Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Ülkemin en güzel gazetesinden, Troya Müzesi...

Önce, biliyorum, başlık sizde bir merak uyandırdı, "Ülkemizin en güzel gazetesi kim" diye düşünüyor olmalısınız çünkü..
Söyleyeyim.. Daily Sabah.. Bizim grup İngilizce çıkarıyor. Genel Yayın Yönetmeni'ni bu gazeteden tanırsınız.
Sizin temsilciniz İbrahim Altay.. Yıllarca bizde haftalık yazılar yazdı. Bayılıyordum, bilirsiniz. Sonra yazılar kesildi. Ne oldu, derken öğrendim.
İngilizce gazetemizin başına geçmiş..
Tam bir Batılı gazete anlayışı ile çıkıyor Daily Sabah..
Yani, bizim New York Times desem yeridir.
Her gün bana gelen takım içinde, elimde en çok kalan iki gazetedir bunlar..
Daily Sabah'ın özellikle ikinci sayfası, yani Kültür Sanat bölümü için ne desem az. İrem Yaşar'ın tiryakisi oldum.
Geçenlerde Troya Müzesi'ni bir yazmış ki, gitmiş kadar oldum.. Hemen de gidesim geldi. O an İbrahim'i aradım..
"İrem bu yazıyı Türkçe kısaltıp bana yollar mı" diye... Geldi..
"Troya Müzesi antik kentin efsane ve mitleri arasında eşsiz bir yolculuğa çıkarıyor" başlıklı kısaltılmış yazıyı, buyurun, okuyun.. Bu ülkenin ne bitmez tükenmez güzellikleri var, okuyun.

*

Türkiye'nin batı kıyısında iki kıtayı kucaklayan Çanakkale, tarihi önemi ve efsanelerdeki yeri ile bilinen, rüzgârlı bir arazi üzerine kurulu.
Sahil şeridi Çanakkale Boğazı boyunca uzanan şehir, Kilitbahir Kalesi, Çanakkale Şehitleri Anıtı ve kuzeyinde yer alan Şehitlik, Bozcaada, Gökçeada ve dupduru bir denizde yüzme deneyimi sunan Assos antik kenti gibi görülmesi gereken pek çok turistik merkeze ev sahipliği yapıyor.
Fakat bu yıl hepsinin ötesinde beni heyecanlandıran Troya Müzesi'ne yaptığım ziyaret oldu.
Müzenin girişinden itibaren ziyaretçileri etkileyici bir deneyim beklediği çok açık. Teras harici dört kattan oluşan müzenin zemin katında, kentteki Biga Yarımadası'nın eski adı olan Troas'ın şehirleri tanıtılıyor.
Bölümde sergilenen ilgi çekici parçalar arasında pişmiş topraktan yapılmış heykelcikler ve kaplar, taştan ve kemikten yapılmış aletler, maskeler, kuklalar ve cam eserler yer alıyor.

Eski çağlarda yaşamış insanların izlerini taşıyan her şeyden çabuk etkilenen ve tarihi eserlerin büyüsüne kapılan biri olarak, zemin kattaki incelememi bırakıp bir sonraki kata ilerlemek benim için gerçekten zor oldu. Ancak, müzenin büyüleyici atmosferi bu katta da devam etmekteydi. Troya'nın Bronz Çağı'na ışık tutan birinci katta, antik kentin gelişim aşamalarını ortaya koyan katmanlar kronolojik sırayla sunuluyor.
Bir savaştan sonra şehrin terk edilmesiyle ilgili üzücü hikâyeyi okuduktan sonra, Arkaik Çağ'dan Doğu Roma İmparatorluğu'na uzanan bir dönemi kapsayan ikinci kata çıkıyorum.
Homeros'un "İlyada" ve Truva Savaşı destanlarının sözlü geleneğe yansımalarını anlatan bu kat, savaşın ozanlarını, kahramanlarını, olaylarını ve mekanlarını çizimler, modeller ve dijital uygulamalarla tanıtıyor.
Müzeye ilk adımımı attığım andan itibaren Polyksena Lahdi'nin içinde bulunduğu ikinci katı görmek için sabırsızlanıyordum.
Figüratif formlara sahip en eski lahitlerden biri olarak kabul edilen bu lahdin uzun kenarlarından birinde Toria Kralı Priamos ile Kraliçe Hekabe'nin küçük kızları olan Polyksena'nın kurban edilmesi olayı tasvir ediliyor. Lahdi incelerken kapağında bir delik fark etmiştim.
Önce bu deliğin kazılar sırasında oluşmuş olabileceğini düşünmüş olsam da daha sonra okuduğum bilgilendirici bir metinden bu deliğin lahdin yüzyıllar önce yağmalandığına işaret ettiğini öğrendim.
Müzenin son katı ise Troya'nın tarihindeki başka bir dönemi gözler önüne seriyor. Bu kadim topraklarda ve Çanakkale Boğazı'nda imparatorluğun ilk günlerindeki Osmanlı yerleşimlerinin önemini gösteren metinler, gravürler ve fotoğraflar ile şehirde devam eden çanak çömlek ve seramik gelenekleri ve taş eserler bu bölümde sergileniyor.

***


Vazgeçme!..

Aylardan beri hemşerim oldu, Nehir!. Nehir Erdoğan.. "Benim Adım Melek" dizisinin baş oyuncusu olarak, Gaziantep'te yaşıyor.. Bu yaz tatilimizi Antep merkezli Güneydoğu diye planlamıştık. Ben, ağbimler, yanımıza Nehir'in ağbisi Fırat'ı da alıp gidecektik, güya.. Salgın, ne plan bıraktı, ne program..
Şimdi Antep'i de, Nehir'i de ekranda izliyoruz ancak. Ama yönetmen Cem kardeşime alkış.. Antep'i, adeta bir oyuncu gibi kullanıyor çekimlerinde.. Nasıl güzelliklerle dolu Güneydoğumuzun incisi.. Kilis'in, rezil, perişan, leş ve pis halini görünce bir daha oraya adım atmamaya yemin etmiştim.
Antep, memleket hasretimi gideriyor..
Geçen hafta telefonuma Nehir'den satırlar düştü.. Kendi yazmış. "Vazgeçme" başlığıyla kendi sosyal medyasında da yayınlamış. Benim o taraklarda bezim olmadığını bildiğinden, bana maille yollamış.. Okudum..
Çarpıldım.. Bayıldım..
Bizim Nehir'e de çok yaramış Antep.. Zaten kalemi çok iyiydi..
Kız bir de filozof olmuş..
Buyurun okuyun ve siz söyleyin, haksız mıyım?.

*

Hayat bu... Her şey olabilir...
Hayat hepimizden büyük..
Mesela sana yalan söyleyebilirler ama sen yine de güvenmekten vazgeçme olur mu?
Mesela hırslarıyla, ihtiraslarıyla seni ezip geçmek isteyebilirler ama sen yine de dürüstlükten vazgeçme, sevmekten vazgeçme, çalışmaktan vazgeçme...
Kendinden vazgeçme!
Hayallerinden vazgeçme!
Hayatı, bütün canlıları sevmekten sakın vazgeçme!
Tam da şu anda yaşamaktan ve yaşatmaktan lütfen, n'olursun vazgeçme!
Mesela seni sevmeyebilirler;
Daha kötüsü seni yalandan seviyormuş gibi yapabilirler...
Daha kötüsü sana iftira atabilirler..
Sen ne olursa olsun yine de dürüstlükten vazgeçme olur mu...
Sevmekten vazgeçme...
Merhametten vazgeçme...
Şarkılarından, dansından, kendinden, ruhundan, hayallerinden sakın vazgeçme...
Yaşamaktan ve yaşatmaktan sakın sakın vazgeçme...
Gülümsemeye devam et!
Gereksiz gururlarının, kibirlerinin, evhamlarının gölgesinde kaybolabilirler...
Özür dilemeyebilirler, teşekkür etmeyi hiç bilmiyor hakkını teslim etmiyor olabilirler ama
Mevlana'nın ünlü sözlerinden bir tanesi der ya;
"Haklılığın ve haksızlığın ötesinde bir yer var, seninle orada buluşacağız."
Tam da şimdi, sakın vazgeçme!
Unutabilirler; hatırlamaktan vazgeçme...
Kandırabilirler, inanmaktan sakın vazgeçme...
Hakikat biricik ve gerçeğe aşık;
Ay dünyaya, dünya güneşe aşık..
Sen de AŞK'tan sakın vazgeçme!
Vazgeçme olur mu?
İyiden, doğrudan sakın vazgeçme!

***


Uzak diyarlardan bir "Şirin" okur mektubu!..

Yıllar önce uzak diyarlara gitmiş, Las Vegas'a yerleşmiş bir okurdan mektup almak beni çok şaşırttı. E-mail tabii.. İşte internetin olumlu kullanışlarından biri..
Bu yazıyı evimde yazıyorum.
Öğleden sonra gazetede editörlerimin elinde. Gece gazete hazırlanıyor.
Ben sabah kapımdan alırken, Las Vegas'taki okur da, benimle ayni anda okuyor.
İnternet olmasa, bu buluşma mümkün müydü?.
Okurumun adı Jenk Kale..
Buradayken Cenk Kale'ydi herhalde..
Bana Amerika'da Hinkal dedikleri gibi, ona da "Senk" demiş olmalılar ki "C" sesini vermek için adını Jenk diye yazmaya başlamış, herhalde.
Nasıl ama, nasıl keyifle okudum bilemezsiniz.. Konusu "Ben" olan okur mektuplarını pek paylaşmam.. Ama, yaşım 81.. Belki de ondandır, bu defalık bağışlayın. Bu mektubu size nakledeceğim, aynen..

*

Saygı değer Hıncal Baba, Dilerim sağlık ve de afiyettesinizdir.
Sizin çok uzaklardan, Las Vegas'tan bir okuyucunuz, hem de Galatasaraylı bir sempatizanınızım. Siz, benim ve de ağabeyimin, çocukluk yıllarımızdaki o beyaz atlı şövalyelerden biri gibisiniz. Ben, Adana'nın küçük ve de Selanik muhacirlerinin yaşadığı şirin bir köyde babama ait; asma çardaklı bir köy kahvehanesinde çocukluk ve gençlik yıllarımı geçirdim.
1978 Dünya Kupası, ilk Dünya Kupası anımdır. Arjantin'in mavi ve beyaz çubuklu forması da ilk yabancı formamdır.
Maçları, Türkiye'nin gece geç saatlerine gelmesine rağmen, siyah beyaz televizyonlarda, ne kadar da heyecanla beklerdik. Beklemeye de değerdi.
Çocukluk anılarımın en güzelleriyse o eski Galatasaray ve Fenerbahçe derbileriydi. Köy neredeyse, bayram havasına dönerdi. Maç başlamadan taraflar iddiaya tutuşur ve Fenerli, Galatasaraylı yan yana otururdu.
Maç, Selanik kültürüne yakışır bir adapla şen şakrak izlenirdi. Yenilenin, yeneni tebrik etmesi de yine bir Selanik kültürüydü.
Maç biter, bu sefer köyün gençleri kendi aralarında o toprak sahada amatörce ama futbol ruhuyla top oynardık.
Kazansalar da kaybetseler de, herkes birbirini kutlardı.
1975'le 1983 yılları arasında ilçe kaymakamlığı Köyler Arası Futbol Turnuvası düzenlerdi. O turnuvalar tüm çevre köyleri için festival değerindeydi.
Kebapçılar, şalgamcılar, simitçiler, fruko gazozcular ve daha niceleri futbol sahasının etrafını öyle doldururlardı ki; maçlara ahenk ve renk katarlardı..
O köy gençleri eski püskü ayakkabılarıyla, toprak sahada çamura bürünmüş topla öyle oynarlardı ki, seyreden de, seyredilen de tadını çıkarırdı.
Çevre köylerdeki futbolseverler birbirine tanıdık olduğundan, herkes dostane ilişkiler içerisindeydi. Yakın köy dostlukları futbol turnuvasında daha da güçleniyordu. Zaman zaman maç esnasında gerginlik de yaşanıyordu. O da futbolun tuzu biberi oluyordu.
O köy gençleri, temsil ettiği takımın formasını, milli takım formasıyla eş değerde tutarlardı. Dolayısıyla o futbolu, Anadolu ruhu ve güzelliğiyle oynarlar ve de kutlarlardı.
Niceleri adlarını Türk futbol tarihine yazdırabilecekken, keşfedilemeden kaybolup gidiverdiler. Ama benim gibi nice insanın hafızasında ne güzel, ne unutulmaz anılar bıraktılar. Anılarımızı zenginleştirdiler.
Eğer Türkiye'deki Teknik Direktörler, gerçek ve de yetenekli futbolcular arıyorlarsa, yol haritası Anadolu'nun toprak sahalarındaki çocuklar ve de gençlerdir.
En derin Saygılarımla.
Jenk Kale.

***


PAZAR NEŞESİ
Yaşam faaliyetleri giderek zayıflamaya başlayan yaşlı zengine doktorları "Sağlıklı ve uzun yaşam istiyorsan, hava değişimi yapmalısın.. Temiz, yeşil çayırlar ve ağaçlarla dolu dağ havası çok iyi gelir" dediler..
Yaşlı adam, methini çok duyduğu Trabzon Maçka'da, yaylalardan birinde bir dağ evi satın aldı..
Yerleşirken, civarda yaşayan komşulardan Temel "Hoş geldin"e geldi..
Çay içerek sohbet ederlerken yaşlı adam "Buranın havası insana çok iyi gelirmiş.. Öyle midir sahiden?. Sen ne diyorsun mesela" diye sordu..
Temel "Ben buraya geldiğimde tek kelime konuşamıyor, tek adım atamıyordum. Kafamda tek tel saç yoktu. Tek lokmamı kendim yiyemiyordum" dedi..
Yaşlı adam karşısında aslan gibi duran Temel'e baktı..
"Vay canına" dedi.. "Kaç yıldır bu yayladasın, peki?."
"Ben burada doğdum" dedi, Temel..

LATİN SÖZLERİ
"Gravissima est probi hominis iracundia!."
"Dürüst insanın öfkesi ağır olur!
Publilius

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA