Bodrum Turgut Reis Marina'da, Ferit Şahenk önünü kesmeden, dünya çapında klasik müzik festivalleri yapılırdı, ben de koşar giderdim.. Gene ordaydım, bir yıl..
Kendime torpil yapar, yerimi onuncu sıradan ayırtırdım.
İlk gazetecilik yıllarımda M. Ali Ağabey (Kışlalı) bana Tiyatro ve Opera'yı takip görevi verdiğinde, o zaman ikisinin de ortak Genel Müdürü Cüneyt Gökçer'le tanışmıştım. Bana "Bak genç adam.. Bizde millet galalara görmeye değil, görünmeye gider. Bu yüzden en ön sıra en itibarlıdır. Davetiyeler de ön sıralardan ayrılır. Sen sen ol, aldanma.. Hele orkestra müziği varsa onuncu sıradan öne gelme, doğru dürüst dinleyemezsin" demişti. Onuncu sırada davetiye yok. O yüzden torpil istedim hep, o sırada oturmak için..
Turgut Reis'te de öyleydi.
Kızlar beni tanımışlardı artık. Yerim onuncu sıranın başı olurdu hep.
Bir konserde yerime oturdum, öne bakıyorum, kim var, kim yok diye..
Aaaaa!. Muammer Sun orda.. Koştum önünde esas duruşa geçtim. Selam verdim ve haykırdım..
"4111 Hıncal Uluç görüşünüze hazırdır Komutanım!." Etraf şaşkın tabii.
Oysa, bu aramızdaki şifre gibiydi. Muammer Sun, askerliğimi yaptığım Mamak Muhabere Okulu'nda teğmendi.
Ben de Muhabere Yedek Subay Okulu öğrencisi 4111 Hıncal Uluç.." Üst çağırınca koşup gidilir, tekmil verilir ya..
Askerlik boyu okulda kalmış, müziğe "Askeri Bando Okulu"nda başladığı için de, başta bizim Muhabere Okulu, pek çok askeri marş yazmıştı. Bu sayede de askerliğini hep Okul Komutanlığı binasında yapmıştı, yazın sıcağından, baharın yağmurundan, kışın karından uzak.. Ama doğru yapmıştı.
Eğitim subayı olsa, bugün bile hemen her askeri törende çalınan o marşlar olmayacaktı.
Beni çok severdi askerde.. Nöbetçi subayı olduğu günlerde çağırırdı, sohbet ederdik.
Bir gün hiç unutmam..
Genelkurmay'dan bir Paşa okula gelmişti.
Bizi konferans salonunda topladılar.
Konuşmasını dinleyeceğiz.
Muammer Teğmen işaret etti, gittim yanına oturdum. O bitmez tükenmez konuşma başladı. Muammer Teğmen'im bir kitap açtı, arkalarda ve ortalardayız ya.. Dikkati çekmez nasılsa..
Ama benim dikkatimi çekti. Elinde askeri bir kitap var. ST 22/5..
Yani Temel Eğitim Piyade Yönetmeliği.. Nasıl dalmış.. İnanamadım.. Muammer Sun, askeri talimname okuyor hem de.. Olacak şey değil..
Eğildim, nereyi okuyor diye..
İnanmadım.. Askeri kitabın arasına, o zamanlar çok satılan çizgi kovboy dergisi Tom Mix var, onu koymuş, onu okuyor.
TRT, 1969'da televizyon yayınlarına başladı. Ben de Baba Yılmaz'la (Tekin Onay) Spor programı yapıyorum, haftada bir.
Adnan Öztrak Genel Müdür ve TRT tarafsız.. Hem de nasıl tarafsız.. Yakamdaki Mülkiye rozetini bile çıkarttılar.
TRT sunucusu taraf olamazmış.
Anlayın.
Bir akşam, Futbol Federasyonu'nun çalışmaları üzerine bir Açık Oturum düzenledik. 4 konuk davet ettik. 3 eski Federasyon Başkanı.. Bir de duayen spor yazarı.. Yani tam uzmanlar oturumu..
Dördü de, "Federasyon istifa etmeli" dediler.
İki gün sonra Adnan Öztrak'ın emri yayınlandı.
"Hıncal Uluç'un ömür boyu TRT ekranında görünmesi yasaktır." "Ayni kafada dört kişi çağırmışım. Federasyonu savunan tek kişi yokmuş. Tarafsızlığı yıkmışım" gerekçe bu.. TV Daire Başkanı'na gittim.. "Nasıl yani" dedim.. "Davet ettiklerime, fikirlerinin ne olduğunu önceden soracak mıydım, olur mu öyle şey" dedim. "Hıncal boşuna uğraşma" dedi.
"Adnan Bey'in dediği dediktir." Cezam 6 ay sonra kalktı. Nasıl mı kalktı?.
Muammer Sun Teğmenim başrol oynadı. TRT Yönetim Kurulu o zaman çeşitli çevrelerin seçtiği temsilcilerden oluşurdu. Sanat çevrelerinin temsilcisiydi Muammer Sun. Basın temsilcisi Emil Galip Sandalcı ve Sendika Temsilcisi, adını şimdi hatırlamadığım birini daha yanına almış ve Yönetim Kurulu toplantısına benim cezamı getirmiş ve oylattırmıştı.
O oylamada işte, cezam 6 aya indirilmişti..
Yıllar sonra rastladığım Adnan Bey, "Hıncal cezan ağırdı ama, TRT'nin bağımsızlığını koruma uğruna ödün vermez olmalıydım" dedi.. Adnan Bey'den sonrasını anlatmama gerek var mı?.
Müziğin her dalında ardından unutulmaz eserler bıraktı Muammer Teğmenim.. Gazeteler hakkında harika şeyler yazdılar. Benim tekrar etmeme gerek yok.
30 yıllık okurlarım da, her Anneler Günü'nde benimle birlikte onu andılar ve ben yaşadıkça da anmaya devam edecekler.. Şöyle biter o yazı hep!.
*
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
"Bugün Anneler Günü..
*
Anneler Günü, Babasız kaldı Teğmenim..
4111 Hıncal Uluç'un yukarda sana tekmil vermesine de az kaldı.
***
BİR 'GAZETECİ' ÖLDÜ!.
19 yıl önceydi. Mesleğe yeni girmiş tıfıl bir asistandım. Parası azdı, iş ağırdı filan ama içerik müthişti dostum. Hayatım boyunca sevip sayacağım insanların arasına düşecek kadar da şanslı bir başlangıçtı.
Hayatın anlamı bu olsa gerekti. Sımsıkı sarıldım mesleğe. Yorgun ama çok mutlu birkaç ayın sonunda kriz patlak verdi. Yarımızı işten attılar.
Ağlaya ağlaya haykırdım..
Bu nasıl olur!?
İşini iyi yapan, birbirinden iyi insanları nasıl böyle sorgusuz sualsiz, gerekçesiz işten atarlar? Gidenler de kalanlar da benden büyük, benden akıllı, benden deneyimliydiler. Güldüler, gözleri dolu.
"Ne ilk ne de son bu" dediler. "Bizde medya böyledir."
Yarım kalan ekip daha da çok çalışarak işimizi yapmaya devam ettik. İş kutsaldı. Yayıncılık sorumluluktu. Bir ay geçti geçmedi bizi de attılar.
SSK'larımızı ödemedikleri çıktı ortaya üstelik.
Haksız hukuksuz öylesine şutlandık, gece gündüz çalışırken. Ağlamadım bu sefer. Büyüdüm birden.
Kirayı ödeyemediğim için evimden de atıldım o ay. Derken, aynı ekip daha iyi bir yerde bir araya geldik. Sonraki yıllarda başka başka yerler, yeni yeni ekiplerle buluştuk. Gün oldu azaldık, gün oldu çoğaldık ama mesleğe hiç küsmedik.
