Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Belki de “İyileşmenin Yolu” basit bir sözle başlıyor “İyi misin?.”

Herhangi sıradan bir gün gibi başlamıştı o temmuz sabahı her şey. Kahvaltı yapmak. Köpekleri doyurmak. Vitamin haplarımı almak. Kayıp çorabımı bulmak. Masanın altına yuvarlanmış allığımı almak. Saçlarımı at kuyruğu yapıp arkaya atmak.. Sonra kalkıp bebeğimi karyolasından almak.
Altını değiştirdikten sonra sert bir kramp hissettim.
Bebeğim kucağımda yere düştüm ve ikimizi de sakinleştirmek için ninni mırıldanmaya başladım. Ninninin neşeli öyküsünün aksine duygularım çok ciddi bir terslik yaşadığımı söylüyordu bana.. İlk bebeğime sarılırken karnımdaki ikincisini kaybettiğimi biliyordum.
Saatler sonra bir hastane yatağında uzanmış, kocamın elini tutuyordum. Avuç içinin terden yapış yapışlığını hissediyor ve gözyaşlarımızdan sırılsıklam olmuş parmaklarını öpüyordum. Bembeyaz ve buz gibi duvarlara bakarken, gözlerim donuyor ve bu krizi nasıl atlatacağımızı, nasıl iyileşeceğimizi düşünmeye çalışıyordum.
Geçen yaz Harry ile yaptığımız uzun ve yorucu Güney Afrika turunu hatırladım. Aslında bitmiş, tükenmiştim. Feci bir günün sonunda bebeğime meme vermiş, etraftakilere cesur ve yorulmaz bir kadın görüntüsü vermeye çalışıyordum.
Bir gazeteci yanıma yaklaştı ve "İyi misiniz" dedi. Ona söylediklerimin daha sonra ne sonuç getireceğini hiç düşünmeden dosdoğru cevap verdim..
Eski veya yeni, ama bir anne olmanın insana doğruyu söyleme hakkı verdiğini düşündüm ve hiçbir şey saklamadan o an çektiklerimi anlattım. O anda kendimi çok iyi hissettim. Bana yardım eden, mucizeyi yaratan şey, cevabım değil, sorulan soruydu..
"Sorduğunuz için teşekkür ederim" dedim, gazeteciye..
"Bugüne dek pek fazla kişi bana iyi mi olduğumu sormadı." Bir hastane yatağında yatar ve kocamın kendi kırık kalbiyle, benim darmadağın olmuş kalbimin parçalarını toplamaya çalışmasına bakarken, farkına vardım ki, iyileşmeye başlamanın tek yolu önce "İyi misin" diye sormaktır.
Öyle miyiz?.
Bu yıl, pek çoğumuzu kırılma noktasına getirdi.
2020'de kayıplar ve acı hemen hepimize bulaştı.
Ayni anda hem korkuyu, hem tükenmişliği birlikte hissettiğimiz anlar oldu. Bir yığın şey dinledik.
Güne her zamanki gibi başlayan bir kadın, çalan telefondan annesini Kovid-19'dan kaybettiği haberini aldı..
Kendini gayet iyi hissederek uyanan, her zamanki sarsaklığı dışında bir şeyi olmayan adam Kovid-19 testinin pozitif çıktığını öğrendi ve birkaç hafta sonra, onlar, binlerce başkası gibi öldü.
Breonna Taylor adındaki genç kadın her geceki gibi uyudu. Ama ertesi sabah uyanmadı. Çünkü bir polis baskını feci şekilde yanlış gitmişti.
George Floyd adlı siyahi girdiği dükkanı terk ederken bunun son adımı olduğunu da bilmiyordu, az sonra birisinin dizinin ağırlığı altında boğulurken son nefesinde "Anne" diye haykıracağını da... Barışçı bir protesto, vahşete dönüşmüştü.
Hepsinin üstünde, öyle görünüyor ki, artık neyin doğru olduğu üzerinde anlaşamıyoruz. Artık sadece olaylar üzerinde fikir tartışması yapmıyor, "Gerçek, gerçekte bir gerçek midir" diye kutuplaşıyoruz.
Bilim gerçek midir diye kapışıyoruz.
Bir seçim kazanıldı mı, kaybedildi mi konusunda dahi anlaşamıyoruz.
Uzlaşmanın değeri hakkında bile uzlaşamıyoruz.
Bu kutuplaşma, pandeminin sebep olduğu sosyal izolasyon, karantina ile katlanıyor ve kendimizi bugüne dek görmediğimiz, bilmediğimiz şekilde yalnız hissetmemize yol açıyor.
Genç kızlık yıllarımda bir gün Manhattan'ın yoğun caddelerinden birinde bir taksiye atlamıştım.
Giderken camdan kaldırımda duran bir kadının cep telefonu ile konuşurken hüngür hüngür ağladığını gördüm. Ne biçim bir haber almıştı ki, herkesin içinde öyle ağlıyordu. O zamanlar New York benim için yeniydi. Şoföre "Durun lütfen" dedim. "Belki bu kadının yardıma ihtiyacı vardır?." Şoför "Burası New York.. Burada insanlar özel hayatlarını herkesin içinde yaşarlar. Sokakta ağlar, sokakta sevinç çığlıkları atarlar.. Duygularımızı, heyecanlarımızı herkesle birlikte yaşarız, herkes de görür" diye anlatmaya başladı. Bana en son "Merak etme, köşedeki birisi ona mutlaka 'İyi misin' diye sormuştur" dediğini hatırlıyorum.
Şimdi bunca yıl sonra herkes evlere hapsedilmiş ve izole edilmişken, ben kaybettiğim bebeğimin yasını tutar, ülkemin neyin doğru olduğuna inancını kaybetmesine üzülürken, New York'taki o kadın aklıma geldi. "Ya hiç kimse durmadıysa?.
Ya hiç kimse çektiği acıyı görmediyse?. Ya hiç kimse yardım etmediyse?." Keşke o ana dönebilsem ve şoföre "Kenara çek" deseydim. Bana öyle geldi ki, bu bir yığın içinde yaşamanın tehlikesi. Zamanı acı, korkulu ya da duayla geçirirken, kalabalığın ortasında ama yapayalnızsınızdır.
Etraftaki hiç kimse yanınıza gelip size "İyi misin" demez.
Bir çocuk kaybetmek dayanılmaz bir acıdır. Çok insan yaşamış, ama çok azı üzerinde konuşmuştur.
O gün kocamla ben fark ettik ki, 100 kadının yattığı koğuşta, 10 ile 20'miz düşük yapmıştık.
Ama düşük üzerine konuşmak sanki tabuydu. Yazılı olmayan bir kanun "Herkes yasını gizli tutacak" diyor gibiydi..
Sonra biri cesurca öyküsünü anlattı. Bu kapıyı açtı. Biri doğruyu söyleyince, herkese ayni şeyi yapma izni çıktı. Hepimiz öğrendik ki, biri nasıl olduğumuzu sorunca ve cevabımızı gerçekten açık kalple dinleyince, çektiğimiz acı hepimiz için hafifliyordu.
Acıları paylaşmaya davet edilmek, iyileşme yolunda hepimizin attığı ilk adım oluyordu.
Böylece, herkesin aileleri ile buluştuğu ve beraber hindi yediği geleneksel Şükran Günü'nde, daha evvel hiç yapmadığımız bir şeye karar verdik.
"Pek çoğumuz sevdiklerimizden ayrıydık, yalnızdık, hastaydık, korkuyorduk, bölünmüştük, hepimiz bizi mutlu edecek bir şey bulmak için savaşıyorduk o halde diye" dedik ve birbirimize söz verdik.
Ötekilere "İyi misin" diye soracaktık.
Ne kadar uyuşmasak da, ne kadar uzak olsak da, gerçekte birbirimizle her zamankiden daha fazla ilişkiliydik. Çünkü 2020, bireysel olsun, toplumsal olsun dayanmak, tahammül etmek zorunda olduğumuz yıldı..
Şimdi maskelerimizin arkasına saklanmış olarak "Yeni Normal"e uyum sağlıyoruz. Ama yüzümüzü kapayan maskeler, bir yandan da bizi başkalarının gözlerinin içine bakmaya zorluyor. Bazılarının sıcaklıkla dolu, bazılarının yaşlı olduğunu görüyoruz, o zaman..
İlk defa, uzun zamandan beri ilk defa, insanlar, yani bizler gerçekten birbirimizi görüyoruz.
"İyi miyiz?."
İyi olacağız!.

*

Bu yazıyı bir anne, bir feminist, bir hukukçu, bir oyuncu, hepsinden öte bir Düşes yazdı..
Leydi Meghan!.
Evet.. İngiltere tahtı üzerindeki bütün haklarından vazgeçerek Amerika'ya yerleşen Prens Harry'nin eşi, Hollywood oyuncusu Meghan Markle.. Hani Netflix Suits dizisinde izlemiştik.
Ben New York Times'ta okurken "Müthiş bir Pazar yazısı olur" diye düşünmüştüm.

***


Safter'den haberler..

Los Angeles'ta yaşayan sevgili meslektaş, dost Safter Yılmaz'dan uzun aradan sonra iki not geldi. Böylece sıhhatte olduğunu da öğrendik. İş o iki ilginç not..

*

Sevgili Hıncal,
"Kötü haber okumak, duymak istemiyorum" diye son bir yazın vardı.. Ben de bunun için "Melekler Şehri"ndeki durumu yazmayacağım.
Mart ayından bu yana ilkbahar, yaz ve ardından sonbahar da bomboş geçti.. Ancak senin kara listeye girmeden yılbaşı yaklaşırken sinema başkentinde son olanları nakledeyim dedim.
Pandemi Hollywood'da bir mecburi devrimi yürürlüğe koydu... Bir zamanlar aforoz edilen Netflix'e stüdyolar ve sinemacılar şimdi tam teslim oldular... Nasıl olmasınlar ki?.
Başta Los Angeles ve New York'ta sinemalar hâlâ kapalı..
Filmleri ilk olarak TV de gösterdiği için Netflix'i boykot eden stüdyolar yaptıkları, daha doğrusu yapmak zorunda kaldıkları anlaşma ile 17 gün sonunda, gösterimdeki her türlü filmin ekranlara gelmesini kabul ettiler. Eskiden bu süre yıllarca 90 gündü..
Stüdyolar yıllık gelirlerinin yüzde 75'ini sinema gişe hasılatından sağlıyorlardı.
Ancak pandemi ile şartlar değişince sinemacılar da, stüdyolar da teslim bayrağını çektiler..
Şimdi Hollywood'da 195 milyon abonesi ve milyarlarca doları olan Netflix'in sözü ve kuralları geçiyor..
Fox stüdyosunu satın aldıktan sonra Netflix'in en yakın rakibi olan Disney'in Netflix benzeri "streaming" kanalı altı ay içinde 74 milyon aboneye ulaştı.. AT&T'nin sahibi olduğu Warner ise HBO Max kanalından beklediği ilgiyi göremedi.
Halen 38 milyon abonesi var..
Universal stüdyosunun 22 milyon abonesi olan "Peacock" kanalı ise ilgiyi artırmak için hafta sonları İngiltere lig maçlarını da gösteriyor..
Bütün bunlardan sonra akla şu geliyor:
"Bu sinemanın sonu mu?
Yoksa sonun başlangıcı mı?" En yeni filmleri, sinemalara gelmesinden 17 gün sonra evinde seyredebileceğini bilen birisi niçin 15-20 dolar vererek sinemaya gitsin?. Hele evinde bunu ailesiyle seyretmek imkanı varken?
Pandemi yüzünden artık kimse açık olsa da büyük mağazalara giderek alışveriş yapmıyor.. Her şeyi evinden online ısmarlıyor..
Buna milyonlar alışmış durumda..
Pandemi bitse de kimse bu rahatlıktan vazgeçmez..
Sinemanın akıbeti de bu yüzden karanlık.. Bu ay streaming kanallarında gösterilecek yeni filmler arasında Tom Hanks'in Avustralya'da çevirdiği western "News of The World", Warner Bros'un "Wonder Woman 1984" ve "The Witches", George Clooney'nin "The Midnight Sky", Anthony Hopkins'in "The Father" filmleri de var..
Tenisseverlere de bir müjde.. Warner Bros. kortların kraliçeleri iki kardeş Serena ve Venus Williams'ın babalarının başarısını "King Williams" olarak çekmeye başladı..

*

Los Angeles Times gazetesi pandemi süresince yapılan aktivitelerin hangilerinin daha az Kovid- 19'a yakalanma ve yayma riski taşıdığını, hangilerinin daha çok tehlikeli olduğunu uzmanlarla araştırdı.
Uzmanlardan, 0 ile 100 arasındaki bir cetvelden risk notu vermeleri istenmiş. 0 risksiz olurken, 100 en tehlikeli durum..
İşte sonuçlar:
Lokanta dışında oturmak: 10
Markete giderek alışveriş yapmak: 30-40 Uçakla seyahat: 40-50 Maskesiz dışarda bir aktiviteye katılmak: 40-50
Sinemaya gitmek: 50-60
Lokanta, kafe içinde oturmak: 80

***


Pazar Neşesi

Adam yakınları, akrabaları ve dostlarının doğum günlerini, yıldönümlerini unutup duruyordu. Sonunda, tüm bu günleri tabletine listelemeyi düşündü. Öyle bir program olacaktı ki, tableti açar açmaz, o gün neyin nesi olduğunu görecekti.
Yaşadığı şehirdeki bütün bilgisayar, cep telefonu ve tablet dükkanlarına gitti. "Böyle bir program var mı?. İndirebilir misiniz?. Yoksa benim tabletim için bir program yazabilir misiniz" diye sordu. Hepsinden aldığı cevap ayniydi..
"Böyle bir program yok. Biz de yazamayız.."
Üşenmedi.. Kalktı 100 kilometre ötedeki büyük şehre gitti ve oranın en büyük sanal teknoloji mağazasına girdi. Karşıdaki mağazada, şakakları ağarmış kafası, hali, tavrı ile fevkalade deneyimli olduğunu gösteren biri oturuyordu.
Gitti. Karşısına oturdu. İstediğini ve şehrinde başına gelenleri uzun uzun anlatıp sordu..
"Sizin bana önemli günleri hatırlamam için bir tavsiyeniz olabilir mi acaba?."
Adam eğildi ve konuştu..
"Karınızı denediniz mi acaba?."

***


Yüksel'den..
Abi; TDK sözlüğünde ağabey,
büyük erkek kardeş olarak tanımlanıyor.
Bu coğrafyada;
Kardeşle arasında mesafe olan,
ve her ne şekilde olursa olsun,
sürekli haklı olan ve
sözlü olarak kardeşini dövme fırsatını,
asla kaçırmayan adamdır.
Yüksel Durak

Latin Sözleri
"İlle dolet vere, qui sine teste dolet!"
"Kimse görmeden acı çeken, Gerçekten acı çeker!
Martialis

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA