Hürriyet'e gelmeden önce, kendi gazetemi kutlamak isterim.. Harika kağıda, harika baskı bir Türk Bayrağı, Ayyıldız eki dahil, harika bir "97. Yıl" gazetesi yapmışlardı, dün..
Birinci sayfada Turkcell'in o çok güzel "Cumhuriyet" reklamını bir defa öyle güzel kullanmışlar ki.. İlk defa birinci sayfada bir reklamı çok sevdim.
En son sütunda, yani geleneksel "Başyazı" yerinde en tepede Atatürk'ün o ünlü Fraklı Portresi altında, kelime kelime Atatürk ilkeleri sıralanıyor..
Bu kullanım şekliyle emsalsiz bir "Cumhuriyet" sayfası olmuş.
İçerde başta başyazarımız Mehmet Barlas ve herkesin sevgilisi Yavuz Donat olmak üzere, harika "Cumhuriyet Özel Yazıları", Günaydın eki dahil..
Bu "Cumhuriyet" gazetesini hazırlayan herkesi kutlarım..
Nasıl özel!. Nasıl güzel!. Nasıl anlamlı bir SABAH'tı..
Bu arada..
Çarşamba öğlen, benim Bayram Köşemin yazılarını gönderdim. Saat dörde doğru editörüm Fikret aradı.. "Hıncal Ağbi, Cumhuriyet yazında geçen marşın orijinal sözlerini bulmuş arkadaşlar. Onunla değiştirelim mi" diye..
Özene bakar mısınız?. Editörlük işte bu..
Teşekkür ettim önce.. Sonra "Hayır değiştirme" dedim.. "Hilmi Bey o marşı 1923 yılında yazmıştı. Zamanın Türkçesi, adeta Osmanlıca.. Ben ilkokula giderken Dil Devrimi vardı. Pek çok Arapça ve Farsça sözcük "Öztürkçe" yapılmıştı. Bizim marş Dil Devrimi ile yenilenmiş sözcükler taşıyordu. Mesela Hilmi Bey, "Kutlu olsun Ey Millet" derken, biz "Kutlu olsun Ey Ulus" diye öğrenmiştik. Ben aslını değil, kendi söylediğimiz marşı yazdım.."
Neyse.. Gelelim Hürriyet'e..
Tiryakisi olduğum Cengiz Semercioğlu izne çıkarıldı. Ne izinse artık, bir yıla yaklaşıyor.. Yazısı da yok, açıklaması da.. Cengiz'i gizli kapaklı kovdular mı, yoksa tazminatı yüksek de bu ne izni ise artık bilemem, durmadan uzatıyorlar mı?. Durum.. Ne kovuyorlar, ne yazdırıyorlar..
Yahu Cengiz, benim gibi kırk yılda bir siyasete dokunan bir "Yaşam" yazarı.. Kime, niye batar ki?. Kıskançlık olmasın sakın?
Ahmet Hakan, Genel Yayın Müdürü olunca çok iyi işler yapmaya başladı. Hürriyet, Ertuğrul'un alınması ile başlayan krizi atlatmış, Sedat Simavi günlerine dönmüş, halk gazetesi olmuştu. Siyaseti değil, günlük yaşamı öne alan halk gazetesi.. Hatta Ahmet'e mesaj atıp kutlamıştım, öylesi..
Sonra Ahmet Hakan'a o koltuk tatlı mı geldi, kalmasını sağlama almak mı istedi bilemem, sırtını bir yerlere dayamak istedi..
İlk sığınağı sosyal medya oldu. Sabah kalkıyor, sosyal medyaya bakıyor, yazılarını ona göre yazıyor, gazeteyi ona göre çıkarıyordu, kesin.. Siyasi bakımdan ise, özellikle kendi köşesinde müthiş bir denge politikası izliyordu.
Hürriyet'i elime alır almaz okuduğum, satırları bana keyif veren Ahmet Hakan gitmiş, yazmak istediğini özgürce yazan değil, "Bunu, böyle yazmam gerek" diye zorlama satırlar kaleme alan bir Ahmet Hakan gelmişti sanki.. Sevgili dostum için üzülmekten başka şey elimden gelmedi.
Kutladığım günlerde bir yemek için sözleşmiştik. İşleri benden çok daha yoğun olduğu için günü o seçecekti. Ama onu uyarmak için yazdığım bir iki minicik dokundurmaya bile tahammül edememiş olmalı ki, küstü. Aramaz oldu. O yemek de öyle kaldı.
İşi eleştirmek olan bir gazetecinin, kendisine hem de yakın dosttan gelen bir siteme dahi küsmesini anlayın artık..
Neyse.. Sözüm o değildi aslında ama nasıl dolmuşum ki, içimi döktüm.
Kastım Savaş Özbey'i yazmaktı..
Hürriyet'te Cengiz'den sonra kafamda oluşan "Her yazısı okunmaya değer yazar" boşluğunu dolduracak bir aday var şimdi.
Savaş Özbey, şimdilik Kelebek ekinde yazıyor ama, bana sorarsanız, şu an gazetenin en okunan, en dikkate değer yazarı..
Geçen gün söz ettim, haftalık o müthiş ikilemli sorularıyla yaptığı söyleşilerin tiryakisi olduğumdan..
Kendi adını taşıyan köşesinde de günlük yazıyor. Benim gibi "Yaşam/ Life Style" yazıyor..
...Ve de beni fena halde kızdırıyor.. Çünkü ne zaman bir şeyi yazmaya niyetlensem, bakıyorum, Savaş'ın köşesinde çıkmış bile.. Benim yazı daha çıkmadan eskiyor yani.. Hadi siz olun da kızmayın..
Salı sabahı oturup İlyas Salman üzerinden sosyal medya uşaklığını yazacağım..
Özellikle sahnedeki İlyas'ı çok severdim. Yerli sinemanın da iyi komedilerinin baş oyuncularındandı. Yani güldüren komik değil, düşündüren komedyendi İlyas.. Tıpkı Şener Şen gibi..
Yıllardır sesi soluğu çıkmayan İlyas birden Şener'e saldırıp haber oldu.
Efendim Şener Şen, halka açık bir sanatçı değilmiş.. Toplumsal olaylarda ortaya çıkıp, mesela depremde, yangında, mesela Akdeniz, Azerbaycan gerginliklerinde fikrini söylemiyormuş..
Yahu bu sosyal medya uşaklığına öteden beri karşıyım.. Bir yandan "Sosyal medya linç ediyor. Rezil troller" diyeceksin. Öte yandan ünlü birisi bir konuda sessiz kaldı mı, bu defa sen onu darağacına çıkarıp boynuna ipi geçireceksin..
Olacak şey değil.. Yahu herkes, her konuda kendini ortaya atmaya, tepki göstermeye mecbur mu?.
Hele İlyas'ın yaptığı tam rezillik. Ben Şener Şen kadar halk adamı ünlü görmedim..
Ertekin Ertekin'ken, ben tüm boş vakitlerimi orda geçirirken, özellikle pazar sabahları Şener de gelirdi. Ertekin İstanbul'un en kalabalık, geleni gideni en çok olan meydanı Ortaköy'ün nizamiyesi gibiydi. Biz kaldırıma atılan tek sıra masalardan birine oturduk. Gelen geçen hemen herkes Şener'e atlardı. Resim çektirmek, dokunmak, sarılmak, öpmek isteyenler.. Çocuğunu kucağına oturtup "Birlikte resminizi çekeyim" diyenler.. Onlar, yüzler her pazar..
Şener hepsine, ama hepsine "Peki" der, hepsi ile iki satır konuşur, gönüllerini alır, hatta masamıza oturtur, bir şeyler ikram ederdi. Orada yüzlerce ünlü ile oturdum. Şener içlerinde tekti bu yaklaşımıyla.. Çünkü o gerçek bir halk adamıydı.
Kafamda o konu, sabah kahvemi içip aşağı, bilgisayara ineceğim. Çocuklar geldi. Ellerinde gazeteler ve Hürriyet'te Savaş Özbey, ben ne düşünüyorsam, hepsini, aynen yazmamış mı?.
Hem de gazeteyi sosyal medyaya göre yöneten bir Genel Yayın Politikasına rağmen, en çarpıcı sosyal medya eleştirisini de yaparak..
Bravo Savaş!. Yürekten kutlarım.. Artık Cengiz yok. Ahmet değişti. Şimdi günlük okuma listemde çok gerilere düşen Hürriyet'te yeni merakım sensin..
Gözlerinden öperim..
***
Gerçek Atilla, gerçek!..
"Sadece işimi yaptım" başlığı ile, Atilla Gökçe kardeşim güya bir itirafname yazmış.. Ama orda bile gerçeği saklıyor hâlâ..
"Hâlâ yalan yazıyor" demeye dilim varmıyor ama, Gökçe beni zorluyor.
Onun için son defa soruyorum, Atilla?.
"Bir dostum aradı. O anlattı" dedin ilk yazında. Güya özür yazında da "Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz'in ağzından çıkan sözleri bir şekilde duydum" dedin bu defa.. Şimdi tek sorum var..
"Dostun kim Atilla?. O sözleri hangi şekilde duydun. Ben biliyorum kim olduğunu ve senin nasıl duyduğunu. Sen 'Gerçek'ten niye korkuyorsun?.. Gerçeği inatla ve ısrarla niye saklıyorsun?."
Sana son bir şans daha Gökçe.. Gerçeği sen açıkla.. Sen açıkla lütfen!. Bana bırakma!.
***
Başakşehir!..
Savunması koridor Paris Saint- Germain'i yenebilirdi de Başakşehir.. Ama Neymar sakatlanıp çıktığı halde, yarım düzine gol de yiyebilirdi..
Efendim, "Saygın" oynamış Başakşehir.. Niye?. "Hücum takımı çıkarmış. Hücum taktiği ile oynamış. Değişiklikleri hücuma dönük yapmış Okan Hoca?.
Peki ne yapacaktı?.
Hiç değilse üçüncü olup Avrupa Ligi'ne devam etme hakkı peşinde olan Başakşehir'in Hocası, ilk maçında üçüncülük için baş rakibi Leipzig'e yenildikten sonra, kendi sahasında PSG'ye "Aman az gollü yenilelim" diye savunma mı yapacaktı?.
Taraftarı, yani tirajı ve reytingi olmayan Başakşehir'i izleyen ve yazan var mı medyada?.
Olsa, Okan Buruk'un, Abdullah Avcı'dan aldığı harika takımı nasıl darmadağın ettiğini yazardı, en başından beri.
Başakşehir bu ülkenin en keyifle izlenen hücum futbolunu oynuyordu. İki kanattan, beklerin de katılmasıyla açıklar.. Ortadan, harika orta saha ve önlerinde geri santrfor Mossoro ile gelişen ve böylece üç yönlü hücum yapan başka takım yoktu ülkemizde..
Okan Buruk o takımı dağıttı işte.. En büyük hatasıysa soldaki Clichy- Elia ikilisini yok etmek oldu. Solu ölen Başak, Fatih Terim'in Galatasaray'ı gibi, sadece sağdan, yengeç taktiği ile hücum eder oldu. Giden Adebayor ve Mossoro yerine aldıkları, Gulbrandsen ve Crivelli on paralık top oynamadılar.
Başakşehir şimdi Süper Lig'de 11'inci.. Şampiyonlar Ligi'nde sıfır gol, sıfır puanla sonuncu..
Sevsinler "Saygın Futbol"u!.
***
Kurtarıcı Fatih!..
Galatasaray'a ihanet eden, başta başkan, Yönetime kafa tutan, ülkenin, kulübün durumunu bilerek, yönetimden gelen indirim teklifine "Evet" diyen tüm takım arkadaşlarını "Eşek" yerine koyan Belhanda'yı ilk 11'e koymayıp bir de "Kaptan" yapan Fatih Terim "Amacım onu kazanmaktı" demişti ya kamuoyunu da gerzek yerine koyup..
Yahu Fatih, sen Belhanda'yı ne zaman kaybettin ki, şimdi "Kazanma" peşindesin..
Belhanda uğruna, takımın simgesi, kaptanı, lideri Selçuk başta, sırf ona rakip olurlar diye kimleri sildin, yok ettin, harcadın sen..
"Efendim yönetim satılmasına karar verdi. Ben de satılsınlar diye oynattım" palavrana inanan tek kişi çıktı mı?.
Aylardan beri hemen her hafta "İnanmayın.. Ummayın ve beklemeyin. Belhanda ve Feghouli Fatih Terim'in neden bilmiyorum, ama gözdeleri.. Takımı satar, bu ikisini satmaz" dedim.. İnatla, ısrarla.. Fatih de oynatmaya devam etti, inatla, ısrarla..
Medyadaki Fatih Terim uşakları, ondan aldıkları talimatla bu ikisini hep "Yıldız" diye yazdılar.. Yellenseler, övgüler düzdüler.. Ama camiayı kandıramadılar. Tribünler ayaklanırken, Fatih'e bayram yaptıran pandemi patladı.. Maçlar seyircisiz oynanır oldu.
Artık ne Belhanda, ne Feghouli, ne de Fatih ıslıklanabilirdi. Meydanı boş bulan Fatih, atını bildiği gibi oynatmaya başladı.. İşi Belhanda'ya kaptanlık pazubendi takmaya dek vardırdı.
Şimdi o açık seçik kafa tuttuğu ve Belhanda'ya taktığı pazubendle "Siz kim oluyorsunuz" dediği yönetime, güya "Ateşkes"ten sonra ikinci şamarı patlatmaya hazırlanıyormuş..
Bu hafta da Feghouli'yi kaptan yapacakmış.. Gerekçe ayni komedi.. Belhanda'yı nasıl kazandıysa, Feghouli'yi de öyle kazanacakmış..
Koy eşeğin torbasına.. Yerse?.
Peki ya 116 yıllık Galatasaray'ı düşürdüğü durum?.
Galatasaray kaptanlık bandı ne ki?. Mahalle pazarında satılan 30 santimlik paçavra.. Fatih kime isterse ona takar!.
Siz de bakar, boynuz takarsınız!.
***
Tebessüm
Sabah işe gelirken kapıda patrona rastladım. Bana "İyi günler dilerim" dedi. Ben de dileğini yerine getirdim.
Eve döndüm.
***
Sevdiğim Laflar
"En iyisi sevmeyi öğrenelim; böylece başkalarına acı vermeyi ve acıları düşünmeyi unuturuz."
Friedrich Nietzsche