Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Seyretmeye doyamadığım muhteşem anıt!..

Perşembe gecesi canlı yayında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) Salonu Açılış Konseri'ni seyrettim.. Yanlış okumadınız..
Seyrettim, TRT Müzik'te..
...Ve yayının hiçbir açıklama yapılmadan aniden kesilmesine ve seyirciye böylesi bir saygısızlık yapılmasına da kızmadım, keyfimi bozmamak için..
O ne seyrine doyulmaz muhteşem bir anıttı.. Salon.. Kültür Merkezi falan değil, anıt.. Resmen anıt!.
Hele ışıklandırma ile önce kırmızı, sonra maviye dönüşmesi, peri masalı gibiydi..
Hikâyesi de peri masalı gibiydi.. Hani fakir delikanlı o güzele ulaşmak için ne engeller aşar ya?. CSO Salonu'nun öyküsü de öyle..
Konser verecek salonu olmayan Ankara'da, kuzen Ahmet'le (Kışlalı) Beethoven'in benzersiz, emsalsiz 9'uncu Senfonisi'ni dinlemek için o zaman şehrin çok dışında kalan, yolu bile olmayan ASKİ Spor Salonu'na gitmiştik.
Belediye'nin grayderleri, tarlalar arasından geçen toprak inşaat yolunu düzeltmiş, gene tarlaların bir kısmını otopark yapmışlardı.
İnsan sesini kullanan ilk senfoni olan 9'u, Beethoven kulakları tam sağırken notaları beyninden duyarak bestelemişti.
Ünlü Alman şairi Schiller'in "Ode de joy" dizelerini de bu bölüme eklemişti. "Neşeye çağrı!." Şiir, Fransız İhtilali'nin dört temel ilkesinden sonuncusu üzerine yazılmıştı..
Hürriyet, Eşitlik, Adalet, Kardeşlik hani.. İşte o sonuncu.. Kardeşlik..
Nasıl muhteşem icraydı o orkestra ve koro..
Öyle ki, devrin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de oradaydı.
Mikrofonu kaptı ve "İşte çağdaş Türkiye" diye bağırdı.
Kenar tribünün ortalarında oturuyorduk eski kültür bakanlarımızdan kuzen Ahmet'le.. Nasıl sarmaşdolaş olmuştuk.. Nasıl sesimiz kısılmıştı, "Bravo" diye bağırmaktan..
CSO'ya da bir salon yapma gereği çoktan düşünülmüştü.
İhale yapıldı, temel atıldı. Ama sonra birileri itiraz etti. (Sanata siyaset karıştırmak her devirde vardır bizde..) Efendim, Münih'teki konser salonundan kopyaymış.. Dava, soruşturma, bilir bilmez kişiler.. Sonunda atılmış temeller dinamitle yıkıldı.
Bu defa yarışma açıldı (1992).
Karı-koca mimarlar, Semra ve Özcan Uygur'un projesi kazandı ve yeniden temel atıldı. Yıl 1997!. Ama bu defa nerdeyse atıldığı ile kaldı. Ta ki, Ertuğrul Günay Kültür Bakanı olana dek (2007). O el attı.
Yarısına yakın bitirdi. Onun kaldığı yerden Nabi Avcı ağabeyim ve bakanım, onun ardından da bugünkü Bakan Mehmet Nuri Ersoy'un işi sıkı tutmasıyla bu seyrine doyamadığım anıt ortaya çıktı. Hem Ankara dünya güzeli bu kültür yuvasına kavuştu.
2023 koltuk kapasiteli "Büyük Salon", 500 koltuk kapasiteli "Mavi Salon" ve 600 kişilik "Tarihi CSO Salonu", restoranları, müzesi ve 10 bin izleyici toplayabilecek açık hava alanlarından oluşan bu müzik yuvası kısa sürede kültür ve sanat tutkunlarının buluşma yeri haline gelecek, hiç şüpheniz olmasın..

*

Ağbimle yaşıt olduğu için Rauf Tamer üstada hep "Rauf Ağbi" dedim.
Ağbim gibi o da Tercüman yazarıydı.
Hafta sonu Posta'da okudum, lafa ASKİ Spor Salonu'ndaki konserle girmiş ve yazmış...
"23 yıl evveldi...
"İrticayı bastıranlar, bir senfoniyle bütünleşiyor ve sahneyi göstererek 'İşte çağdaş Türkiye' diyorlardı." Rauf Ağabey, o sözü söyleyenin Süleyman Demirel olduğunu nedense (!) yazmamış.. Ki, o Demirel beni "Hakaret etti" diye mahkemeye vermiş ve 10 bin lira tazminat kazanmıştı.
Rauf Ağabey ise köşesinde hep överdi.
Sevgili Ağabey!.
Çok sesli müzik bize Cumhuriyetle gelmedi. CSO'nun temelini atan II. Mahmud'un ülkemize davet ettiği Donizetti Paşa'dır.
Muzıka-yi Hümayun'u, Padişah II.
Mahmud kurdu. Donizetti Paşa, Mecidiye, daha sonra gelen Guatelli Paşa da Aziziye Marşlarını yazdılar.
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sırasında, Muzıka-yi Hümayun'u Ankara'ya getirdi. Her bir üyeden, kendi çalgıları için hocalık yapmalarını ve öğrenci yetiştirmelerini istedi ve onlara Hamamönü'nde bir ahşap bina tahsis etti. Dikkat edin.. Savaş devam ediyor, ama sanatsız millet olmaz..
Cumhuriyet ilan edilince o orkestra da Cumhurbaşkanlığı Senfoni oldu. O ahşap derme çatma bina da giderek Devlet Konservatuvarı'na dönüştü.
Demirel'in "Çağdaş Türkiye" demesi, ülkede zaten mevcut alaturka ve halk müziği heyetlerine, korolarına bir de Türk Senfoni Orkestrası ve Korosu'nun (Tümü 450 sanatçı) hem de 9'uncu Senfoni gibi efsane ve icrası çok zor bir eseri, dünyanın en ünlü senfonileriyle eş düzeyde seslendirecek düzeye geldiğini göstermesindendi..
Seyrine doyamadığım o muhteşem anıt da, çağdaşlaşmanın bugün geldiği noktadır, Rauf Ağabey..
Süleyman Bey, o gece o salonda olsa gene ayağa fırlar ve gene haykırırdı..
"İşte Çağdaş Türkiye!." Sonra da gider, Başkan Erdoğan'ı sarılıp kutlardı.

***


Hürriyet'in Spotify Projeleri!..

Lafa girerken tekrar yazayım.. "Proje" lafı bana ait değil. Bizzat Hürriyet'in o zamanki Genel Yayın Yönetmeni yazdı.
Başta Ayşe Arman, çok okunan yazarların, köşelerinde "Gizli" değil, alenen reklam yaptıkları konusu arşı âlâya çıkmıştı.
Yönetmen bir yazı kalem aldı ve özetle dedi ki..
"Sosyal medya yüzünden tirajlar ve reklamlar düşüyor. Gazete masrafını karşılayamaz hale geliyor. Bu yüzden Reklam Başkanlığımız bir teklifte bulundu. Bazı kurumlar veya kişiler, istedikleri yazarı davet edecekler, onunla konuşacaklar. Köşe yazısı ya da söyleşi gibi olacak. Bunun adı Proje..
Proje karşılığı gazete para alacak.
Yazana da bir bölümü aktarılacak." Hürriyet, Batı ülkelerinde de örneği olan bu sistemi uygulamaya başladı.
Ne var ki, Batı gazeteleri okurlarını kandırmıyor ve bu tür yazıların üzerine okunur ve görünür şekilde "Advertorial" yazıyorlardı.
"Editoryal ve Reklam" sözcüklerinden oluşmuş "Bu yazı reklam içerir" anlamına gelen bir sözcük. Oysa Hürriyet Projelerinde hiç böyle bir işaret yoktu.
Ertuğrul Özkök kardeşim, nerdeyse Allah'ın günü Spotify yazmaya başlayınca kızdım ve "Bu ne Ertuğrul" diye mesaj attım "Artık seni okumuyorum" dedim.
Kendisini bile ikna etmeyecek bir cevap yazdı gazetede. Koskoca köşesinin tüm yazılarını Spotify'a ayırmasına güya cevap.. Güldüm.. Ama sonra baktım iş ciddi.
Hürriyet manşetinden "Türkiye onları dinliyor" diye Spotify haberi yazdı. İçerde tam sayfa..
Ardından Genel Yayın Müdürü ve en çok okunan köşe yazarı Ahmet Hakan da, "Bir sene Spotify'da ben ne dinledim" diye sütunlar ayırınca, işin artık kafa yoracak yanı kalmadı.
Basın Ahlak Yasası rafta..
Basın Konseyi de hikâye oldu.
Peki şimdi ülkenin en okunan gazetesi ve yazarları üzerine düşen bu şüpheyi araştıracak kurum kim?.
SABAH, geçen cumartesi "Spotify yaptığı yıllık listeyi duyurmak için sanatçıları kullandı" haberini yaparken, asıl gazetecileri nasıl kullandığını anlatmadı.
Ama güneş balçıkla sıvanmıyor..
Hürriyet ile Spotify ilişkileri araştırılmazsa, yarın bütün gazeteler ve en masum yazılar bile şüphe altında kalır ve gazeteler hiç okunmaz hale gelir..

***


Bir tarih dönümü...

Hep diyorum, "Bu ülkenin en iyi gazetesi Daily Sabah'tır" diye.. Hafta sonu orada okudum gene.. "Türkiye'den Çin'e 12 günde gidecek ilk yük treni yola çıktı" haberini.. Birinci sayfadan trenin üzeri bayraklarla süslenmiş resmiyle..
Bu yük treni, "Avrupa'ya yalvar yakar olmayalım. Doğuya dönelim.
Eski İpek Yolu'nu ihya edelim" diyen Türkiye'nin zafer işareti.
Berat Albayrak Çin'e giderek görüşmeleri başlatmış, anlaşmaları yapmıştı.
Kars'ı Tiflis/Bakü üzerinden "Kuzey İpek Yolu" olarak Çin'e bağlayacak tren hattı, Türkiye ile Azerbaycan arasındaki kısa ve eksik bölümün yapılıp açılmasıyla tamamlandı. Deve katarlarının yerini alacak tren katarlarının İstanbul'dan Çin'e gitmesi sağlandı.
Ve o yolda ilk tren işte geçen cuma İstanbul Çerkezköy'den kalktı ve Marmararay tüneli üzerinden Asya kıtasına geçti.
8693 kilometrelik yola çıktı. Anadolu, Gürcistan, Azerbaycan ve Kazakistan üzerinden Çin'e varılacak.
Türkiye'nin organize ettiği seferlerin ilkinde tam 42 vagon vardı.
Şimdi, bu haber, bugünün Türkiye'si için müthiş moral, coşku ve umut değil mi?.
Bu ilk sefer için gazeteciler Çerkezköy'e dolmaz mı?. Hatta trene en iyi röportajcılar bindirilip, yol boyu haberler yapılmaz mı?
SABAH'a baktım. Birinci sayfanın en dibinden minnacık vermiş, adeta saklamışız..
Öbür gazetelerde de dikkatimi çekmedi.
Devlet Demiryolları "Proje" yapsaydı.
Mesela hayatının yarısını dış davetlerde geçiren Ertuğrul Özkök kardeşim atlayıp gitmez, enfes meraklı yazılar da yazmaz mıydı, 12 gün boyunca?.
Mesleği unuttuk, içim kan ağlıyor..

***


Nevzat Ayaz!..

Nevzat Ayaz, tanıdığım ilk İstanbul Valisi'ydi. Çok buluştuk. O ünlü, tarihi vilayet binasında çok buluştuk, Cağaloğlu'nda. Makamında çok çayını içtim..
Vali Konağı Caddesi'ne adını veren konağı da onun sayesinde gördüm.
O feci trafik içindeki konağı valiler pek kullanmazdı.. Ben de bir gün "Ne işe yarar" diye sormuştum da, esas merakımı anlamış, alıp beni oraya götürmüştü.
Tanışma sebebim aylık bir dergideki yazımdı.
Polislerin nasıl eğitimsiz, nasıl acemi olduklarını yazmış, "Bunların eline nasıl silah verilir" demiştim.
Dikkat buyurun, günlük yüksek tirajlı bir gazetenin köşe yazısı değil. Aylık dergide birkaç satır..
O zaman devletin valileri öyleydi.
Her şeyle ilgilenir, halkın içinde yaşarlardı.
Bugünkü gibi, Ankara'dan bir büyük gelmedikçe, makam odasından çıkmayanlara hiç benzemezlerdi.
Nevzat Bey beni aradı. "Gel de bir çayımı iç" dedi. Koştum tabii.. Önce bana o müze gibi konağı gezdirdi.
Büyülendim. Sonra Vali Salonu'na kapandık. Çaylarımız geldi ve anlattı..
"Vali olduğum günleri biliyorsun, herhalde" dedi.. Bilmem mi?.
Durmadan olay.. Kargaşa.. 12 Eylül öncesi..
"Olayların önüne geçmenin ilk çaresi, bilinen olay merkezlerine polis görüntüsü yerleştirmektir. Mevcut kadroyla bunu yapmamıza imkan yoktu.
Kadro istedik, aldık. Bir sınavla da yüzlerce gence üniforma giydirdik. Onları uzun uzun eğitimden geçirecek vaktimiz de yoktu. Bir iki temeli öğretip, yollara saldık. Gerisi iş başında eğitime kaldı.. Biraz sabırlı olacaksın.." Öyle bir saygı uyandırdı ki bende..
Bir daha onunla konuşmadan, vilayet ve vali hakkında tek satır yazmadım.
Nevzat Ayaz, tam bir Devlet Adamı'ydı..
Tam bir Halk Adamı'ydı!.
Nevzat Ayaz, insandı..

***


Tebessüm
Temel'le Fadime kahvaltı ediyorlardı. Radyodan bir anons duydular..
"Dikkat.. Dikkat.. Şiddetli kar yağışı geliyor. Yolun tıkanmaması ve gerekenlere yardımın ulaşabilmesi için arabalarınızı sadece tek numaraların tarafına park edin.."
"Tamam" dedi Temel ve evden fırladı.
İki gün sonra ayni anons gene yapıldı. Bu defa "Çift numaraların tarafına" dedi spiker. Temel gene fırladı.
Üç gün sonra gene anonsu duydular.
"Dikkat!.. Dikkat.. Şiddetli kar yağışı geliyor.. Arabanızı.."
Tam o sırada elektrikler kesilmez mi?.
Temel "Hay Allah" dedi, "Şimdi ne halt edeceğiz?."
"Boş ver" dedi, Fadime.. "Bırak bugün de garajda kalsın!."

Sevdiğim Laflar
"Düşünmek, insanın kendisiyle konuşmasıdır ve birbirimizle konuşmamızın gerekliliği sayesinde, içimizden her biri konuşur kendi kendisiyle."
Miguel de Unamuno

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA