Günaydın ekimizin birinci sayfasındaydı haber, dün. Aslında Sabah'ın, ana gazetenin manşetinde olmalıydı.
Başkan Erdoğan'ın İnsan Hakları Eylem Planı'nı açıklayacağı gün.. Ülkenin, Başkan ve Adalet Bakanı önderliğinde Adalet Reformu için kolların sıvandığı dönemde üstelik..
Bize Mekteb-i Mülkiye'de öğrettiler.. Ama aslını ararsanız, tüm hukukların kökü Roma Hukuku'na kadar gider..
"Geciken adalet, adalet değildir!."
Hukuk reformu ilk önce bunu sağlamak zorundadır.
Bu ülkede, hele tapu davaları üç, hatta dört nesil sürer. Dedenin babası açar davayı, torunların torunları hâlâ bitiremezler, çünkü..
Uzatmayayım..
Günaydın'daki "Yunus Emre Kavak" imzalı haber şöyle..
Sarıyer'de bir villada oturan İpek Hattat (Soyadına dikkat.. Çok ünlü ve zengin bir ailedir) tabletini tamir ettirmiş.
Yeniden arıza yapınca, telefon etmiş. Şirket eve kuryesini yollamış.
Sonrası film gibi.
Kurye eve girer girmez kapı arkasından kilitlenmiş.
Telefonu elinden alınmış ve parçalanmış.
Bir kenarda köpeğin dışkı kabı var. Onun üzerine oturmaya zorlanmış. Kurye geri dönmeyince, telefonu da açılmayınca, patron polisi aramış. Polis villaya gelmiş, kapıyı çalmış, açılmamış.
İki saat sonra polis, savcılıktan izin alıp gelmiş.
Zorlayıp içeri girmişler. Aşırı alkollü İpek Hattat'ı, sevgilisini ve şoförünü gözaltına almışlar. Kuryeyi kurtarmışlar.
Polis, kuryeyi rehin alan, işkence eden ve özgürlüğünü sınırlayan üç kişiyi adliyeye sevk etmiş.
Karar!.
"Adli kontrol altında serbest!." Şimdi sonucu söyleyeyim.. Muhtemelen dava bile açılmaz. Zengin aile, bir şekilde fakir kurye ile anlaşır.
Diyelim açıldı.. Devam ederken bir şekilde düşmedi ve devam etti.. Sürer de sürer.. Sonunda "Hükmün açıklanması ertelendi" kararıyla biter..
Fakir kuryenin insan haklarını hiçe sayıp ona hayvan muamelesi yapanlar, sıfır ceza ile kurtulurlar..
Şimdi bir an tersini düşünün..
İpek Hanım tabletini alıp, o zavallı kuryenin nöbetçi olduğu dükkâna gitseydi. Kurye, İpek Hanım'ı içeri alıp arkasından kapıyı kilitlese ve iki saat içerde rehin tutsaydı, bu haber Günaydın'da mı verilirdi, birinci sayfanın manşetinde mi?
O kurye adliyede serbest bırakılsa, hemen her gazetenin her köşe yazarı neler neler döşenmez, sosyal medya yeri yerinden oynatmaz mıydı?. O zaman da, o "adli kontrolle serbest bırakan" ayni mahkeme tekrar toplanıp bu defa "tutuklama" kararı almaz mıydı?.
Yüzlerce örneğini yaşamadık mı, sadece son aylarda?.
Şimdi Adalet Bakanı'na soruyorum..
Olay polisin eve baskını ile sonuçlanmadı mı?.
Demek suçüstü durumları var.. Neden Ceza Muhakemeleri Yasası'nın "suçüstü" hükümleri uygulanmadı da dava hemen orada, bilmedin 24 saatte bitirilmedi?.
Toplanacak delil mi var?. Gelemeyecek şahit mi?.
Sayın Adalet Bakanım, Bu basit davada bile zengin/ fakir, kadın/erkek ayrımı yapılıyor ve uygulanıyorsa, her şeyi elde, suçüstü yapılmış bir olay bile anında yargılanıp bitirilmiyor ve sürüncemede bırakılıyorsa, bu sürüncemeler yüzünden bazı tutuklu sanıklar için "tutukluluk" ceza olarak uygulanıyorsa, söyleyin bakalım bu ülkede Adalet Reformu deyince en çok neye ihtiyaç var?.
***
HER ŞEYE HİÇBİR ŞEY OLMAYACAK!..
Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz'in ısrarlı uyarılarıma rağmen adını anmadığı güya Galatasaray Adası, Boğaz'da bir leş halinde duruyor. Geçen hafta onu yazdım ve Büyükşehir Belediyesi'ni göreve davet ettim.
Cevap geldi..
"Yazınızda konu edindiğiniz Galatasaray Adası'nın şu anki durumu, İBB olarak bizim için de, ne İstanbul'umuza ne de Boğaziçi'mize yakışan bir görüntüdür. Ancak sizin de bildiğiniz gibi, mülkiyeti Galatasaray Kulübü ve Milli Emlak'a ait olan Ada ile ilgili uzun süredir, bizim taraf olmadığımız bir hukuki süreç devam etmekte. Bu sürecin bir an önce bitmesini en çok biz istemekteyiz.
Hukuki sürecinin tamamlanması, hukukun gereğinin ortaya çıkması ardından İBB, gereken neyse onu yapmaktan hiç çekinmeyecek ve hemen harekete geçecektir.
Bekliyoruz ve diliyoruz ki, hukuk süreci hızla tamamlanır, kentimiz o görüntü kirliliğinden bir an önce kurtulur."
İstanbul Belediyesi ve "Her şey çok güzel olacak" diyen Belediye Başkanı niye bugüne dek gözle görülür, elle tutulur bir şey yapmadı, anladınız mı?.
Bu ülkede en bitmez süreçtir "hukuk süreci.." Yani Mustafa Cengiz her kimle gizlice anlaştı da adasına sahip çıkmıyorsa, o cennet Boğaz'ın öngörünüm bölgesinde, karadan ve denizden her geçenin önünde bir "rezil ve sahipsiz İstanbul" imajı yatıp duracak öyle mi?.
Bu kentte belediye, bir evin bahçesindeki otoparkın üzerine, hasırdan bir örtü kondu diye, yıkım ekipleri ve televizyonlarla baskın yaptı, biliyoruz.
Belediye yasalarını iyi okuyun.. Boğaziçi öngörünüm bölgesinde bu rezilliğe el koyma hakkınız dahi yoksa, ki var, ne işe yararsınız siz?.
Gerçi ne işe yaradığınızı, Başkanınız bizzat gelip gördükten ve de emir verdikten sonra bile, aynen bırakılan Kuzguncuk'ta görmüştük ya..
Ben bu cevabı alacağımı bile bile yazdım o yazıyı..
Her şeye hiçbir şey olmayacağını kanıtlamak için..
***
BİR YAŞAR KEMAL VE MUSA EROĞLU GECESİ..
Dedim ya, "Hayatımın gururudur, Yaşar Kemal'le arkadaş olmak!." Ölümünün altıncı yılında, biraz daha kasılmak geldi içimden.
81 yıllık ömrümdeki en unutulmaz gecelerden birini hatırladım.
Çukurova Üniversitesi, fahri doktor unvanı veriyordu büyük ustaya.. Biz de takıldık, Nebil'le.. Özgentürk.. Nebil, Adanalı ya.. O zaman Adana Yüzevler dünya ünlüsü bir mekân. Aradı bize bir özel oda hazırlattı. Yaşar Ağabey'le özel kutlayacağız tören akşamı.. Ama bir eksik var. Sade kebapla bu iş olmaz.. Musa Usta'yı hatırladım.. Yaşamdan Dakikalar'a konuk olmuş ve coşturmuştu. Mut'ta yaşıyordu. Gelir miydi acaba, Adana'ya.. Bize katılır mıydı?. İkiletmedi bile telefonda o dünya insanı, dünya dostu, dünya mütevazısı Musa Usta.. "Tabii" dedi..
Ve işte o gün.. 11 Ekim 2009'da bu köşede yazmışım..
***
Çukurova Üniversitesi..
Dünyanın en güzel kampüslerinden biri.. Ve 35 bin öğrenci.. 35 bin gençten oluşan bir çağın ötesinde kent.. Hızla da gelişiyor..
