"Bunca yıllık bir Beşiktaşlı olarak Beşiktaş'ın her koşulda fukara edebiyatı ve kendini ezik gösterme çabasına hayretler ediyorum. Elindeki Ferrari'yi hediye edip sonra Tofaş arabayla yarışan, sonra da 'Bu yarışı Tofaş'la sürdürüyorum' diye övünen bir camia var. Beşiktaş'ın, pandemi koşullarında, üç günde bir maç oynanacağı ve elindeki pek çok önemli ismin müzmin sakatlığı önceden bilindiği hâlde tedbirsiz yola çıkarak, maaşını kendi ödediği Lens, Boyd, Güven, Umut gibi isimleri sanki kadrosu çok genişmiş gibi başka kulüplere kiralık olarak göndermesinin en ufak bir izahının olmayacağını düşünüyorum. Bir hukukçu olarak şu temel hukuk kaidesini hatırlatırım: 'Kimse kendi kusurundan yararlanamaz.' (Kimse kendi kabahatini özür olarak ileri süremez.)
Tüm bu saçmalıklar neticesinde sakatlıklardan dert yanan, kadroda adam olmadığından dem vuran bir Sergen Hoca var. İyi de kardeşim, senin ihtiyacın varken bonkörce bu adamları neden bol kepçeden dağıttın?
Vaktinde Babel, Quaresma, Egemen, Ernst gibi isimleri gönderip sonra da 'Kadro yetersiz' diye ağlayan camia da Beşiktaş'tan başkası değil.
Sanki rakipleri Manchester City, Liverpool imişçesine algı oluşturan, sürekli kendini hor görme içerisinde, Beşiktaş'ı aşağı gören bir camiayız. Çıkan yorumlara bakıyorum, gerek taraftar, gerekse de Beşiktaş yorumcuları ısrarla 'Beşiktaş'ın kadro kalitesinin rakiplerinden çok aşağıda olduğundan, Sergen olmasa bu takımın ilk beşe dahi girmesinin mümkün olamayacağından' dem vuruyorlar.
Ben bu kanaatte değilim.
Beşiktaş'ın rakiplerinden tek eksik yanı kadrosunun darlığıdır ki bunun da müsebbibi ihtiyacı olan oyuncuları bol kepçeden kiralık gönderen hocadır."
Bu satırlar, Beşiktaş'ın Galatasaray maçından sonra, Karagümrük maçından önce yazıldı..
Yazan mı?.
Hayır, bir spor yazarı falan değil.
Bir Beşiktaş taraftarı.. Avukat Ahmet Arkun.. Nerde mi okudum?.
"Hiçbir yerde" desem doğru olacak..
Çünkü..
Çarşamba, ağabeyimin Türkiye'deki yazı günüydü. Ama bütün Süper Lig maçları salı günü oynanınca, spor sayfasında köşeye yer kalmamıştı.
Doğru karar.. Ama bir yanlış vardı.
Türkiye okuruna ve 85 yaşındaki 66 yıllık gazeteci ağabeyime yapılan saygısızlık..
Sayfada minik bir özür olmalıydı.
"Maçların çokluğundan, Öcal Uluç'un çarşamba yazısını, bugün dijital Türkiye'de okuyabilirsiniz." Bunca yıldır, "Baygın halde değilse" yazılarını ihmal etmeyen ağabeyimin çarşamba yazısını da yazdığını adım gibi biliyordum.. Google'a "Öcal Uluç Yazıları" diye girdim, hemen karşıma çıktı, aslında salı gecesini ve arkasını en iyi anlatan, hem de o geceden çok önce yazılmış bu satırlar..
Tıpkı Galatasaray maçında olduğu gibi, gene Caner'e sormak gelmişti içimden, skor 1-1 ve Karagümrük 10 kişi kalmışken "Durmadan bastırıyorsunuz ama golü kim atacak" diye..
Ama öyle üzgündü ki benim fanatik Beşiktaşlı, adeta her şeyi Beşiktaş olan genç yardımcım, soramadım..
Golü atacak adamlar, müzmin sakat Aboubakar ve Cenk Tosun tribünde oturuyorlardı.
