Kafa dergisi bir "Tiyatro" Özel sayısı çıkarmış. Caner de kapmış.. Önce kendi okumuş, bana getirdi.. "Hıncal Bey harika bir dergi" dedi.. Önüme bıraktı. Akşam yemeğini ısıtmaya gitti. Ben de "Neymiş" diye bir karıştırmak istedim. Mutfağa gittiğimde Caner yemeği kimbilir kaçıncı defa ısıtıyordu. Çünkü Zihni Göktay'ın Lüküs Hayat yazısıyla başlayan dergideki 31 ayrı tiyatro insanı tarafından yazılan ve bir başka unutulmaz müzikal Keşanlı Ali ile sona eren 31 yazının tamamını okumuştum. Büyük boy 50 sayfa.. Ayni şey sizin de başınıza gelecek, eminim.. Denemek isterseniz, köşeme aynen aldığım enfes bir Pazar yazısı, Zihni Göktay'ın "Lüküs Hayat'la 28 yıl" yazısını okuyun.. Derhal en yakın gazete bayisine koşacaksınız, eminim.. Bulmanız zor olabilir. O zaman tıklayın..
www.kafadergi.com
***
1933 yılının Kasım ayında Lüküs Hayat, ilk temsiliyle sezonu başlatır.
Darülbedayi dergilerini kaynak gösterecek olursak, 1933-34-35 ve 36 yıllarında kapalı gişe oyun devam eder. Olağanüstü bir durum!
Yıl 1984, aylardan Kasım. İBŞT'de (İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları) tatlı bir telaş, bir koşuşturma ve heyecan var. Çok geçmeden olay aydınlandı. Hepimizin merakı giderilmiş oldu. Karnımızın şişi indi, rahatladık!
Meğer, o tarihlerdeki Genel Sanat Yönetmenimiz Sn. Gencay Gürün Hanımefendi, o sezonun repertuvarına ünlü ve klasik Türk opereti "Lüküs Hayat"ı almış. "Lüküs Hayat"ın 1932 yılından 53 yıl sonra, doğduğu yuvasında tekrar hayata geçmesi tüm İBŞT çalışanlarını sevindirdi.
Ekrem ve Cemal Reşit Rey kardeşlerin yapıtlarından, operetler devrinin ikincisi olan Lüküs Hayat -birincisi Üç Saat operetidir- operetinin tekstini Ekrem Reşit Rey yazmıştır. Cemal Reşit Rey de bestelemiştir.
Şarkı sözlerinin bazıları ki özellikle operete adını veren Lüküs Hayat şarkısıdır ve yıllarca Türk seyircisinin dilinden düşmemiştir.
Değerli oyun yazarı ve gazeteci, aynı zamanda ünlü şairimiz Nâzım Hikmet'in arkadaşı, rahmetli Refik Erduran'ın yıllar sonra açıkladığı üzere Lüküs Hayat'ın şarkı sözlerinden bazıları Nâzım Hikmet'e aittir -ki doğruluk payı büyüktür. Çünkü operetin alt metninde gizli bir hiciv, Batılılaşma dönemindeki sınıf atlama çabası ve çatışması vardır. Bu da Nâzım Hikmet'in ideolojisine çok uygundur.
Peki neden Ekrem Reşit Rey yazmamıştır diyecek olursanız, şöyle:
Operette 32 adet şarkı, solo, düet, koro olmak üzere söz var. Öte yandan cumhuriyetimizin 10. yılı nedeniyle Cemal Reşit Rey, Atatürk'ün ısmarladığı 10. Yıl Marşı'nı 29 Ekim tarihine yetiştirmek telaşında. Bunun üzerine Rey kardeşler, Darülbedayi'nin -güzellikler evi" entendantı, başrejisörü yani bugünün genel sanat yönetmeni, ustamız Muhsin Ertuğrul'a gider ve şarkı sözlerinden bazılarını yetiştiremeyeceklerini bildirirler. Muhsin Usta da İstanbul valisi ve belediye başkanına verdiği sözü yerine getirmek, opereti 1932-33 tiyatro sezonuna yetiştirmek çabasındadır.
Ne yapalım, nasıl yapalım derken Muhsin Bey'in aklına o sıralarda Tepebaşı Dram Tiyatrosu karşısında, Meşrutiyet Caddesi'nde bulunan Büyük Londra Oteli'nde kalmakta olan arkadaşı Nâzım Hikmet gelir ve hemen Nâzım'a giderek durumu anlatır, rica eder. Nâzım Hikmet de "Tek şartla kabul ederim; afişlere, programlara, broşürlere benim adımı yazmayın. Başınız derde girer. Sakıncalıyım" der. Muhsin Bey de bu koşulları kabul eder ama emeğe büyük saygısı olduğundan, hiçbir kayıt altına alınmaksızın kendi cebinden 75 TL verir. (1984 yılının Kasım ayında Cemal Reşit Rey'in bana anlattığı gibi.) Bir kereye mahsus olmak üzere... Bu hadise yıllarca deşifre olmadan Refik Erduran'ın açıklamasına kadar gizli kalır.
Sonuçta 1933 yılının Kasım ayında Lüküs Hayat, ilk temsiliyle sezonu başlatır. Darülbedayi dergilerini kaynak gösterecek olursak, 1933-34-35 ve 36 yıllarında kapalı gişe oyun devam eder. Olağanüstü bir durum! O yıllar için bir rekor olur ve böylelikle operetler devri başlar Darülbedayi'de! Bu operetlerin tümünü Ekrem Reşit Rey yazmış, Cemal Reşit Rey de bestelemiştir.
Şimdi biz gelelim 1984-85 sezonuna. Sn. Gencay Gürün, müzikallerin yönetmeni Sn. Haldun Dormen'le görüşerek opereti yönetmesini rica eder. Sonuçta rol dağılımı yapılmadan önce düşünülen isimlerin müzik kulağına, ses kalitesine bakılarak eleme yapıldı. Bu jüride rahmetli Esin Engin, Önder Bali, Gencay Gürün ve Cemal Reşit Rey vardı.
Nihayet rol dağılımı panoya asıldı! 22 oyuncu ve 14 kişilik orkestra kadrosuyla provalara başlandı. Cemal Reşit Rey denetiminde üç aylık prova aşamasından sonra 6 Mart 1985 Çarşamba akşamı 20.30'da 52 yıl aradan sonra Lüküs Hayat tekrar perdelerini açtı. Büyük bir sükse yaparak ses getirdi. İlk günden itibaren biletleri karaborsaya düştü, gişesinde uzun kuyruklar oluştu. Ve aralıksız 28 tiyatro sezonu devam etti! Ta ki 16 Ekim 2012'ye kadar. Çünkü ben baypas ameliyatı geçirecektim. Böylelikle Lüküs Hayat bitti. Ameliyat oldum, bir yıl dinlendim ancak doktorlar Lüküs Hayat için izin vermediler. 2014'te Şehir Tiyatroları'nın 100. kuruluş yıldönümü için genel sanat yönetmenimiz kıymetli arkadaşım Erhan Yazıcıoğlu'nun görevlendirmesiyle Cibali Karakolu müzikaline başladım. Altı yıl kapalı gişe oynarken pandemi çıktı. Tiyatrolar kapandı. Belki nerede kalmıştık diye devam ederiz, kim bilir...
Gelelim tekrar Lüküs Hayat gündemine...
Rakamlarla Lüküs Hayat'ı masaya yatıracak olursak, oyun sayısı, turneler, İstanbul yaz temsilleri, Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu olmak üzere takriben 2.900 oyun, yine takriben 55.000 kilometre yol.. Düşünün dünyanın çevresi 40.000 kilometre diye biliniyor. İnanmazsanız ölçün!
Çağrıldığımız her yere teknik olanaklar elverdiğince gittik. Tam davet üzerine ABD'ye gidecektik ki o zamanki Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer ile Başbakanımız Bülent Ecevit arasında geçen bir diyalogdan dolayı, dolar fırladı, evdeki hesap çarşıya uymadı, turne iptal oldu.
Tam Yunanistan'a gidecektik ki siyasal bir kriz çıktı, o da iptal oldu.
Tabii başka şeyler de oldu...
