Hâlâ aşıyı tartışanlar var, dünyada olduğu gibi bizde de.. Dün yazdım. Bugün de yazıyorum. Hep yazacağım.. İşte ben 82 yaşındaki Hıncal, Kovid virüsünü tehlikeli yapan tansiyon, şeker gibi hastalıklara da sahip olan ben, şimdilik virüsle el bebek, gül bebek yaşıyoruz.. Sebebi, ikincisini 20 gün evvel yaptırdığım aşılarım.. Antikor testim fevkalade. Oksijen alımı testim fevkalade. Günlük hayatımda virüsün değiştirdiği tek şey, eklenen Kovid-19 ilaçlarım. Onların da şu ana dek yan etkisi yok.. "Tu tu tu" deyin tahtaya vurun, "Maşallah" deyin benim için, nazara gelmeyelim..
Anneannem çok inanırdı nazara..
Okula giderken mutlak görünecek bir yerime mavi boncuk takardı.
O boncuğum hiç ama hiç eksik olmadı. Yıllardır bulduğum sistemle, şimdi 24 saat üzerimde boncuğum.
Yatakta bile.. Çünkü sağ elimin kuş parmak tırnağına, manikürcü arkadaşım bir mavi boncuk yapıyor, ojeleriyle..
Bazen çok iyi bir şey oldu mu, o zaman Kilis'te her evde hazır mangala üzerlik serperlerdi, dizelerini okuyarak.
Serme ve mânisini okuma benim işim... Ezberledim, bakın 75 sene geçti, hâlâ unutmadım.
"Üzerliksin hevasın
Her dertlere devasın
Çıtır pıtır ettikçe
Kazayı, belayı savasın!."
Üzerlik, adını taşıdığı otun tohumu..
Ateşe serptin mi patlamaya başlar ve mis gibi bir koku yayar..
Bir şeyler sezdi mi, anneannem, "Koş Hıncal.. Üzerlik" derdi.
Neyse.. Allah bozmasın, şimdilik iyi gidiyoruz..
İyi gitmeyen bir tek şey var..
Allah eksikliklerini göstermesin..
Dakka başı bir dost arıyor...
Sabah yazı saatlerim. O saatlerde telefonum cevap vermez.
Öğleden sonra dönerim, arayanları da açarım..
Nerdeyse doğduğumdan beri başıma gelmedik kalmadığı için profesyonel hasta oldum. Bu yüzden hastayı arayan ve ziyaret edenlere hep tavsiye etmişimdir..
1. Ziyaretiniz en fazla 5 dakika sürsün.. Hasta sizin kalmanızı çok istese de 5 dakikayı aşmayın.
Uzun ziyaretler art arda geldi mi, hasta yorulur, geceyi çok fena geçirir.
2. Hastaya "durumu hakkında" soru sormayın, kesin.. Düşünün, her arayan, her gelen ayni şeyi soruyor ve hasta günde belki 50-100 defa ayni şeyleri tekrar tekrar anlatmak zorunda kalıyor.
İlk gün sonunda çıldırdım ve bininci defa ayni soruyu soran Mustafa Hocama (Denizli) telefonda patladım..
"Yeter!. Yeter yahu!. Biriniz de başka şey konuşun be!."
Şaşkına döndü Hocam..
"Nasılsın?."
İşte soru bu.. "Çok iyiyim" cevabını aldıktan sonra ya kapayın, ya konuyu değiştirin..
Bu çok ama çok önemli tüm okurlarım.. Hastanede yattığım zamanlarda da "Ne zaman çıkacaksın?" sorusuna deli olurdum mesela..
Şimdi evdeyim..
Başkan'ın açıkladığı karantina kararlarıyla onlar da aynen benim gibi evdeler..
Yani esasta pek farkımız yok.
Benimle ilgili gelişmeleri de ben burada yazıyorum..
O zaman bir "Geçmiş olsun" ardından lafı fazla uzatmadan bir hoşbeş.. Hasta araması işte tam da budur.
İkincisi..
Aşı oldunuz. Hasta oldunuz, fark etmez..
MMT, yani maske, mesafe ve temizlik kuralları aynen devam edecek. Çünkü bu kurallar sizi korumaktan çok, yayılmayı önlemek için. Aşı da olsanız, hastalığı geçirseniz de, farkında olmadan virüsü taşıyabilir ve çevreye yayabilirsiniz çünkü..