Onların bu halini bile bile, Umut Nayır ve Güven gibi iki harika genç santrforu ve golcüyü nerdeyse bedava gönderen kimdi?.
Sergen Hoca değil mi?.
Hem de Falcao ve Mohamed gibi iki uluslararası santrforu varken, genç Halil'i elinde tutarak mucize yaratan Galatasaray ve Fatih Terim örneği, Avukat Arkun'un ne kadar haklı olduğunu göstermiyor mu?.
Dün başta bizimki olmak üzere baktığım gazetelerde "Sergen ne yapsın" yazıları ve aynen avukatın dediği gibi "Bu kadro ile buralara gelebilmek bile Sergen Yalçın mucizesididir" ağıtları vardı.
İtiraf ederim. Galatasaray maçından sonra ben de hemen ayni şeyleri yazmış ve "Fatih Terim kazandı, ama Sergen kaybetmedi. O kadro ile ne yapabilirdi ki" demiştim.
Avukat Arkun'un satırlarının suratıma bir tokat gibi indiğini hissettim.
"Cenk ve Aboubakar tribündeydiler, tamam.. Peki ama, Güven ve Umut gibi iki genç santrfor ve Lens ve Boyd gibi iki deneyimli, hızlı ve adam eksilten, en azından ideal yedek iki kanat adamını, hem de bedavadan gönderen kimdi" diyen hukukçu, Beşiktaş'ı hepimizden iyi analiz etmişti.
Acımadan..
Bahane aramadan.. Ucuz kahraman yaratmadan..
Gerçeği, acı gerçeği "Dan" diye suratımıza vurarak söylemişti.
Teşekkürler Avukat Ahmet Arkun!.
***
KİMSE ŞAMPİYON OLMAK İSTEMİYOR!..
Kümede kalma mücadelesi verenleri bir kenara bıraktık, şampiyonluk mücadelesine bakıyoruz, salı akşamı bizim evde..
İki televizyon var.. Biri mutfakta, biri salonda..
İçerdekini Caner kardeşime bıraktık.. Orda Beşiktaş maçını rahat rahat izlesin diye.. Beşiktaş gol atarsa Caner'in "Gol" haykırışını komşular bile duyar nasılsa, hemen tıklar, tekrarı yakalarız. Biz Can Çobanoğlu kardeşimle salonda, Galatasaray, Fener maçları arasında dönüyoruz.
Fener yenik duruma düşüp Galatasaray öne geçince, 1-1 devam eden Beşiktaş maçı çok ilginçleşti.
Başladık biz de üçlü dönmeye..
..Ve tüm maçlar bitip, Can ve Caner veda ederken "Bu gece kimse şampiyon olmak istemiyordu sanki" dedim..
Beşiktaş istemiyordu.. İlk yarıyı hızlı ve hırslı oynayan Karagümrük 1-0 önde bitirmiş, Beşiktaş 55'te 1-1'i yakalamıştı. Ama ortada futbol oynayan, gol arayan takım Karagümrük'tü.
Maçtan hiçbir beklentisi olmayan Karagümrük..
75'te 10 kişi kaldılar.. "Tamam artık maç Beşiktaş'a döner" dedik.. Ne gezer.. Sahada oynayan tek takım vardı, hâlâ Karagümrük..
Beşiktaşlı futbolcuların maç başından beri devam eden sinirli halleri dakikalar geçtikçe daha da azmıştı.
O takımın her zaman en iyileri Ghezzal ve Rosier bile en kötü maçlarını oynuyorlardı. Beşiktaş aldığı her topu iki pas bile yapamadan kaybediyor, bekler ve stoperler şuursuzca ileri çıkıp ayni hızla geri dönemediklerinden gol pozisyonuna iki uzun topla hep bir kişi eksik Karagümrük giriyordu.
Sergen'in "Rakip on kişi..
Siniri bırakın. Sakin olun..
Ayağa oynayın, top kaybetmeyin, gol gelir" demesi yeterliydi. Demedi.
Beşiktaş her geçen dakika ile daha da sinirlendi. Daha dağıttı. Sergen, Beşiktaş'ının o haline bakıp, elindeki bir puanın bile şampiyonluk için çok değerli olduğunu dahi hesaplayamadı.