Bu 28 yıl içinde aramızdan ebediyen ayrılan arkadaşlarımız oldu. Emekli olanlar, başka oyunlarda görevlendirilenler oldu. Vefat edenleri rahmetle, minnetle, saygıyla anıyorum.
Sonuçta benim de acı tatlı günlerim oldu. 1990 Ocak ayında annemi kaybettim. Ama mesleğime olan saygımdan, dolu salonun seyircisini geri çevirmemek için oyunu iptal ettirmedim. Neticede benim tiyatrom değil ki kapısına "Cenaze nedeniyle oyunumuz iptal edilmiştir" yazısını asayım. Kulise çıktım, ağladım. Sahneye çıktım oynadım. İngilizlerin dediği gibi "the show must go on!" sözüne uyarak...
Velhasıl benim dışımda başladığı günden son temsiline kadar 114 kişi değişti. Ben hiç bıkmadan, usanmadan oynadım. Böbrek iltihabı oldum oynadım. Siyatik oldum, kapıda ambulans bekledi. Seyircimizi geri çevirmedim, oynadım. Bilmem iyi mi ettim? Herhalde iyi ettim.
"Çeşme Meydanlı Külhanbeyli Bıçkın Rıza"nın tipine, karakterine ihanet etmeden dik durarak...
Benim tabirimle; kısık ateşte, altını yakmadan, sıcak tutarak, güncelleyerek, hafif politik taşlamalarla, sosyal çarpıklıklara değinerek... Fincancı katırlarını ürkütmeden, zülfüyare dokunmadan yeniledim.
Çünkü 1932'den bugüne kadar birçok espri ve olay zinciri bayatlamıştı. Oyunun iskeletine, entrikasına dokunmadan yaptım bütün değişiklikleri. Tiyatronun ve kendi başımı derde sokmadan eğlenceli ile faydalıyı harmanlayarak yaptım bütün bunları. Yalnız hemen altını çizerek ilave edeyim. Bu süslemeleri, bu kendimce deneme yanılma yöntemiyle koyduğum doğaçlamaları, sevgili dost, hocam, ağabeyim, müzikallerin usta ve büyük yönetmeni Sn. Haldun Dormen'in ve Sn. Gencay Gürün'ün hoşgörüsüne sığınarak yaptım. Arada bir bana darılır, kulağımı çekerlerdi ama uzun sürmezdi, öpüşür barışırdık. Bazen "Güncellemeleri, bu doğaçlamaları yapmasaydım 28 yıl sürer ve kapalı gişe gider miydi?" diye kendimi sorgulayıp içimi rahatlatarak günah çıkarıyorum.
Gelelim sahnede oyun sırasında başıma gelenlere...
Bir gün ikinci perdede sahnede tek başıma hesap yaparken, salondan olağanüstü konuşmalar, gülüşmeler, fısıltılar geliyor. Baktım ve anladım ki benimle ilgili değil olay, çünkü ben gülünecek bir şey söylemiyor ve yapmıyorum. Neyse, az sonra mesele anlaşıldı! Meğer sahnenin kenarında bir kedi girmiş, ışıklardan şaşırmış; ürkek bakınıyor. Açıkçası tiyatrocu tabiriyle rolümü çalıyor. Olacak gibi değil, hemen toparlanmam lazım. Sakin sakin kedinin yanına gittim ve eğilerek kendisine, "Arkadaş, sen yanlış yerdesin. Senin Broadway'de Cats müzikalinde olman gerek. Biz burada Lüküs Hayat oynuyoruz" diyerek kulise doğru korkutmadan uğurladım.
Bir keresinde de Lüküs Hayat'ın 17. yılını kutladığımız basın toplantısında, Akşam gazetesinden magazin muhabiri bir arkadaş, "Zihni Bey, Lüküs Hayat 17 yaşına girdi. Kutlu olsun. Yalnız Broadway'de Cats müzikali 16 yıl sonra bitiyormuş. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?" diye sordu. Ben de "Gayet normal. Zaten iyi bakılan bir kedinin ömrü yaklaşık 16 yıldır, çok doğal" diye yanıtladım, "Bize gelince Lüküs Hayat özlemi içinde, sınıf atlamak, köşeyi dönmek isteyen milyonlarca kişi var. Biz daha çok oynarız!"