Hele bir Kültür Merkezi yapıyorlar ki.. Şimdilik salon 500 kişilik..
Girenler talihli.. Kapıda kalanlar yığınla..
Üniversite yeni ders yılını açıyor.. İlk ders Yaşar Kemal'den.. Çukurova adını dünyaya duyuran adamdan..
Yaşar Kemal kapıda görününce kıyamet koptu.. Herkes ayakta..
Alkışlar dinmiyor..
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Paris'e gidiyordu.
Yaşar Kemal için programını değiştirmiş, koşmuş Çukurova'ya.. Nasıl içten, nasıl sıcak, nasıl güzel konuştu..
Politikacı gibi değil.. Tam bir kültür adamı, bir dost gibi..
Sonra Yaşar Kemal çıktı kürsüye..
Masasına oturdu, yeni giydiği cüppesi ve kuşandığı şalıyla..
İçim orda cız etti sadece.. Böyle törenlerde, üniversite hocaları da, resmi kıyafetleri, yani cüppeleri ile gelirler, onur konuğuna saygılarından..
Bir tek rektör cüppeliydi. Ötekiler sivil.. Hani ödül almaya, kot pantolonla çıkan havalı (!) sinema ve tiyatro sanatçıları var ya, onlara benzettim, saygın bilim adamlarımızı..
Cüppe giyseler eksilirdi ya, saygınlıkları..
Harvard niye Harvard, Yale niye Yale bir merak etseler de baksalar?..
Yaşar Kemal açış dersine konu olarak "Çukurova, Doğa ve Roman"ı seçmişti..
Güya yazmıştı konuşmasını.. Ama okumaktan çok anlattı. Nasıl tatlı, nasıl şirin, nasıl esprili..
Yani her ders böyle olsa, ömür boyu okur insan.. "Ortaokul terkim ben" dedi..
Ortaokul terk, Türkçe'yi dünyada en güzel kullanan adamlardan biri, dünyaca ünlü bir romancı..
"Ben Ramazanoğlu kütüphanesinden mezunum" dedi..
Orada çalışmış.. Çalışırken de okumuş.. "Bir romancı, hem doğunun, hem batının klasiklerini, ustalarını özümsemek zorundadır.
Karacaoğlan da, Dadaloğlu da, Pir Sultan Abdal da benim ustamdır. Cervantes de, Tolstoy da, Stendhal de, Çehov da.. Dede Korkut'tan da çok şey öğrendim, İlyada'dan da.." Sadece yazılı edebiyat değil, ona yazdıran..
Destancıları, âşıkları, türkücü, masalcıları dinlemiş Çukurova'da köyden köye, yayladan yaylaya dolaşan..
"Bir destanı yaratan kadar anlatan da yaratır" dedi.. "Her defasında başka anlatır..
İnce Memed'i anlatan adama rastladım.
Yemin ederim benden iyi anlatıyordu.." Bir gün bir İngiliz gazeteci "Bana bir cümleyle Yaşar Kemal'i anlat" demiş..
Anlatmış usta..
"Yaşar Kemal değişmenin romancısıdır.." Çukurova'nın topyekûn değişmesini gözleriyle görmüş, yaşamış ve yazmış..
Çukurova, Yaşar Kemal'in dedeleri Van Muradiye'den göçüp yerleştiklerinde ormanlar, makiler ve bataklıklarla dolu.. Halkı Türkmenler..
Ülke nüfusu 15 milyonken, Çukurova'da hayvancılık yapan 1.5 milyon göçebe Türkmen yaşıyor..
Ne var ki, sıtma felaket..
Çocuklar ölüyor.. Sıtma ile savaş için sivrisinek kaynağı bataklıkları kurutmaya başlamışlar.
Çukurova toprağı zaten bereketli. Hele bataklık toprağı, iyice mümbit..
1950'lerde Marshall Yardımı ile traktör gelince değişim kökünden başlamış.. Traktör sadece pamuk eken değil, arkasına bağlanan aletlerle, makileri, ağaçları, köklerinin derinlerinden söken alet.. Bataklıklar, ormanlar, makiler ve otlakların yerini tarlalar alınca, hayvancılık ve göçebelik bitiyor, yerleşik yaşama geçiliyor.
Değişen sadece insanların yaşamı değil, doğa da değişiyor..
Bataklıklar kuruyunca, tarım ilaçları dökülünce, sinekler, böcekler tükeniyor.. Böcekler tükenince, onlarla beslenen turnalar, leylekler gelmez oluyor..
Onlar gelmeyince, onları avlayan kartallar da yok oluyor.. Bir kızıl kartallar var, nesli tükenmekte olan. At vebası da onları bitiriyor. Veba olan atları zehirleyip ovaya atıyorlar. Zehirli leşi yiyen kızıl kartallar da kalmıyor..
"Çukurova çok toprak kazandı ama, kuşları, kelebekleri, bitkileriyle bir dünya yitirdi" diyor Yaşar Kemal..
Böyle bir doğa, böyle bir yaşam değişikliği, bir çocukluğa, bir gençliğe sığarsa, iyi bir gözlemci, bunu romana çevirir işte..
Hele de kan davası, yörenin geleneği olursa, ne dramlar, ne öyküler çıkar..
"Bir yazarın ne kadar birikimi varsa, yaratma gücü o kadar artar. Elbette her birikimi olan yazarın bir de yarattığı coğrafyası vardır.
Yaşadığım Çukurova'yla da, yarattığım kendi Çukurova'mla da alışverişim hep iyi olurdu. Her iki Çukurova'mı da canı yürekten seviyorum.."
Ben de seni çok seviyorum Yaşar Usta..
Açılış dersinde Çukurova gençlerine "Yaşam umutsuzluktan umut yaratmaktır" dediğin, günümüz gençlerine en çok ihtiyaçları olan şeyi, umudu, bıkmadan, usanmadan, tekrar tekrar verdiğin için, çok seviyorum!..
***
TEBESSÜM
Tebessüm'den ders!.
Hukuk Fakültesi 1. sınıfında yılın ilk dersine giren profesör, bir öğrenciye adını sorar.
"Ali" der, öğrenci.
Hoca bir anda, "Defol bu sınıftan, bir daha asla dersime gelme" diye bağırır.
Neye uğradığını anlamayan Ali sınıfı terk ederken bütün öğrenciler şaşkınlık içindedir..
Hoca sınıftaki sessizlik sürerken sıralar arasında başlar. Bütün öğrencileri şöyle bir süzer ve derse başlar...
"Kanunlar ne için vardır?" diye sorar..
Bir öğrenci düzeni korumak, diğeri toplumda yaşayan bireylerin hak ve hürriyetini sağlamak, insan haklarını sürdürmek, bir başkası devlete güveni, insana o devletin saygın bir vatandaşı olduğunu göstermek, bir diğeri her yerde hakkını yasalar çerçevesinde arayacağını bilmek ve vatandaşa haklarını nasıl arayacağını göstermek için, der...
Hoca "Başka" diye tekrar sorunca öğrenci "Adalet için" diye yanıt verir..
Hoca sınıfa sorar..
"Peki o zaman!. Az önce arkadaşınıza adaletsiz mi davrandım?" Tüm öğrenciler ayni yanıtı verirler..
"Evet hocam".
Hoca, sınıf kapısını açarak dışarıdaki öğrenciyi içeri alır ve yerine geçebileceğini söyler ve gene sorar..
"Peki, bu adaletsizliğe hepiniz şahit oldunuz da, neden hiç tepki göstermediniz, bir açıklama istemediniz, arkadaşınızın hakkını savunmadınız!?" Sınıftan çıt çıkmaz..
Hoca "Bakın sevgili arkadaşlar, bu olaydan hepinizin çıkarması gereken bir ders var.
Bunu size 100 saat ders versem anlatamazdım" der ve dersini bağlar..
"Asla bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetinde olmayın, o yılan bir gün mutlaka sizi de sokacaktır. Adaletsizliğe şahit olup göz yuman insanlar haysiyet ve onurlarını kaybetmeye mahkûmdur. Bir insana yapılan haksızlık, herkese karşı yapılmış bir tehdit demektir."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır." Hadis-i Şerif