Uzun yıllardan beri Frankfurt'ta yaşayan, orda doktorluk yapan, marttan bu yana da hep korona hastalarıyla uğraşan Dr. Erdoğan Karatay dostumuz, dün sizlere korona aşısını anlatmıştı. Bugün sıra "Dünya aşıyı neden tartışıyor" sorusunda..
*
*
Yeni aşıların ne kadar etki edeceği, yani vücutta oluşacak antikorların ne kadar vücutta kalıp hastalığa karşı koruma sağlayacağı yüzde yüz bilinemese de, grip aşısında olduğu gibi her yıl yenilenmesi gerektiği düşünülüyor.*
Bugünkü aşı konusunu kapatmadan önce belki akıllara takılan bir soruyu daha yanıtlamak istiyorum: Aşının yüzde doksan etkili olması ne demek?
Sakın, bu yüzde doksan deyiminden şunu anlamayın..
"Yüz kişiye aşı yapılıyor, bunların doksanında antikor oluşuyor, yüzde onunda oluşmuyor", değil. Böyle olsa, örneğin Türkiye'de, diyelim ki nüfusun tamamı aşılandı, 80 milyon kişi. Bunların yüzde onunda aşı başarısız oldu, bu 8 milyon kişi demektir ki, çok büyük bir sayı. Dünya nüfusunun tamamını düşünün bir de.
Hayır, yüzde doksan deyimi şunu ifade ediyor..
Firmalardan birinin üçüncü faz çalışmasında, yaklaşık 45 bin kişi aşılamaya dahil edildi. Bunların yarısına gerçek aşı, yarısına ise plasebo dediğimiz aşı içermeyen madde enjekte edildi. Bu 45 bin kişiden hiçbiri kendisine aşı mı plasebo mu verildiğini bilmiyordu.
Aşılamanın şu ana kadarki bölümünde, toplam 170 kişide COVID-19 görüldü; bunların 8'i gerçek aşı yapılan, 162'si ise plasebo alan gruptaydı.
İşte bu oranlar hesaplanarak aşının yüzde 90 veya 95 etkili olduğunu söylemek mümkün oldu, ki bu başarı yüzdesi gerçekten çok yüksek.
Bugünkü yazımın sonunda tekrar vurgulamak isterim ki, lütfen moralinizi yüksek tutun.
Unutmayın, savunma sistemimizi güçlü kılmak aynı zamanda yüksek moralden geçiyor.
Sağlıklı kalın, mutlu kalın..
***
Özür kere özür!..
Fransa'da polis tarafından baskınla evlerinden alınan ve teröre destek suçlamasıyla saatlerce sorguya çekilen üçü Türk asıllı dört çocukla ilgili yazıyı New York Times'da okumuş ve "Bizim gazeteler niye peşine düşmez?. Hadi onlar masraftan korkuyor. Ya benim vergilerimle bana hizmet için var olan Anadolu Ajansı nerde" diye yazmıştım ya köşemde..
Bir cevap geldi, bir cevap geldi ki, hem kendim, hem mesleğim adına utançtan kıpkırmızı oldum. Bu cevabı uygun bir günde aynen yayınlayacağım ki, devlet ajansımız nasıl mükemmel çalışıyor, öğrenin.
O polisin fiilen işkence ettiği çocukların haberini Anadolu Ajansı 7 Kasım'da, yani New York Times'dan 16 gün önce, bol resimle vermiş. Koleksiyona baktım. Birinci sayfanın dibinde tırnak boyunda resimlerle, minnacık yok etmişiz haberi. Benim de gözümden kaçmış tabii.
Ajans bu olayla ilgili dünyaya 16 dilde, 803 fotoğraf, 12 video ve 21 haber analizi ve 54 haber yayınlamış, iyi mi?.
Yahu bu ajansın kendisi haber olur, eklerde tam sayfa röportaj olur "Ne ajansımız var" diye.. Şu CHP takıntısından kurtulsak, bu ülkede yapılan, olan, oluşan harika şeyleri manşetlere çeksek..
"Özür kere özür" diye başlamıştım..
Bu da kapanış!.