Vida'lar, Welinton'lar, N'Sakala ve Rosier'ler ilerde gezerken Karagümrük bir uzun topla galibiyet golünü adeta boş kaleye attı. Ötesinde daha da çıldırmış, daha da şaşkın bir Beşiktaş vardı. Hele Sergen.. Takım 2-1 mağlupken ve 1 puan bile altın değerindeyken, N'Koudou gibi Karagümrük sağ kanadını perişan eden ve gole en yaklaşan adamı oyundan almak, intihar etmek değilse neydi?.
Adeta "Ben şampiyon olmak istemiyorum" diyordu, Beşiktaş..
"Galatasaray gecenin işi en kolay takımı" demiştim, salı sabahı..
Küme düşmüş ve Süper Lig'de işi kalmamış, üstelik sahaya en iyi adamlarından da mahrum çıkan Denizli'yi kolay yeneceklerdi. Nitekim ilk yarıyı bol keseden bir de penaltı kaçırıp 2-0 önde bitirdikleri halde, her ihtimale karşı averajı düşüneceklerine, 2-0'ın rehavetine girdiler, bir de o Denizli'den gol yediler. Ta ki 85'inci dakikada Rodallega kendini attırana dek. Gene, biri bu defa tekrarlanan penaltıdan iki golü son iki dakikada attıklarında, genel averajda Beşiktaş'ın 2 gerisinde kaldılar. İkili averaj eşit olduğundan puanlar da 81'de eşitlendiğinden, Galatasaray'ın son hafta, Beşiktaş'tan 3 fazla golle kazanması gerekiyor, şimdi. Galatasaray'ın genel averajı 42, Beşiktaş'ınki 44'tü. Genel averaj da eşit olursa, Galatasaray'dan 10 gol fazla atan Beşiktaş "En çok gol atan" kuralı gereğince şampiyon olacak çünkü..
Ne var ki Fatih Terim, ne 3-1 önde olduğu Beşiktaş maçında bir gol daha atıp ikili averajı lehine çevirmeyi düşünmüştü, ne de küme düşmüş ve on kişi kalmış Denizli'ye daha da gol atmayı..
Yani aslında, Fatih Terim de şampiyon olmayı istemiyordu sanki..
Fenerbahçe'nin bu ligin ikinci yarısının en istikrarlı takımı Sivasspor'u yenmek için hiçbir özel hazırlık yapmadığı hemen başta belli oldu.
Pozisyona giren de, kaçıran da Sivas'tı..
Fener medyasının öve öve bitiremediği Emre Belözoğlu'nun takımı, golü yedi, değişen bir şey yok.. İkinciyi yedi..
Gene aynen..
Gene uzatma dakikalarında bir gol attılar ama bu defa puan getirmedi, farkı 1'e indirdi ki, onun da bir işe yarayacağı yok..
Yani Ali Koç ve Emre Belözoğlu'nun Fener'i de şampiyonluk için hazırlanmamış ve oynamamıştı.
Fener de sanki şampiyonluğu istemez gibiydi..
Ertesi gün gazeteler işte "şampiyonluğu istemez" gibi oynayan bu üç takımın maçlarını "Süper Lig tarihinde görülmemiş bir mücadele" diye vermek için yarıştılar..
Spor değil, skor yazarı olduklarından, manşetlere oynanan ya da oynanmayan futbolu değil, puan cetvellerini çıkarmaktı işleri çünkü..
***
ERTAÇ ÖZBİR VE ERAY İŞCAN, DİKKATTTTT!..
Manşetteki iki ismi bilmeyenler vardır, şaşmam.. Onun için ben söyleyeyim.. Bu ikisi, ligin son maçını Galatasaray ile yapacak Malatyaspor'un kalecileri..
Ve salı gecesi oynanan maçlardan sonra, liderlikte puan puana olan Beşiktaş ile Galatasaray arasındaki şampiyonluk, cumartesi gecesi yapılacak Göztepe-Beşiktaş ve Galatasaray-Malatya maçlarından çıkacak puanların eşitliği halinde genel averajla belirleneceğinden, daha çarşamba sabahı, yani sayfalar salının maçlarıyla doluyken "Gene Zalad lafları edilecek" diyenler çıktı.
İma edilen 1992-93 ligiydi. Son haftaya gene Beşiktaş ve Galatasaray puan puana girmişlerdi. Şampiyonluğu averaj belirleyecekti.
Galatasaray, Ankaragücü'nü 8-0 yenip şampiyon olunca, Fenerli medya bir "Zalad" efsanesi yarattı.
Zalad ilk yarıda 5 gol yemiş, devre arasında kendi isteğiyle oyundan çıkmış, ikinci yarıda Galatasaray 3 gol daha atıp maçı 8-0 kazanmış ve şampiyon olmuştu.
Ben o maçta stattaydım.. Zalad beş golün beşini de, karşı karşıya pozisyonlarda ve yapacak hiçbir şeyi yokken yemişti. Ertesi gün bunu yazan tek kişi bendim. "Şike varsa bunu yapan, kurtarması imkânsız pozisyonları önleyemeyen kaleci değil, takımın kendisidir.
Galatasaray şike yaparak 8-0 kazanmak için en az 5 kişi satın almalıydı. Bir takımdan beş kişi satın alınır da kokusu çıkmaz mı?. İçlerinden biri, teklif edilen servet karşılığı çıkıp itirafçı olmaz mı?. Hani nerde?.
Üstelik sezon içinde, hem de Ankaragücü kümede kalma savaşı verirken 6 gol atmıştı Beşiktaş ayni takıma..
Kurtulmuş ve kafaca tatile girmiş Ankaragücü'ne Galatasaray niye 8 atmasın. Zalad'ın günahını almayın" demiştim.
Aradan 10 sene falan geçti.. Antalya'da tatil yapıyorum..
Beldibi'nde bir yol kenarı kahvesinde çay içerken "Hıncal Bey!.. Hıncal Bey" diye biri üzerime koştu.. Baktım Zalad.. "Hıncal Bey, benim onurumu siz kurtardınız.
Sizin yazılarınız sayesinde Yugoslav Federasyonu da beni suçsuz buldu. Önce Milli Takımlar Kaleci antrenörü yaptım.
Sonra da Genç Milli Takım Teknik Direktörü.. Şimdi o takımla, Antalya'da yaz kampındayız" dedi. Sarılıştık. Sohbet ettik. Ayrıldık..
Sevgili Ertaç ve Eray...
"Bu hafta Zalad lafları geçer" dedikleri ve ortaya attıkları zehir işte bu, haberiniz olsun..
Amaçları el altından sizi tehdit etmek, bilesiniz..
Bunlar gerçek zehir hafiye olsalardı, gelecek değil, geçen haftayı yazarlardı ve derlerdi ki..
"Beşiktaş'a karşı oynayan Karagümrük'ün ne yukarda herhangi bir beklentisi, ne aşağıda düşme korkusu vardı. Ama Karagümrük ligin en hırslı, en sinirli maçını oynadı..
Öyle ki, kendileri için formaliteden ibaret bu maçta ikisi ayni adama, kırmızıya dönen tam 8 sarı kart gördüler" derlerdi, mesela..
"Galatasaray'a karşı oynayan Denizlispor'un küme düşmesi zaten kesinleşmişti. Pek çok oyuncu da zaten takımdan ayrılacaktı. Ama Denizli ligin en hırslı, en sinirli maçını oynadı.. Öyle ki, kendileri için formaliteden ibaret bu maçta ikisi ayni adama, kırmızıya dönen tam 7 sarı kart gördüler" derlerdi, mesela..
Demediler.. Hatta benim gazetemdeki Fener-Sivas maçı yıldız tablosunda sarı kart görenler de varken, Beşiktaş-Karagümrük ve Denizli-Galatasaray maçlarında sarı kartların yazılmasına nedense(!) gerek görülmemişti.
Kimse "Bu iddiasız takımlar niye bu kadar sarı gördüler acaba" demesin diye mi?.
***
TEBESSÜM
Adam öyle şişman, öyle şişmandı ki, Polo tişörtündeki at gerçekti..
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Fitne ateşini yakan, içinde yanar." Hz. Muhammed