Her seferinde küllerimizden doğduk. Medya kaygandı. Medya acımasızdı. Medya ruhsuzdu.
Yaşlar yanarken alkış tutup halaya duran kurukafalar vardı. Kirli hesapların, türlü kötülüklerin suretleri... Hep oldular. Hep olacaklar. Ama medya tarihi, o satılık alkışları değil ibadet gibi yapılan "işleri" yazar. Bu kesin bilgi ve ilahi adalet medyacının can dostudur.
AKŞAM'a veda eden Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'nın şahsında, tüm gidenlere ve kalanlara selam ile.
*
Okuduğunuz satırlar, genç yaşta lenf kanserinden kaybettiğimiz bir gazetecinin, Sevim Gözay'ın Haziran 2013'te Akşam'daki köşesinde çıkmış, ben de iki gün sonra şöyle demişim köşemde..
"Sevim Gözay... Çok içten bir dille yazdıklarını aslında her gün keyifle okuyorum ya, bu defa altını çizmek istedim.. 'Medya manzaraları' başlığıyla kendisini örnekleyerek, bizim hikâyemizi öyle şirin ama öyle vurucu anlatmış ki.."
***
G.SARAY'DA BAHAR HAVASI!.
İşte aylardan beri Galatasaray hakkında ilk olumlu yazım.. Hem de Beşiktaş'a karşı alınan net mağlubiyetin arkasından. Akşam yatarken Fatih Terim'in gerek sahaya çıkardığı 11, gerek oyuna müdahalelerinde nasıl büyük yanlışlar yaptığını anlatmayı düşünüyordum. Sabah kahvemi hazırladım.. Gazetemi masaya yaydım.
Spor sayfasını açtım..
Tam göbeğinde kocaman dişi harflerle manşet olmuş, Fatih Hoca'nın sözleri..
"Şikâyet etmem!." Maçın ardından gitmiş, Sergen Yalçın'a "Baba" gibi sarılmış, kutlamıştı. Hoşuma gitmişti.
Gazetede maç sonu söyledikleri daha da hoşuma gitti.
"DIAGNE'nin kırmızı kartı akılda olan bir şey değildi. Hiç itiraz yok, kırmızı kart. Kafayla gideceği yere ayağıyla giderse böyle olur. Rakibimizi tebrik ediyoruz.
TRANSFER listesini verdim. İsimleri söyledik. Transfer yaparsak küçük dokunuşlarla Galatasaray, yeni bir takım haline gelecek.
SAYIN Kaan Kançal bana sordu, 'Hocam ihtiyaç var mı?' dedi, 'Var' dedim.
'Peki yapmazsak?' dedi, 'Yapmazsak da dünyanın sonu değil' dedim.
BURASI Galatasaray takımı, hiç kimse olmasa da biz 'Buyurun şampiyon olun' diyecek halimiz yok.
Çıkar oynarız. Daha önce forvetimiz yokken oynadık, orta sahamız yokken oynadık, defansımız yokken oynadık ve çok da başarılı olduk.
OLMAZSA, 'Ya nasıl olmaz' diye serzenişte bulunacak halimiz yok.
ÜMİT ederim bazı oyuncularımıza talipler çıkar, teklifler gelir, biz de hamleleri yaparız."
Bunlar, işte size keyifle ve umutla söylüyorum, tüm kulüp camiası "Bunlar Galatasaray için direğe çekilen Barış Bayrağı'dır." Galatasaray'ın her şeyden çok muhtaç olduğu İç Barış'ın bu çok önemli adımını çok iyi değerlendirmemiz gerekir.
Kendimden başlayarak..
Başkan Mustafa Cengiz'in öteden beri hayalinin bu olduğunu biliyorum. O bayrağın altında Terim'le beraber saygı duruşunda olacaktır.
Teşekkürler Fatih Hocam..
Sabırsızlıkla bekliyorum Mustafa Başkan!.
***
YAZILI MEDYA'YA OKSİJEN!.
"Bu devirde yeni gazete, hem de haftalık gazete çıkar mı?. Delilik" derseniz size aynen katılırım.
Ama Zafer Mutlu'nun Oksijen'ini alkışlamazsam, elbirliği ile yok etmeye çalıştığımız mesleğimize ihanet etmiş olurum.
Üstelik Zafer'le çok iyi başlangıç yapmamıza rağmen, herkesi toplayıp Aydın Doğan'a "Vatan" kisvesi altında götürmesiyle başlayan soğukluğumuza rağmen.
Oksijen 38, tabloitten büyük, bizim gazeteden küçük boyutlu sayfasıyla 10 liraya satılan bir dergi. 50 kuruşa ilaveli gazete almaya alışmış okura, bu fiyat da zor!.
Ama o on liralık gazete, bütün hafta sonu, cumartesi-pazar elimde kaldı. Öbür günlük takım gazeteler, toplam 3 saatte devrederken.
Okumaya en çok ihtiyaç duyduğumuz karantina günlerinde Zafer "Okunan" gazete yapmış..
Gazete olsun diye değil, Sabah'ı batırmak için çıkardığı Vatan hariç, aslında iyi işler yaptı meslekte..
Mesela Hıncal'ın Yeri onundur.
Asil Nadir'in ilk işi beni kovmak olmuştu. Sabah sarı zarfı buldum masamda.. Öğlen Ercan Arıklı ve Dinç Bilgin beni aradılar.
Gittim. "Hemen başlıyorsun" dediler. "Ne yapacağım" dedim. "Ben 1957'de yöneticilikle başladım mesleğe..
40 yıldır bu işi yapıyorum. Artık yapmam.." Zafer "Biz seni yazar olarak istedik zaten" dedi.. Beni aldı, ayırdıkları odaya götürdü, İkitelli'deki muhteşem binada.. Oturduk..
"Sen gazete dışındaki vaktini evde değil, yaşayarak geçiren adamsın.
Sinema, tiyatro, konser, spor..
Binicilikten atıcılığa gitmediğin spor yok. Dönüşte öyle bir anlatırsın ki, ilgimiz olmayan konuları bile dinleriz..
İşte o anlattıklarını yazıya dökeceksin.
Hayatını yazacaksın. Batı'da bu tür yazılara 'Life Style' derler.. 'Hayat Tarzı'.."
O Hıncal'ın Yeri işte şimdi 30 yaşında.. Meslek hayatımda ayni yerde hem de en çok yaptığım iş, Hıncal'ın Yeri..
Teşekkürler ve başarılar Zafer!.
***
Tebessüm
Sıcak bir yaz pazarı (Tam da karlı günler için, içinizi ısıtır diye) adam bütün gün televizyonun karşısında, elinde kumanda oturdu durdu. Karısı da önce ev işlerini bitirdi. Sonra bahçeye çıktı. Çim biçme makinesine sarılıp çimleri biçti, çiçekleri düzenledi..
Adam, akşamüzeri klimalı odasından kalkıp bahçeye çıkacak gücü buldu. Gitti, karısına "Yemeğe ne var" deyince kadın çıldırdı..
"Bir de bana yemek soruyorsun, utanmadan!.. Ben evde yokum farz et. De ki annemlere gittim. Sen de mutfağa git, kendine yemek hazırla.."
Adam mutfağa gitti. Kendisine kocaman bir biftek seçti. Onu güzelce kızartırken, patates tavayla sarımsaklı ekmek hazırladı. Bir şişe de bira açıp sofraya oturmuştu ki, karısı içeri girdi..
"Oooo!. Çok güzel yemek hazırlamışsın peki ama, hani benimki?."
Sevdiğim Laflar
"İnsanın özgürlüğü, istediği her şeyi yapabilmesi değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasıdır."
J. J. Rousseau