***
HAPŞU!.. 'ÇOK YAŞA TÜRKİYE!..'
Eşi Dr. Erdoğan Karatay ile Frankfurt'ta yaşayan Esra dostumuz, annesini ziyarete gelmişti, Bursa'ya..
Döndü ve bana, bize bir mektup, çok önemli bir mektup yolladı. Satır satır, kelime kelime okuyun.. Teşekkürler Esra.. Doktor karısı da işte böyle olur!.
*
Bir yılı aşkın süredir tüm dünyanın başında, çoğumuzun hayatlarında ilk kez karşılaştığı bir durum olan pandemi gerçeği var. Bilim insanları, sağlık otoriteleri maske-mesafe-hijyen (MHM) üçlemesini dillerimize pelesenk etmiş vaziyette.
Zaten virüsün yayılma hızına, kontrolsüzce artan bulaş sayısına bakınca ne kadar haklı olduklarını bir kez daha anlıyoruz. Kabul etmeliyiz ki, tüm insanlık adına hem sosyal, hem ekonomik anlamda zor bir sınav veriyoruz.
Aşılama konusunda başarılı grafik sergileyen ülkelerde oldukça ciddi düşüşler görüyoruz ki; bu da en çok ihtiyacımız olan ümidimizi, sağlıklı günlerin yakın olduğuna inancımızı olması gerektiği gibi taze tutmamıza yarıyor.
Sosyallikle beslenen insanoğlu, sert bir kesintiyle kimsesizliği tatmış durumda.
Kimsesizlik diyorum, çünkü şartlar sebebiyle en yakınlarımıza gidemedik, zorunlu hallerde ihtiyaçları kapılarına bıraktık geçtik. Anneme bile aylar sonra gitmiş olmama rağmen sarılamadım.
Çünkü her şeyin başı sağlıktı.
Hastanede yatanlara ziyaretçiden gelen moral diye bir şey olamadı, ziyaret haklı olarak kati surette yasaktı, hastaların en yakınları, insanüstü şartlarda çalışan, kıymetlilerimiz sağlık personelimizdi.
Türkiye'de örneğin, sağlık emekçilerimizin pek de hafife alınmayacak yüklerinin üzerine katbekat eklenerek salgın geldi. Onlar da bitkin düştü, strese yenildi, Kovid'den kaybettiklerimiz oldu, her bir vefat sayısının aslında koskocaman birer hayat ve aile olduğunu düşünürsek, bu verileri asla azımsayamayız.
Peki bizler, bizim için canla başla çalışan bu insanlar için gerçekten de bir şey yapamaz mıyız?
Bursa'ya her gittiğimde hekim arkadaşlarımı ziyaret etmek üzere Uludağ Üniversitesi'ne uğruyorum, hem üniversite, hem bölge hastanesi olması, yani civar şehirlerin de yönelmesiyle oldukça kalabalık bir nüfusa ev sahipliği yapıyor. Bu ziyaretlerim süresince, toplu taşıma kullanırken ya da seyahat ederken gözlemlerim özellikle bir konuda şaşırttı beni.
Nedir o konu diyeceksin..
Hapşırık Hıncal.
Bu insani eylemde şaşılacak ne mi var? Maalesef gördüğüm birçok insan avucunun içine hapşırıyor.
Evet, eylem insani ancak bu sırada hastalık taşıyan vektörleri de vücudun dışına taşıdığı için, damlacık yoluyla bulaşan salgın döneminde hayrete düşmem ve hatta korkmam normal sayılabilir.
Neden yurt dışındaki çocuklar daha üç yaşındayken eğer ellerinde mendil yoksa, ağızlarını kollarıyla kapatarak o damlacıkları kol içlerine hapsetmeyi biliyor ve bunu neden bizim birçok insanımız bilmiyor, açıkçası kestiremiyorum.
Sayın Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca'ya, televizyonlarda, radyolarda yayınlanmak üzere, mendile ya da kol içine hapşırmanın yararlarını değil, bunu yapmamanın nelere mal olabileceğini direkt gösterebilmek ve farkındalık oluşturabilmek adına avuç içine hapşırmanın zararlarını anlatan bir kamu spotu düzenlense, aynı konu, çeşitli görsel kompozisyonlarla zenginleştirilerek, basılı afişlerle özellikle hastane, sağlık ocakları, okullar, kreşler, metro, otobüs gibi toplu ulaşım araçlarına asılsa, slogan olarak da 'ÇOK YAŞA TÜRKİYE' kullanılsa fena mı olur diye sormak istiyorum.
Bu tarz yerlerde veya trafikte bekleme süreleri göz önüne alındığında, oluşturulacak görsellerin ve kullanılacak sloganın hafızaya alınmama ihtimali yok.
Bunlar gerçekleştiğinde, ortalığa yayılması muhtemel virüs ya da bakterinin ne kadarının önlenebileceğini düşünmek bile heyecan verici.
Ayrıca bulaşan hastalıkların önlenebilmesi sebebiyle, özellikle sosyal sigortalar ve devlet hastaneleri gibi kamu kuruluşlarının ilaç ve tedavi masraflarından da kâr edilir.
Temiz tutmanın birinci kuralı kirletmemek ise, sağlıklı kalmanın birincil yollarından biri de bulaşı önlemektir.
***
SAFTER'İN OSCAR'LARI VE AHTAPOT!..
Hafta sonunun telaşı içinde sevgili Safter'in Los Angeles'tan yolladığı Oscar öncesi notunu sayfama koyamadım.. Oysa çok ilginç notlar vardı.. Gene de meraklısı için önemli.. İşte Safter'in yazdıkları..
*
Sevgili Hıncal,*
Benim kazanmasını çok istediğim film bir belgeseldi. My Octopus Teacher/Benim Ahtapot Öğretmenim!. Kazandı.. Bugüne dek hâlâ izlemeyenler, artık kaçırmazlar sanırım.. Çocuklarınızı yanınıza alın ve muhteşem filmi mutlak ama mutlak izleyin.. (Netflix)
***
GÜNYAZ!..
Abdülkadir Günyaz!. Ankara yıllarımızda, yerel Ankara gazetemize yazı işleri müdürü olarak İstanbul'dan gelmişti. İstanbullu genel yayın müdürlerine alıştık. Kabullendik.. Onlar mesleğin başkentinden geliyorlar ve bizlere çok şey öğretiyorlar. Ama yazı işleri müdürü..
İçimizden bir tane yazı müdürü çıkmaz mı yahu?. Bir İstanbullu, niye bir Ankaralı gencin yolunu keser kompleksi, bir nevi organ reddi olayı yaratırdı.. Nasıl dünya iyisi bir insan olduğunu kısa zamanda anladığımız halde, eşek şakalarımızla neler çektirdik bu kendi halinde, kültür ve sanat âşığı, tiyatro, opera, baleyi geçin sergi bile kaçırmayan Abdülkadir'e, Ankara Bab-ı Âli'si Rüzgarlı'da.. Gazete battı.. O da İstanbul'a döndü. 30 yıl falan sonra, onu bir sergi açılışında gördüm.
Sarmaş dolaş olduk tabii. Sonra çok karşılaştırdı sanat bizi..
Son görüşüm pandemi öncesi EKAV'daydı.
Ondan aldığım son haber de, bir gazetede tek sütun başlık..
Benden 2 yaş büyüktü.
Işıklar içinde yat, Sevgili Abdülkadir!.
Erken giden dostlara selam söyle.
***
TEBESSÜM
Öcal Ağabeyim, hafta sonunda Türkiye'deki köşesinde "Şaka" diye yazmış.
"Bakıyorum hâlâ 'Belhanda gönderildi, Galatasaray böyle oldu' diyenler var, spor medyamızda!. Herhalde 'her böyle yazışta' Fatih Hoca'dan 'duble Adana kebabı' ödül alıyorlardır" diyor..
Duble değil, tek Öcal Ağbi.. İkinci Adana, Ali Koç'tan geliyor. Medyadaki Ali Koç askerleri, Galatasaray'ı karıştırmak için her ama her şeyi kullanıyorlar çünkü. Belhanda'nın kusur kalması mümkün mü?. Onların hücum silahı da Belhanda.. Hâlâ..
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Ben terazi değilim ki hata yapmayayım!. Hz. Osman
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz