Yavuz Donat kardeşime Medipol Üniversitesi Öğrencileri "Haberin Kahramanları/Meslek Onur Ödülü" vermişler..
Dünkü yazısında "Gidip alamadım. Özür dilerim" diyordu Yavuz!.
Nasıl alsın ki.. Adam gerçekten, aslında köşe yazarıyken ve evinden dışarı tek adım atmadan yazılarını yazıp keyfine bakacakken, Evliya Çelebi gibi her gün yolda.. Neden?.
Aldığı ödülün adına bakın..
"Haberin kahramanı.."
Haber yoldadır, ofiste ya da evindeki koltukta değil.. Yavuz köşe yazmıyor, haber yazıyor her gün, yurdun bir başka yerinden..
Ve de yazarken, hem halkla konuşuyor hem de halkın sorunlarını, o kentin atanmış ve seçilmiş yöneticileriyle.. Yani Vali/Kaymakam/Belediye Başkanı/Muhtar kimse onlarla.. Ve seçilmişleri yazarken ayrım yapmıyor. Hatta yazısında, o seçilmişin hangi partiden olduğunu dahi yazmıyor.
Onun için partisi değil, yaptıkları ya da yapmadıkları önemli..
Dünkü yazısından anlıyoruz ki, Yılmaz Büyükerşen ile sohbet etmiş.. Dünden bugüne nasıl değiştiğimizi, genç kuşakların bizden ne kadar ilerde olduklarını, Büyükerşen'in ağzından anlatmış.
Eskişehir'i yeniden yaratan adamdır Yılmaz Hocam.. Çok yazdım bu sütunlarda. Önce bir üniversite, sonra da mezun olan gençlerin kaçıp gideceği değil, yerleşip kalmaya can atacakları harika bir kent yarattı.. Anlatmak, yazmakla bitmez.
Gidip görmek lazım..
Yılmaz Hoca'nın babası belediye memuru imiş. Toplantılarda notlar alırmış. Eski Türkçe, yani Arap alfabesi ile. O alfabe steno gibidir.
Konuşmaları kelime kelime yetiştirirsin. Sonra evde oğul Yılmaz, eski bir daktilo ile onları kâğıda dökermiş..
Bizde de aynisi olurdu. Babam yazılarını, hatta kitaplarını o kolay ve hızlı Arap alfabesiyle yazardı, sonra ben daktilo başına geçerdim. O okurdu, ben yazardım..
Sağcı ve milliyetçi babamın kaleme aldığı MHP'nin adeta kutsal kitabı 9 Işık'ı, Mülkiyeli solcu ben daktilo ettim, mesela..
"Şimdi durum farklı değil" demiş, Yılmaz Hoca.. Cep telefonu mekanizması ile arası iyi değil. Bir aksilik oldu mu, torunu koşup geliyor, 10 saniyede işi bitiriyormuş.
Gene benim gibi. Ya cep telefonum ya da tabletimle her an başım dertte. "Caneeeerrr" diye bağırıyorum. Anında koşup geliyor.. Dakkada sorun çözülüyor..
Çünkü yeni kuşaklar onlarla doğmuş. Daha 1 yaşında ellerinde tablet veya telefon var.. Aradığı bir çizgi filmi anında bulup seyrediyorlar cep telefonundan, daha okula bile gitmeden.. Ben o cep telefonunun en ama en adisini, sadece ve sadece konuşmaya yarayanını "Bilim Kurgu" diye izleyerek büyüdüm.
Uzay Yolu/Star Trek'teki Kaptan Kirk'in cep telefonunu bugün bir delikanlı sevgilisine yılbaşı hediyesi diye verse, o tuğla gibi aleti kafasına yer, "Bana bunu mu layık gördün" diye.
1968 yapımı Uzay Yolu Macerası 2001, Stanley Kubrick'in dünyayı sallayan bilim kurgu filmiydi. Biri Oscar, 16 ödül kazandı.
Uzaya giden aracın bilgisayarına hayran kalmıştık.
Her soruya cevap veriyordu. O bilgisayar, devasa bir oda büyüklüğündeydi. Şimdi, onun yaptıklarını 100 misliyle katlayan, yapmadığı iş kalmayan bir bilgisayar, herkesin cebinde iyi mi?.
Bu nesle yetişebilir miyiz?.
Yavuz, Edirne'ye gitmiş.. Biz çocukken, bu yolculuklar adeta törenle yapılırdı. Bir defa mutlak yolluk hazırlanırdı. Yiyecek, içecek. Yumurta, dolma, her neyse. Soğuk yenecek şeyler ve de gazoz.. Eskişehir'de tadı hâlâ damağımda muhteşem bir salep ve tadına doyulmaz simit. Kompartımanın camını indirip, bir bardak salep, bir de simit alırdım. Batırıp yemeye bayılırdım ama, tren o kadar kısa kalırdı ki.. Adama bardağı geri vermek lazım.. Nerde şimdiki karton bardaklar..
Bin defa geçtim Eskişehir'den ama bir defa bile bitiremedim salebimi.. İçime öyle derttir ki, 82 yaşındayım, Eskişehir deyince aklıma hep o yarısından fazlasını geri verdiğim salepler gelir.
Şimdi treni kim düşünür Eskişehir'den Edirne'ye.. E-5 var.. TEM var, Kuzey Anadolu ve Çevre Otoyolu var.. Çıktın mı, 4 saatte gidersin..
Yavuz, "Yavuz Selim Köprüsü ve Kuzey Anadolu Otoyolu için 'istemezük' lobisi" diye yazmış. Kendisi o yolu kullanmış, Ankara'dan Edirne'ye gidip gelirken ve yol boyu yüzlerce TIR ve kamyon görmüş.. "O dev araçlar, TEM'den gitseydi, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü nasıl kilitlenirdi, bir düşünün" diyor ve "İstemezük" lobisini eleştiriyor.. Haklısın Yavuz, haklısın da.. Bunca, üstelik iktidar eğilimli gazete ve televizyon var.. Hangisi gitti, gördü, çekti ve anlattı bu müthiş otoyol ve köprünün ne işe yaradığını?.
İstanbul-İzmir'i 3.5 saate indiren otoyolu kim anlattı, kim yazdı?. Bu ülkede ne muhteşem işler oluyor.. İşte su tutmaya başlayan dünya çapında, kendi dalında dünya üçüncüsü Artvin Yusufeli Barajı.. Bir gazetenin bir muhabiri gidip, görüp yazdı mı, tamamen Türk mühendis ve işçileriyle yapılan bu akıllara seza eseri..
Sen gidip yazarsan oluyor Yavuz.. Bir de açılışı Başkan Erdoğan yaparsa.. Ama Başkan Erdoğan'ın konuşmalarında yardımcı olan başdanışmanlar hep bir taktik hatası yapıyor ve onun, açılan muhteşem eseri anlatmasından çok, muhalefete yüklenmesine yer veriyorlar. Gazeteler de ertesi gün, eseri değil, o siyasi polemikleri anlatmayı ve manşet yapmayı tercih edince, ne o köprülerden, ne o muhteşem otoyollardan kimsenin haberi olmuyor.
Yavuz, her gittiği yerde mutlak sokakta..
Halkın içinde. Onlarla konuşuyor..
Edirne'den Ardahan'a yazdığı hep ayni..
Seçim kimsenin umurunda değil. Hepsinin derdi "Ekonomi!." Eee!.. Ekonomi de bir yerde pandemiye bağlı..
Pandemiyle ilgili en doğru bilgi Sağlık Bakanı'ndan alınır. Arıyor Yavuz.. "Bakan toplantıda..
Aradığınızı ileteceğiz.." Ve tam 3 ay, Bakan hep toplantıda.
Yavuz, "Adım kadar eminim. Bakanın arandığından haberi bile yok" diyor..
Yemin ederim yoktur.
Sadece devlette değil, özelde bile.. Aradığımda anında döneceğini adım gibi bildiğim yakın arkadaşım bir işadamını aradım, öğlen vakti.
Sekreteri değişmiş.
Yenisi, "Biraz yorgun, istirahat ediyor" dedi. "Aman rahatsız etmeyin.
Yerine geçince aradığımı söylersiniz" dedim.. Üç gün oldu yerine geçmemiş hâlâ, iyi mi?..
*
Yazı uzadı, ama uzasın. Gazetecilik nedir, nasıl yapılır dersi veriyor her gün Yavuz. Onun yazılarını bu gazetede çalışan herkese mecburi okutmalı.. Pek okuyan olmamıştır diye, ayrıntılı yeniden yazdım zaten. Yılmaz Hoca ile aralarındaki son anekdotu naklederek bitirelim..
Yılmaz Hocam, "Eskiden en az 150 telefon numarasını ezbere bilirdim. Şimdi 3-5 telefonu ya bilirim ya bilmem" deyince Yavuz cevap vermiş..
"Ben de 300 civarında numarayı ezbere bilirdim. Mesela Demirel'in telefonu hâlâ aklımda 127 52 31. Tüfek icat oldu, mertlik, cep icat oldu ezber bozuldu!."
Aynen öyle.. Ankara'da evimize gelen ilk telefonun numarası 26 36 7 idi. Hayır yanlış değil. O zaman telefonlar 5 rakamlıydı.
20 yıldır salonumda duran bugünkü telefonumu soruyorsan, durun.. Cebimin hafızasına sorayım. Vallahi de tallahi de ezbere bilmiyorum çünkü..
***
ÇELİK PALAS'TAN İYİ HABER!..
Çelik Palas, çocukluğumun en güzel anıları içinde yer alır.. Dünyaca ünlü Termal Otelimizdi. Hem de fena halde lüks.. O zaman Bursa'dan ayrı bir şehir gibi duran Çekirge'nin de simgesiydi.
Biz Bandırma'daydık. Büyük teyzem Cumhuriyet'in ilk hocalarından, Resmiye Teyzem de Çekirge'de öğretmen.
Necati Dayım, Bandırma'ya bizi ziyarete gelirdi ara ara ve ağbimle beni Bursa'ya ilk o götürdü.
Resmiye Teyzemde kaldık. Sonra Bursa'da ünlü bir Tayyare Sineması vardı.
Oraya gittik. O zamana dek, Bandırma'da sandalye dizilmiş yazlıklar, bir de minik kapalı bir Orduevi sineması vardı.
Tayyare bana devasa gelmişti. Sinemadan önce gene ünlü, Yeşil mi, Mavi mi, bir Köşe kebapçısına gitmiş, nasıl tıka basa yemiştik..
Ardından hemen sinema.. Film de uzun muydu ne?. Dönüşte otobüsle Çekirge'ye gidiyoruz, midem bulandı. "Dayı kusucam" dedim. Dayım da Kilis aksanı ile dalga geçti. Şaka ediyorum sanmış.
"De kuusss!." Der demez yanımda duran biletçinin bacağına boşaldım.. Biletçi de dayıma sardı.. "Küçücük çocuğa 'Kus' denir mi" diye. Yıllarca aile içi dışı, anlatıldı bu hikâye..
Adı efsane Çelik Palas'a da götürdü dayım bizi. Babamla haftada bir Bandırma'da Çarşı Hamamı'na giderdik.
Keseler kiri lif lif akıtırdı.
Çelik Palas'ta meğer temizlenme değil, şifa hamamı varmış.. Termal..
İçinde koca bir havuz. Yerin içinden gelen doğal sıcak su ile dolu.. Ne hoşumuza gitmişti..
Kurnaya akan musluk da doğal sıcak..
Bursa'yı ve Bursalıları o gün bugün ayrı severim.. Tabii, rahmetli Orhan'la (Mizanoğlu) beni linç etmek için bekleyen futbol fanatikleri hariç.. Üstelik maçı da Bursa kazanmıştı.. Peşimizden kovalarken, her şeyi göze alan bir taksici yanımızda durmuş ve "Hemen atlayın" demişti de, hastanelik olmaktan kurtulmuştuk..
Kısmet olursa Çelik Palas'a mutlak gideceğim.. Hâlâ Bursalı dostlarım var ayrıca..
***
BRAVO SOYER BAŞKAN!..
İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer'i yürekten kutladım, Öcal Ağbimin mailini okuyunca.
Bu sene 40'ıncısı yapılacak İzmir Tiyatro Günleri, 27 Mart'ta başlayacak ve 7 Mayıs'a dek sürecekmiş..
İnşallah pandemi izin verir, yapılır, ben de Allah sağlık verirse mutlak katılırım.
Festival geçen sene dijital yapılmıştı. Bu yıl "İnşallah" salonlarda..
Ama kutlama sebebim bu değil..
Tunç Başkan, festivalin adını "İzmir Tiyatro Günleri"nden Hülya-Özdemir Nutku Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali'ne çevirmiş..
Hülya Hanım'la tanışmadık. Ama Özdemir Hocam en sevdiğim ve saydığım insanlardan biriydi. Bana tiyatroyu öğreten adamdı. Ayni zamanda "Tiyatro nasıl izlenir ve nasıl yazılır"ı da.. Hiç unutmam.. Bir zengin adamın salonunda geçen bir komedide duvara asılı bir tabloyu eleştirmiş, "Oyunda tanıdığım adam o tür bir tabloya para verip salonuna asmaz" demişti, ben dekorda bir tablo asılı olduğunu bile hatırlamazken..
"Unutma Hıncal" demişti. "Mükemmellik ayrıntılarda gizlidir.."
Bizim gazetenin tiyatro yazarıydı. Üç Ankara yerel gazetesiydik. Bizde Özdemir Nutku, Ulus'ta Metin And, Zafer'de de Atila Sav.. Ayrıca, her İstanbul gazetesinin Ankara'da kalabalık büroları ve hemen hepsinin ayrı tiyatro yazarı vardı. Düşünün o zaman gazeteler bir de 6 (Altı) sayfa idi ve devlet-özel her oyun yazılırdı. Hem de gala gecesinde.. Gazete bekler.. Yazar oyunu izler, döner, yazar, gazete o yazıyla yayınlanırdı ertesi gün..
Bir tek yazı için nerdeyse sabaha kadar nöbete kalan mürettipler (Yani dizenler ve sayfayı tertip edenler), Özdemir'in yazısı üst kattaki bürodan aşağı mürettiphaneye gelince "Özdemir'in nutku geldi" diye şaka yaparlardı aralarında.. Öyle ya.. Sabaha dek bekleniyorsa, kesin nutuktur, yani..
***
TEBESSÜM
Bilim adamlarının pandemi dışında üzerinde çok ciddi durdukları iki araştırma varmış..
1. Mavi hapları, yani Viagra'yı geliştirmek..
2. Alzheimer/Erken bunama hastalarının ömrünü uzatmak
Haberi şovunda Jimmy Fallon verdi ve ekledi.. "Şimdi dünya önlerine bakarak, 'Biz bir zamanlar bununla bir şey yapardık, neydi' diye düşünen yaşlı adamlarla dolacak!."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Bir şeyler yapmak için büyük güç gerekmez. Ama neyi yapacağına karar vermek, çok büyük güç ister!. Elbert Hubbard