Bütün bunların yanı sıra çok mutlu anlar da yaşadım. Şöyle ki oyunun genel provaları sırasında kızım Zeynep büyüdü. Tercihini armut dibine düşer örneğiyle baba mesleğinden yana yaptı. Müşfik Kenter başkanlığındaki Haliç Üniversitesi Konservatuvarı'nı bitirerek, çok sevdiği Müşfik Hocası'ndan diplomasını aldı. Müşfik ağabeyimi de saygı ve rahmetle anıyorum..
Ben Eminönü Halkevi'nde yetiştim, alaylıydım. Zeynep okullu oldu. Şu anda 12 yıldır baba ocağında, İBŞT'de oyunculuk yapıyor ve ne güzel bir tesadüftür ki "Hisse-i Sayia" adlı evlilik komedisinde kızımı oynuyor, dört sezondur. Evlendi, Zeynep Göktay Dilbaz oldu, damadım Uğur Dilbaz da aynı oyunda eşini oynuyor.
Daha bitmedi.. Lüküs Hayat başlarken altı yaşında olan oğlum Ömer Göktay, orkestra çukurunda şef piyanist Önder Bali ağabeyimizin yanındaki taburede bizi seyrederken büyüdü. 11 yaşında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Klasik Batı Müziği Klarnet Bölümü'nü kazandı, bitirdi. O da şimdi baba ocağında, farklı kulvarda; İBŞT orkestrasında... Son altı yılda Lüküs Hayat'ta bana eşlik etti, ne mutlu bana!
"Askerlik peygamber ocağıdır" derler ya Şehir Tiyatroları da baba ocağıdır... Daha çok anılar, ayrıntılar var ama "Uzatmayalım sözü, söndürmeyelim közü!" deyimine kulak vererek bitiriyorum.. Haaa az kalsın unutuyordum; oyunun başlangıcından bitişine kadar 28 yılda beş kez kostüm yenilendi.
56 kiloyla başladım, 107 kiloyla bitirdim. 40 yaşında başladım, 68 yaşında pes ettim. Söylemeden geçemeyeceğim; Guinness Rekorlar Kitabı'na bir oyunu 28 sezon gibi uzun süre oynayan oyuncu olarak aday gösterildim.
Sevgili KAFA okurları, kafanızı şişirdiysem bağışlayın. Şu pandemi günlerinde, PCR testinizi yaptırıp, dört aşınızı olduktan sonra, maskeli mesafeli ortamda tiyatroyu da ihmal etmeyin! Sağlık dolu, mutlu günler dileyerek saygılar sunarım.
LÜKÜS HAYAT VE BEN!..
Zihni'nin anlattığı 28 yılda Lüküs Hayat'ı ben de açılış gecesinden başlayarak 28 kez seyretmiş, dinlemişimdir. Çünkü.. Bir defa müziğine bayılırım. Önder Bali'nin yönettiği Şehir Tiyatroları Orkestrası harikaydı. Büyük müzikal hastası ve ustası Haldun Dormen de sahneye koyunca, yeme de yanında yat..
Zihni'yi unutmam bir.. İlk temsillerde yer alan Suna Pekuysal'ı unutmam iki..
Bir de unutulmaz anım var..
Galatasaray gündüz oynamış, kazanmış ve şampiyon olmuş.. Temsil sonunda kulise gidip felaket Galatasaraylı Önder Ağabey'i iki kez kutlayacağım. Yerim en önde ama orkestra çukurunun içi görünmüyor. Önceki temsillerden biliyorum.. Zaman zaman şefin sopasının ucu çıkıyor yukarı o kadar..
O gece de çıktı şefin sopası çukurdan.. Ama ucunda bir Galatasaray bayrağı var. Önder Ağbi tiyatroya gelirken, yolda bir elde sallanan Galatasaray bayrağı almış. O bayrakla Lüküs Hayat orkestrasını yönetiyor..
"Ne ömür şey, oh ne rahat
Bak keyfine yan gel de yat!."
O gece Galatasaray'ı ve Galatasaraylıları yatırmak ne mümkün Önder Ağbi!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR