gila) bir albüm aradım. Hiçbirinde yoktu. Ama hepsinde sözleşmiş gibi Orhan Gencebay ile İbrahim Tatlıses posterleri ve tüm albümleri vardı. Onlar satıyordu çünkü.. Ülkemizden giden Yahudiler, haftada ya da 15 günde bir toplanıyor, Türk yemekleri pişiriyor, kurdukları saz ve fasıl heyetleri ile başta İbo ve Gencebay olmak üzere alaturka şarkı ve türküleri çalıyor, söylüyor ve dinliyorlardı.. O zaman yazmıştım bunları..
Galatasaray, Maccabi ile oynamak için İsrail'e gitmişti.
O zaman maçlar televizyondan yazılmaz, hele yabancı maçlara ekipler yollanırdı. Dört beş yazar, hatta her biri bir kale arkasına iki foto muhabiri.. O maça giden bir arkadaş anlatmıştı.
"Tel Aviv'de stada girdiğimde kendimi Ali Sami Yen'de sandım. Çepeçevre sarı kırmızı bayraklar ve 'Re re ra... Ra ra ra' çığlıkları.." (Bu güzelim ve Galatasaray'ı bütün rakiplerinden ayıran tempoyu unuttuk. Şimdi Süper Lig'de diğer 19 takım gibi ayni laflarla tempo tutuyor, Ali Sami Yen!.) Türk Yahudi Toplumu Onursal Başkanı Bensiyon Pinto, işte böyle bir toplumun ebedi başkanıydı ve geçen hafta sonu ebediyete uğurladık..
Bay Bensiyon (Bay Vitali sayesinde öğrenmiştim, Türk Yahudilerinin ön isimlerinin önüne bugün bizde unutulan "Bay" sözcüğü konarak söz edilmeyi gelenek edindiklerini.. Soyadının Hakko olduğunu yıllar sonra öğrendim, o zaman "Şık" çıkılan Beyoğlu'nda özellikle kadınlar için şıklığın "Şapka" ile başladığını ve Bay Vitali'nin "Şen Şapka" diye kurduğu dükkânı sonra Vakko'ya çevirdiğini.)..
Ne diyorduk, Bay Bensiyon, anılarını yazmış.. "Anlatmasam Olmazdı" diye.. Kitap bende yok. Alıntıları Musa Kesler kardeşim Pazar Hürriyet'te derlemiş.. Ne iyi etmiş.. Bunları okumanız lazım, Türk Yahudileri'nin ne kadar Türk olduklarını iyi anlamak için. Ben de Musa'dan naklediyorum..
***
BAYRAM GÜNLERİ
Galata Kulesi civarındaki mahallede geçen çocukluğunu anlatıyor.
"Dini bir azınlık olduğumuzu pek anlamazdık.
Herkes tanıdıktı. Dar bir çevrede hem dindaşlarımızla yaşamak hem de geniş toplumla (Müslüman Türkler) ve diğer dini azınlıklarla kardeş gibi yaşamaktan olsa gerek kimliğimiz üzerine çok düşünmezdik.
Kimse de bize düşündürmezdi. Herkes o kadar iç içeydi ki hangi bayram Morislerin, hangisi Yorgoların, hangisi Mustafaların bilmezdik, ayırt etmezdik. Bayram, adı gibi bayramdı işte. Bazı bayramlar boyalı yumurtalarla, bazı bayramlar içi şekerli mendillerle, bazı bayramlar da hamursuzla geçerdi. Hepsinden nasibimizi alırdık. Hep beraber yaşamaya o kadar alışmıştık ki birbirimiz olmadan yaşayabileceğimiz bir mahalle düşünemezdik.
Şimdi ise herkes farklı bir ad duyar duymaz hemen karşısındakinin dinini soruyor."
İSRAİL'DE TÜRK ARAMAK
Pinto, okul için İsrail'e gittiği dönemde memleket hasretini Türk Yahudileriyle konuşarak dindirmek ister.
"En çok Güney Amerikalılardan arkadaş edindim. Biz Türkler sıcak bir milletiz. Kendimiz gibi insanlarla karşılaştığımızda mutlu oluruz. Bütün İsrail Yahudi idi ama benim derdim bir Türk'e rastlamak, onunla İstanbul'dan, Boğaz'dan ve yemeklerden konuşmaktı.
Anladım ki bir Türk'ün vatanını sevmesiyle bir başkasının vatanını sevmesi arasında dağlar kadar fark varmış."
TÜRK KISKANÇLIĞI...
İsrail dönüşünde evlenme vakti de gelmiştir. Ailesi "Tam sana göre bir kız var" diyerek müstakbel eşi Eti ile bir tanışma ayarlar. Pinto ile Eti'nin ilk yemeğe çıkmaları olaylı geçer..
"O gece Eti'nin üstünde uzun, kırmızı dekolte bir elbise vardı. Bundan hoşlanmamıştım. İsrail'de tecrübe ettiğim ve savunduğum serbest bir sosyal hayat ile Türk erkeği olmamın verdiği sahiplenme duygusu arasında gidip geliyordum. Evlendikten sonra Eti bir daha öyle bir kıyafet giymedi. Türk erkeği yanım ağır basmış demek ki..."
BENİM BAŞBAKANIM!..
İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Türkiye'ye geldiğinde onuruna bir yemek verilir. Türk heyetinden biri Pinto'ya, "Senin başbakanın sözünde durur mu?" diye sorar. Pinto bu olaya dair şunları yazar..
"Ben Türk isem benim başbakanım Türkiye'nin başbakanıdır. Bu adamların Yahudi olması, onları benim devlet adamım yapmaz; dindaşım yapar. Kimse Türklüğümden bir şey alamaz. Milliyetçiyim. Kendine 'Türk' diyen herkesi sarıp sarmalayan bir Atatürk milliyetçiliğidir bu."
..VE GALATASARAY!
Çocukluk ve gençliğinde futbolu ve Galatasaray'ı çok sever. Galatasaray altyapısında futbola başlar. Harika bir sol ayağı vardır.
Ama ne olduysa ayrılmak zorunda kalır.
Okumak için gittiği İsrail'de yeniden başlar.
"Yanımda getirdiğim Galatasaray eşofmanım ve ayakkabılarımla herkesin gönlünü fethetmiştim. Kızlar bana bayılırdı.
Çalımı basıp, golü atınca, tribünler 'Turki!..
Turki..' diye bağırırlar, maçtan sonra omuzlarına alıp tur attırırlardı.." Böyle bir Türk'ü kaybettik işte dostlar..
Başımız sağolsun Türk Yahudi kardeşlerim..
"Ne mutlu Türküm diyene" diyen Atatürkçü Bay Bensiyon.. Işıklar içinde uyu!.
***
BOZKURT DA GİTTİ!..
Bu gidişle yakında çoğunluk yukarda olacak.. Son zamanlarda arka arkaya o kadar çok sevdiğimi kaybettim ki.. Pazar günü ekrana "Bozkurt Kuruç'u kaybettik" yazısı düşünce bir kere daha dondum kaldım..
Ankara yıllarında en iyi dostlarımdan biriydi o..
Ben Yankı'da sıkı tiyatro yazıları yazarken (Bu "her oyunu izler yazardım" demek oluyor) Bozkurt Kuruç, Devlet Konservatuvarı'ndan mezun olmuş ve Devlet Tiyatrosu'na katılmıştı. Bir oyunda kısa bir rolde izlemiş ve bayılmıştım..
O ve onun gibi genç, ama mükemmel tiyatro adamı Raik Alnıaçık (İkisi de daha sonra Genel Müdür oldular) kısa zamanda yakın arkadaşım oldular..
Ama bence ikisi de hak ettikleri rolleri almıyordu. Bu yüzden zamanın belki de gelmiş geçmiş Devlet Tiyatrosu'nun en önemli oyuncusu, rejisörü ve Genel Müdürü Cüneyt Gökçer hakkında, sonradan okuduğumda "Bunları ben mi yazdım" diye okuyup utandığım yazılar kaleme aldım. Allah'tan ölümünden az önce yanına gittim. Elini sıktım ve özür diledim de içimde ukde kalmadı.
Bozkurt, oyuncu ve yönetmen olarak tartışılmaz sanatı ile basamakları adım adım zirveye kadar çıktı. Ama o gençleri asla ihmal etmedi. Geri çevirmedi..
Ankara Koleji temsil kolu, o zaman kendisi de öğrenci olan Pınar Kür'ün zamanı için çok ileride absürd oyunu "İki Başlı Adamın Tek Eli"ni sahneleme kararı alınca, Bozkurt Kuruç'a "Gelir bu oyunu sahneye koyar mısın?" dedi. İkiletmedi Bozkurt. Kolej'le bizim ev komşu olduğu için her provaya gidince, dostluğumuz kenetlendi. Oyunda başrolü, daha sonra televizyonun en ünlü spiker ve sunucularından olacak Esen Ünür oynuyordu. Işıklar içinde yatsın.
Bozkurt'la bir unutulmaz anım da askerde.. Ankara Muhabere Okulu'nda teğmen rütbesi ile Kurslar Alayı'nda son 6 ayıma başlarken Bozkurt'la Raik yedek subaya gelmezler mi?. Tenhalarda sarılıp öpüştük ama, açıkta askeriz..
Bir gece, tam da ben Kurslar Alayı nöbetçi subayıyım, öğleden sonra Bozkurt'la Raik yanıma geldiler ve "Hıncal biz bu gece tüyüyoruz.
Galamız var. Bizi idare et" dediler..
Nasıl ederim. Yemin töreni yapılmamış, günlük izin hakları bile yok..
"Ben sizin kaçtığınızı fark etmemiş olur, nöbet defterine de adınızı yazmam, o kadar. Gerisi size kalmış" dedim.
Saat 9'da yat borusu çaldı. Ben de 10'da zorunlu yatakhane teftişini yaptım.. Bir baktım bölüğün yarısı tüymüş. Bozkurt'la Raik'in arkadaşlarım olduğunu biliyorlar.
Onların tüyeceğini de duymuş olmalılar.. Yatakların yarısında, yorganın altına o uzun asker minderleri konmuş.
Kapıdan bakarsan yatakta biri var..
Sabah 5'te "Kalk" borusu.. 6'da kahvaltı. Oraya gittim ki, Bozkurt, Raik başta tüm bölük geri dönmüş.. Sabah bölüğü, komutana tekmil vererek teslim ettim.
"Nöbetimde vukuatım yoktur komutanım.." Bak bu defa bana haber bile vermeden tüydün Bozkurt.. Ne diyeyim ki..
Şöyle desem..
"Erken giden ahbaba selam olsun, Bozkurt!." Anladın tabii, senden bir hafta önce giden, seni eleştiren, bana tiyatro yazmayı öğreten Özdemir Nutku ağabeyimiz başta..
***
HAKEMLİĞİN UTANÇLARI...
Galatasaray'ın başına sanki Fatih Terim'i daha ilk gün, ilk dakikada aratma görevi ile yollamış Pep Guardiola sanki..
A'dan Z'ye her şeyi yanlış yapan bir hoca için ne diyebilirim ki..
Aslında bugün Domenec Torrent'i yazmam gerekirdi, o feci yanlışları yüzünden.. "Adeta maçı satmak için çalıştı" diyecektim, başlıkta.. Ama öyle bir hakem üçlüsü Erkan Özdamar, Aleks Taşçıoğlu, Erdem Bayık ve öyle bir VAR Hakan Ceylan ve AVAR Emre Eyisoy çıktılar ki, Torrent için, perşembe günkü Kasımpaşa maçını bekleme kararı aldım..
Ben bunca yıldır spor yazarım.. Bunca yıldır maç izlerim.. Bir takımı böylesine tutan, destekleyen bir hakem beşlisi (Dördüncü hakem hariç) görmedim.
Tarihinin belki de en kötü maçını oynayan Hatayspor'un kendi sahasındaki ikramını, Torrent iki eliyle birden geri çevirdi ama yetmedi.
Galatasaray gene de kazanıyordu ama, bir golü ofsaytı kaldırmayan yan hakem ve çağırmayan VAR ve AVAR'dan yediler..
Belli belirsiz ve sahada çalınmayan bir pozisyon için VAR çağrısı yapan ve hakeme "Penaltı" verdiren Hakan Ceylan, eğer adamsan, gelir benimle BeIN'de maçın filmini izlersin ve Kerem'e 18 içinde atılan çelme/tekme ve gene 18 içinde topu bırakıp Kerem'e yönlenme ve genç adamı bir darbe ile reklam panolarına yapıştırmanın hem de kırmızı kartlık bir hareket ve penaltı olduğunu tartışırız. Hem de tarafsız bir jüri önünde..
Galatasaray'ı adeta 10 kişi bırakmak için durmadan kart çıkardığını herkes gördü. Ama Hataylı Kamara ve Ruben Riberio'nun sahaya oyun oynamak değil, rakipten adam attırmak için çıktıklarını Hatay Hocası, çok sevdiğim Ömer Erdoğan bile gördü.. O çirkin, o ayıp aldatmacalarla kazandığın maç içine sindi mi Ömer?. Bütün ülkenin sevdiği ve saydığı Ömer'e bu sahtekârlar mangası yakıştı mı?.
Oyundan en az üç defa atılması gereken Kamara, Hatay formalı saha ve VAR hakemleri tarafından oyunda tutuldu.
Ruben'in faulünü çalmayan hakem ve golden sonra çağırmayan VAR attı senin bir golünü Ömer..
İkincisini de ofsayt bayrağını kaldırmayan ve kimseyi çağırmaya gerek yok, çizgiyi çekip golü iptal etmeyen VAR da bir başkasını..
Daha ne diyebilirim ki, bunca sahtekârlığı görüp "Gık" diyemeyen "Aciz" ilan ettiğim Nihat Özdemir Başkan'a ve devre arasında güya Avrupa'dan adam getirip seminer yaptıran adını bile bilmediğim, özel, seçme MHK Başkanı'na..
Hasta yatağında "Hıncal Ağbi, bunlar bize önceden planlanmış bir lig izletiyorlar" diyen Sevgili Kardeşim Kemal hayatta olsa ve bu maçı görse ne yapardı acaba?.
Levent Tüzemen, "Özdamar, G.Saray'ı resmen ezdi" demiş, yazısının başlığında..
Keşke öyle olsa Levent, keşke öyle olsa..
Özdamar, futbolun, sporun ruhunu ezdi, Hakan Ceylan denen, daha büyük ve asıl suçlu VAR hakemiyle. Özdamar'ın düdük çalıp çalmamak için 3 saniyesi var. Oysa Ceylan denen adamın elinde kayıt bandı ve süresiz zamanı var, çağırmak için..
Hatay'ın penaltısı için dakikalar sonra çağırmadı mı, Özdamar'ı..
Ceylan bir taşla iki kuş vurmayı, hem penaltı kazanmayı (Hatay formalı ya) hem de Alpaslan'ı attırıp rakibi 10 kişi bıraktırmayı düşünüyordu.
Ama Kerem'e gözü önündeki penaltıyı çalamayan Özdamar, eğer faul varsa, resmen sarı ve ardından kırmızı olacak kartı çıkarmaya korktu, alenen resmen korktu..
Ama Hakan Ceylan kararlıydı bir kere.. 82'nci dakikada hemen her ikili mücadelede kendilerini yere atan iki aşırı tahrikçi, iki gerçek atılmalık Kamara ve Ruben ikilisinden ikincinin yüzünü tutarak ve çığlık atarak (VAR'da ses de duyuluyor mu, yoksa Hatay'daki ölüyormuş gibi atılan çığlık Riva'dan da mı duyuluyor) kendini yere fırlatması üzerine Taylan'ı, VAR uyarısı ve direkt kırmızı ile dışarı attı, Özdamar..
Gidip bakmaya dahi gerek görmeden. Niye acaba?. VAR'a giderse ekran başındaki seyirci de görüyor olanı da, ondan mı dersiniz?.
Şimdi bu hakem beşlisini izleyeceğim Nihat (Güya) Başkan.. Ve de adını bilmediğim ve bilme gereği de duymadığım MHK Başkanı..
Bu beş adamı nasıl ödüllendireceksiniz ki, lig planlandığı gibi bitsin!..
***
TEBESSÜM
İki falcı bir kafede buluştular.. Birinci falcı, ikinciye "Senin yarının harikulade olacak" dedi ve sordu.. "Peki benim yarınım nasıl olacak?."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Yol boyunca öğrenmemiz gereken bir şey var. Başkaları için yaptıklarımızdan daha büyük bir şey yoktur.
Martin Luther King