"Ah kere ah!."
***
Böyleleri beni okumasın, olur mu?
"Sevgili Dinazorlar Kralı" diye başlamış mailine, güya okur (!) Metin Özkan.. Diyor ki..
"Artık yazıların beş gün sonra mı yayımlanıyor? Çin treni aynı gün Maltepe İstasyonu'ndan geri döndü. Senin haberin yok herhalde ki tren Çin e gidiyor sanıyorsun."
Hayır sanmıyorum, Metin.. Ben hele bu sıkıntılı günlerde ülke insanımın içini açacak, gurur duymasını sağlayacak, hepsinden önemlisi umut verecek haberlerin iyi duyurulmasını, manşetlerden verilmesini istiyorum.. Ön sayfaların baştan sona siyasetle doldurulmasını değil, bu bir..
İkincisi "Muhalefet demek bu ülkede olan iyi şeylere üzülmek değildir. İşler bi şekilde iyi gitmediği zaman kına yakar gibi haberler yapmak, manşete çekmek hiç değildir." Bunu anlatmaya çalışıyorum. Millet olmak, hangi fikirde, hangi partide olursan ol, ulusal sevinçleri paylaşmak, üzüntüleri beraber hissetmektir.
Muhalefet/ İktidar ayrımı fikirleri bölmeli.. Ulusu değil!..
Ben o tren haberini kocaman resimler ve başlıklarla ön sayfaya kapak yapmadığı, içine iyi bir muhabir koyup o trenle yola çıkarmadığı için kendi gazetemi eleştirdim.
"İktidar eğilimli gazete o iktidar devrinde yapılanları en iyi anlatır. İyileri, güzelleri duyurur. İşi sadece muhalefete saldırmak değildir" diyorum hep.
Bak Metin.. 81 yaşında hâlâ yazmaya devam eden bir gazeteciye "Dinazorlar Kralı" diye hitap edecek kadar küçülmüş biri için bu cevabı yazdığımı sanma.
Sen cevaba değmezsin. Sen, beni okumaya da değmezsin. Para verip gazete aldığını sanmıyorum. O yalan yanlış tren haberini aldığın sosyal medyada, yalan doğru her şeyi, bu arada bütün gazeteleri, tıklayarak bedava okuyorsun.
O zaman dinozoru okuma.. Bin yazar var, internette. Kafana kim uyuyorsa onu oku, tatmin et kendini..
Zaten benim de senin gibi küstah ve saygısız okura ihtiyacım yok..
Ben yazılarımı tıklanmak değil, eğrisi doğrusu, kendi öz fikirlerimi anlatmak için yazıyorum. Köşemi bazılarınınki gibi sosyal medya değil, kendi beynim yönetiyor, anladın mı?.
Bu arada sana üzücü bir haber vereyim..
Türkiye-Çin arasındaki tarihi İpek Yolu, bu defa "Demiryolu" olarak açılmıştı, çok kısa bir aralığın birleştirilmesiyle..
İpek Yolu, Çin'i, Orta Asya ülkelerini Avrupa'ya bağlar. O Avrupa'nın Doğu'yla bağlantısını sağlar. Kapısı da Türkiye'dir.
Bu Türkiye'yi nasıl bir Dünya Ticareti Merkezi yapar bir düşünsene..
Toplam uzunluğu 754 metre olan ve 42 vagondan oluşan tren, senin inandığın rezil sosyal medya haberlerinin tersine şu anda Türkiye sınırlarının dışına çıktı, yoluna devam ediyor.. Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan üzerinden Çin'e varacak.
...Ve ne taşıyor biliyor musun, o tren yolda kaldı diye kına yakan sen ve de senin gibiler..
Türkiye'de üretilmiş bin 400 soğutucu..
Belki de bana o utanç mesajını attığın elindeki akıllı telefonunun dahil dünyada en ucuz üreten ve satan teknoloji devi Çin'e bir teknolojik ürün satıyoruz, iyi mi?.
Bunun manasını anlayabildiysen asıl şimdi, kimbilir ne kadar üzülmüşsündür?.
Senin gibi bir okur kaybettiğim için ne kadar mutlu olduğumu bilemezsin.
Ben, eleştiren, fikrini söyleyen okur isterim. Ülkesi hep batsın, hep geri gitsin ki, oy umudu olsun diyenlerle hiç işim yok.
*
Bu arada salı günü köşesinin manşetinde "Tren Yalanı" olayını anlatan ve "Bayanlar, baylar. Muhalif olmak ile memleket düşmanı arasında bir çizgi var. O çizgiyi fena halde aşmış durumdasınız" diyen Ahmet Hakan Kardeşime de teşekkürler.
***
Sevsinler "Saygı" diyen UEFA'yı!..
PSG-Başakşehir maçı durdu. Takımlar ve hakemler içeri girdiler.. Saat gece yarısını oldukça geçti. "Ne olduysa artık yarın öğrenirim" dedim ve yattım.
Sabah kalkar kalkmaz hemen iPad'imi aldım ve UEFA sitesini tıkladım. Ana sayfada bir gece evvelin bütün maçları var. Bir tek PSG-Başak maçı yok..
"Haberler"i, "Son Dakika"yı tıkladım.. Gene yok..
UEFA için o maç haber değil.. İyi mi?.
Arda'nın Barcelona'da oynadığı yıllarda ünlü İspanyol Gazetesi Marca'nın İngilizce sitesini indirmiştim.
Onu tıkladım.
Maç çarşamba akşamına ertelenmiş. Gazete özet olarak da anlatmış olanları..
Maçın dördüncü hakemi, Başakşehir antrenörü eski ünlü uluslararası sporcu Pierre Webo'ya "Nigger" diye seslenmiş. Bunu duyan Demba Ba da, çıldırıp o hakeme gitmiş. Olayı öğrenen başta Neymar ve Mbappe, Parisli futbolcular da, bu açık ve rezil ırkçılık olayında Demba Ba'yı ve Başakşehir'i desteklemişler ve iki takım da soyunma odasına gitmiş. UEFA da maçın çarşamba akşamı oynanmasına karar vermiş..
Nigger, Amerika'da uzun zaman yaşadım, Amerikalı eşim yüzünden hem orda, hem Türkiye'de onlarla çok beraber oldum, İngilizcedeki en ağır küfürdür.
Öyle ağırdır ki, mahkemelerde bile telaffuz edilmez, gazetelerde yazılmaz. "N. harfli sözcük" diye kullanılır.
Amerika'da ırk ayrımı olduğu, zencilerin insandan sayılmadığı, köle olarak kullanıldıkları, beyazlarla ayni dükkanlara, mekanlara giremedikleri, otobüslere eğer kabul edilirlerse o da, arkadan binebildikleri, ayrı okullara gittikleri, ayrı mahallede oturdukları dönemlerde beyazlar onlara "Pis, rezil, iğrenç zenci" anlamına gelen bu küfürle "Nigger" diye hitap ederlerdi.
Rumen hakem "Ben Nigger demedim.
Romencede siyahın karşılığı Negru'dur. Ben öyle dedim" diye savunmuş kendini.. Ama nafile tabii.
FIFA'nın her uluslarası maçta, hakemler dahil herkesin formasına yazdırdığı sözcük "Respect!." Yani.. "Saygı.." Bu yüzden FIFA'nın da UEFA'nın da eli bağlı..
Başakşehir ve PSG'li oyuncuların tepkilerini haklı görecekler ve maçın tekrarı kararını alacaklardı mecburen..
Şimdi gelişmeler daha önemli.. Bakalım neler olacak?. Tabii maç dışında!.
***
Sevdiğim Laflar
"Fırtına geçtikten sonra nasıl atlattığınızı hatırlamayacaksınız. Nasıl hayatta kaldığınızı da. Ancak bir şey kesindir.. Fırtınadan çıktıktan sonra, fırtınaya girenle aynı insan olmayacaksınız." Haruki Murakami (Japonya'nın en popüler yazarı)
Tebessüm
Yer çekimine karşı koyma üzerine bir kitap okuyordum. Bir türlü elimden düşüremedim!.