Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Adana’da güzellikler gecesi..

Sabah kalktım. Kahvaltı. Salona geçtim, televizyonu tıkladım. Ekran'da Musa Eroğlu!. Ve de benim en sevdiğim türküsüyle.. "Halil İbrahim!.."

"Dağda kızıl ot biter
İçinde keklik öter
Eşkıyadan da beter
Uslan be Halil İbrahim

Kıvırcık saçlarına
Kar düşmüş uçlarına
Dağın yamaçlarına
Yaslan be Halil İbrahim

Müfreze dağı sarar
Dağda kaçaklar arar
Geçit vermez kayalar
Hızlan be Halil İbrahim

Kıvırcık saçlarına
Kar düşmüş uçlarına
Dağın yamaçlarına
Yaslan be Halil İbrahim

Derede su durulur
Daldan köprü kurulur
El yerine vurulur
Aslan be Halil İbrahim

Kıvırcık saçlarına Kar düşmüş uçlarına Dağın yamaçlarına Yaslan be Halil İbrahim"
(Sözler: Âşık Dursun Ali Akınet)

Sanki bana, "Yahu, günlerdir Adana gecesini, Yaşar Kemal'i anlattın, hani nerde Musa Eroğlu" diyor ekran.. Unutur muyum?.
O geceyi anlatmayı, 12 sene sonra bir daha anlatmayı tabii, tatil sabahına bıraktım da ondan.. İşte 10 Ekim 2009'daki yazım..

***

"Hıncal da gelsin" demiş, Yaşar Ağabey, Nebil'e.. "İki elim kanda olsa giderim" dedim..
Yaşar Ağabey, Koca Yaşar Kemal beni isteyecek de.. Çukurova Üniversitesi, Yaşar Kemal'in dünyaya tanıttığı Çukurova'nın o güzel okulu, Üstada fahri doktorluk unvanı veriyor.. Bir de ricaları var.. "Açış dersini verir misin?.."
Sadece Türk değil, dünya üniversiteleri sırada Yaşar Ağabey'e fahri doktorluk vermeye.. Üstad da seçiyor ha.. Her gelene "Peki" demiyor.. Kendi Çukurova'sını reddeder mi?..
Nebil "Bir gece evvel gideriz. Birlikte yemek de yeriz, birkaç dost" dedi.. Yer belli.. Yüz Evler tabii.. Bedri Usta'yı aradık hemen.. "Tamamdır" dedi.. Tamam da eksik..
"Musa Eroğlu da olmalı" dedim.. "O keyfin tamam, gecenin efsane olması için Musa Hocam da gerek.."
İstanbul'da Fikret Ağabey (Otyam) için bir toplanmıştık. Musa Eroğlu nasıl kucaklamıştı bizi, sazıyla sözüyle..
Aradım Musa Ağabey'i.. Ben ondan büyüğüm yaşça ama, Anadolu terbiyesinde, Ustaya "Ağbi" demek vardır.. İkiletmedi Usta... "Yaşar Ağabey için koşarım" dedi. Koştu geldi...



Akşam yedi gibi, Yüz Evler'e geldik.. Bedri Usta, kardeşi Mehmet'e emanet etmiş bizi.. Kapıda karşıladı.. Üst katta yer ayırmış, daha rahat ederiz diye.. Merdiven başına yürürken sütunda kocaman fotoğrafımı gördüm.. Hani Ayşe Arman toplayıp götürmüştü bizi Yüz Evler'e ilk, Adanalı ev sahibi olarak.. O tadı unutulmaz kanatlara bir saldırmışım..
Yanımda.. Resimde yani, yanımda Duygu Asena.. Kadına adını koyan kadın.. Unutulmaz Duygu.. Ölümsüz Duygu!..
Üst katta bir masa döşemiş Mehmet mezelerle dolu..
Yani neye dokunsan lezzet.. "Aman yemeyin" diyor.. "Yemeyin de etlere yer kalsın.."
Gel de yeme..
Sonra sohbet başladı.. Bir Yaşar Ağabey anlatıyor, bir Musa Usta.. Yahu bu nasıl bir sohbettir?.. Bu nasıl bir keyiftir?.. Bu nasıl bir gururdur?.. Oturduğum yere bakar mısınız?.. Bir yanımda Yaşar Kemal, bir yanımda Musa Eroğlu..
İki Anadolu efsanesi.. Anadolu'yu adım adım, Anadolu insanını tek tek biliyorlar sanki.. Şiirler, türküler, destanlar, efsanelerle yaşamışlar Anadolu'yu. Biri sazına, öteki kalemine dökmüş.. Bir o anlatıyor, bir öteki..
Musa Hocam "Artık Mutlu olmaya karar verdim" dedi.. Mutlu olmanın garanti yolu.. Mut'a yerleşmiş.. Anadolu'yu dolanıyor. Konserler veriyor ve kazandıklarını onu Mutlu eden ormana yatırıyormuş.. 80 bin ağaç dikmiş bugüne dek..
"Elimde avucumda ne varsa ağaca yatırıyorum Hıncal Ağbi" dedi.. "Ama değer.. Ormanın girişinde bir plaket var. Orda yazılı olanlar için değer.."
Ne yazabilir orda, ustayı mutlu edecek.. "Musa Eroğlu Ormanı" diye adını ölümsüzleştirmek.. Aklıma o geldi..
Ben söylemeden o söyledi plakette yazanı..
"Cumhuriyetin gelecek kuşaklarına armağan" yazıyormuş, iyi mi?..
Bu nasıl bir mutluluktur, Musa Eroğlu, bu nasıl Mut'luluktur?..
Sonra Nebil, sazı kaptı geldi.. Sözü türkülere bıraktık..
Eroğlu hem de nasıl türkülerle aşkı anlatıyor.. "Aşkı bilirim" diyenler gelsin de dinlesin, Anadolu âşıkları nasıl anlatmışlar.. Çoğunu ilk defa duyuyorum.. Nasıl çarpıcı, nasıl vurucu sözler..
Bir ara "Dur" dedi Yaşar Ağabey, "Dur Musa.. Bu türkünün laflarını yaz bana ver.. Ben romanlarımı şiirlerden, türkülerden, destanlardan yazarım. Yeni bir roman yazıyorum.. 500 sayfa yazdım bitmiyor.. Bu türkü bitirecek.. Onu bana ver.."
Musa Usta bir Köroğlu türküsü söyledi ki, öldük..
"Köroğlu der ki karıdım
İhtiyar oldum çürüdüm
At yoruldu ben yoruldum
Güzel bindiri bindiri.."
Bir başka Adanalı, bir başka ev sahibi, bir başka bin türkü bilen Çiçek Arif (Keskiner) çizdi altını, kahkahayı basıp..
"Güzel bindiri bindiri, hem at yorulmuş, hem Köroğlu.. İyi mi?.."
Sonra Halil İbrahim tabii ve de sonra Mihriban.. Ve de bizim ezber bildiğimiz Mihriban, Mihriban 2 imiş meğer.. Musa Hocam, Mihriban 1'i anlattı önce.. Sonra okudu.. Bir harika türkü de o..
Bitsin istemedik.. Ama bitti.. Bir rüya gibi başladı.. Bir rüya gibi bitti..

***

Hâlâ, Yaşar Ağabey'in, Musa Usta'nın adı geçtikçe gündüz görüyorum o rüyayı ama..
Pandemi bitsin sendeyim Musa Usta.. Seni ve Cumhuriyet çocuklarına armağan ettiğin ormanını görmek için.. Halil İbrahim'i senden, yanında dinlemek için..
Çok özledim seni, Musa Ustam, çooookkk!.

***

KOCA NASIL PİŞİRİLİR?

Yasemin, eski defterleri karıştırmış.. Tüccar züğürtlemedi ama yaşlandı. Pazar günlerime yardımcı olmak istemiş Yaso.. Eski yazılardan seçmiş..
Valla güzel de seçmiş.. İşte size 12 Nisan 1996 yılında yayınlanan bir yazım.. 1800 yıllarında basılmış bir yemek kitabının önsözüymüş.. Feministler, başlığa bakıp, yazıya çok heveslenmesinler.. Bu pişirmek, o pişirmek değil, çünkü..

***

Kocaların çoğu pişirilme süresince yanlış işlem gördüklerinden yumuşaklıklarını ve iyi niyetlerini kaybederek bozulurlar. Gerçek odur ki bazı kadınlar onları sıcak suda haşlayarak bazıları ilgisizlikleri ile dondurarak, bazıları da basıp, ezip, turşusunu kurarak ve yine kimileri de savurganca harcayarak bozulmalarına neden olurlar.
Özenilerek hazırlanan her kocanın, iyi ve yumuşak olacağı söylenemez. Ancak iyi pişirilenin gerçekten tadına doyum olmaz. Koca seçiminde ne lüferin alımındaki gümüş pırıltısı, ne barbunun altın yaldız görünümü geçerlidir. Bunun için çarşı pazar da dolaşmaya gerek yoktur. Genellikle en iyileri kapınızın önüne gelenlerdir. Beğeninin kişisel olduğunu düşünerek koca seçimini yalnızca kendiniz yapınız. Kendiniz sabırla pişiremeyecekseniz, almaktan vazgeçiniz.
Kocayı pişirmek için en iyisi porselen bir kap ise de, elinizde toprak çanaktan başkası yoksa özenle kullanıldığında aynı işi görebilirler. Kocalar da karides ve ıstakoz gibi canlı canlı pişirilirler. Bazen pişerken tencerenin dışına taşıp yanabilir ya da kenarları sertleşerek kabuk tutabilirler. Onları tencerelerinde tutmak için "Görev duygusu" adlı zayıf iplikten çok "Huzur" adlı sağlam sicimle sıkı sıkıya bağlamalıdır.
Sevgi, sıcaklık ve neşeden oluşan sürekli bir ateş yakılır. Kişiliğine uygun bir ısıya ayarlanarak ateşe oturtulur.
Köpürerek taşması halinde kaygılanmamalıdır. Pek çoğu iyi pişinceye kadar sık sık köpürebilir.
Özellikle sirke ve karabiber yerine tatlıcıların öpücük adı altında sattıkları şekerden biraz konulabilir. Tadına bakarken hoşgörü, iyimserlik ve neşe benzeri baharattan birer tutam katmanız önerilir. Ancak bunlar diğer baharat gibi azar azar ve dikkatlice kullanılmalıdır. Yumuşaklığını kontrol ederken sertleşmesinden kaçınılmalıdır. Fazla yayılmasını ve kabın dibine oturarak işe yaramaz hale gelmesini önlemek için arada bir hafifçe karıştırılmalıdır. Kıvama geldiğini anlamak olanaksızdır. Böyle pişirildiği zaman size çok uygun ve sindirilmesi kolay olacaktır. Dikkatsizlik nedeniyle ev ateşini soğutmazsanız bozulmadan istediğiniz süre dayanır. Bu yolla hazırlanmış bir koca, mutlu bir ömür boyunca tadını korur.

***

PAZAR NEŞESİ

100'e merdiven dayamış çift, tesadüf ayni günlerde ölmüş ve cennete gitmişlerdi.
Onları kapıda Aziz Peter karşıladı. Onları nefis bir göl manzarasına sahip villalarına götürdü. Harika bir mutfak ve termal su fışkıran jakuzileri vardı.
Yaşlı adam, "Bu bize kaça mal olacak" dedi.
Aziz Peter, "Burası cennet.
Ev sizin" dedi.
Dolaşmaya çıktılar..
Göl kenarında harika bir tekne onları bekliyordu. Aziz Peter, "Ne zaman isterseniz dolaşabilirsiniz" dedi. Adam gene sordu..
"Kaça bu tekne?." "Bedava" dedi, Aziz Peter.. "Burası cennet!." Ordan klüp binasına gittiler..
Kuş sütü dahil her şey olan bir açık büfe.. En güzel şaraplar..
Adam gene dayanamadı.
"Yiyip içmek kaç para peki?." "Dedim ya" dedi, Aziz Peter.. "Burası cennet.. Her ama her şey sizin ve bedava.." "Peki düşük kolesterol büfesi nerde" diye sordu bu defa adam..
"İşte burası işin en iyi kısmı. Burada istediğiniz her şeyi istediğiniz kadar yiyebilirsiniz, ne şişmanlarsınız, ne de size dokunur!." O an yaşlı adam çıldırdı..
Şapkasını masaya öfkeyle vurmaya başladı. Karısı ve Aziz Peter onu sakinleştirmeye çalışırken, adam karısına bağırdı..
"Eğer senin o brokolili, karnabaharlı, ıspanaklı, avokadolu illet sağlık yemeklerin olmasa, buraya yıllar önce gelebilirdik!."

***

AĞLAMAK!.

Ağlamak
Bazı acılarda yetmez
Bazı ölümlere

Örtüsüdür bazı acıların
Örter, örtülmez
Savunur bir süre

Ağlayanlar sevinmeli
Sevin ağlayabiliyorsan
Acılar art arda dinmeli

Durur bir nöbetçi gibi
Durur bir bekçi gibi
Zamana gülmeli gülmeli

Sevin ağlayabiliyorsan
Unutmanın kardeşidir ağlamak
Uyur uyanır yatağında duyguların
Düşüncenin kucağında hep çocuktur
Ağlamak.

Özdemir Asaf

***

LATİN SÖZLERİ

"Malae naturae numquam doctore indigent!."
"Kötü karakterin öğretmene hiç ihtiyacı yoktur!"
Publilius Syrus

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA