Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Hayır!.. “Bir garip” ölmedi bu defa...

Pazar akşam üzeri bir muhteşem gazeteciyi kaybettik.. Bekir Coşkun sonsuzluğa gitti. Dostum, can kardeşim bir zamanlar bu gazetede beraber çalıştığımız Bekir..
Ölüme mahkum olduğunu biliyorduk. Muhtemelen kendisi de biliyordu ama çok ağır yan etkileri olan tedavisi sırasında bile kendini azıcık iyi hissettiği anda yazıyordu.. Hemen arıyordum..
"Bekir, yazın müjde gibi, ilaç gibi geldi. Gene yaz. Daha sık yaz ne olur.." O konuşmalarımız bana umut aşılıyordu, düşünebiliyor musunuz?.
Dünya için, insanlık için de Bekir'in ölüm döşeğinde bile elinden bırakmadığı kalemi umut oluyordu hep..
Bir sabah "Coronavirüs" üzerine yazdıklarını okuyunca bayıldım.. Hemen kaleme sarıldım.. Bakın neler yazmışım..

*

Coronavirüs günlerinde en güzel yazıyı, kansere karşı yıllardır müthiş bir mücadele veren Bekir Coşkun yazdı. Onun yaşadıklarının yanında Coronavirüs nezle gibi kalır..
Onun için siz de okuyun istedim.. Teşekkürlerimle, okurlarıma sunuyorum, Bekir dostum!. Can kardeşim.

*

Sabahları ilk güneş perdenin arasından içeri süzüldüğünde, korkular endişeler dünde kalsın...
"Düzelecek" deyin...
Mutfaktan gelen çaydanlığın tıkırtısı, kızarmış ekmeğin kokusu yıllarca eksik olmasın, dileyin...
Bir küçük belanın dünyayı esir alacağını, illa ki bizim canımızı yakacağını düşünmeyin...
Hiçbir aşının, ilacın, çarenin olmadığı çağlarda kolerayı, vebayı, tifoyu, veremi yok eden insanoğlu, bu zıkkıma teslim olacak değil...
Sevdiklerinizi uzaktan gözlerinizle öpün...
Güzel sözcüklerle yüreklerine sarılın...
"Kimseye bir şey olmayacak" diyerek, gülücüklerle evinize çiçekler serpiştirin...
Dileyin:
Kader hiçbirimizi sevdiklerimizden ayırmasın...

*

Cep telefonuma bir mesaj düştü, gene bir Bekir yazımdan sonra.
"Benimle ilgili yazını Instagram sayfama koydum... Bir madalya gibi.." diyordu.
Anında cevapladım..
"Sen hepimizin madalyasısın Bekir.."
O, mesleğin onur madalyası Bekir, artık hep gönlümüzde asılı kalacak.
SABAH, Hürriyet, Habertürk ve Sözcü gibi çok ama çok farklı gazetelerde çalışan, ama hep "Ayni Bekir" kalan adamdı o.. Hep "Doğruya doğru, eğriye eğri" dedi.. Keseri asla ayni tarafa yontmadı.. İnandığı, düşündüğünü yazdı, sonuna dek..

*

Son yazılarından ikisi, aslında aralarında uzun zaman olsa da birbirini tamamlayan bir "Vedalaşma" idi biz okurlarıyla..
İlkinde "Yaz"ı anlatıyordu.. Ne enfes bir anlatımdı o.. Ama sonu nasıl bir hüzünlü..
"Gelecek yazı bilmem.." Biliyordu aslında, gelecek yazı görmeyeceğini biliyordu..
Ötekini, eylülde okuduk. "Ayrılık mevsimidir bu aylar" deyişi bu defa tam bir veda mektubuydu.
O yazıyı iki defa okudum, gözyaşlarımla..
Siz de okumalısınız.. Bu defa arkasından hemen tüm gazetelerin, tüm meslektaşlarının çok güzel şeyler yazıp söyledikleri, unutmayıp, andıkları Bekir'i..
Ölümü üç günden sonra değil, 3 saat bile geçmeden duyulan Bekir'i..
Corona yüzünden binlerin omuzlarında değil, ama milyonların gönüllerinde ebedi aleme yollanan Bekir'in vedasını, o iki veda yazısını siz de tekrar tekrar okuyun diye köşeme aldım bugün..
Okuyun, kesin saklayın..
Gene okuyun.. Okutun..
Işıklar içinde yatıyorsun Bekir!.
Işığın yolumuzu aydınlatıyor..
Teşekkürler Bekir!..
Başımız sağolsun Andree!.

***


Bekir Coşkun'un Veda yazıları.. 1!..

Yazı bilmem
Yazarım yazı bilmem
Bu yaz böyle geçti
Gelecek yazı bilmem...

*

Korona belasının ilk günleriydi...
Henüz kimse işin ciddiyetini anlayamamıştı...
Sevgili doktorumuz Prof. Dr. Mehmet Oral, Andree'yi arayarak "Kemoterapilerden dolayı Bekir Bey'in bağışıklık direnci yok, birinci sınıf hedef... Onu yukarıdaki odalardan birisine çıkartabiliyorsanız çıkartın. (Benim Postal'ı bırakıp yukarı çıkmayacağımı biliyor) Çok hijyen bir ortamda olması lazım... Kimse henüz felaketin farkında değil..." demişti...
Birkaç gün sonra korona patladı...
Tabutlar, kireç kuyuları, tam bir dehşetti...
Yaklaşmak, sarılmak, el sıkmak, kucaklaşmak yasaktı... Maskeler, kolonyalar çıkmıştı ortaya... Türkiye 5 senede tükettiği kolonyayı bir ayda bitirdi... Kimse kimsenin elini sıkmıyor, zibidileri saymıyorum, durakta, otobüste, metrolarda insanlar kurallara uyuyorlardı...

*

O sabah Andree ile karşılaştığımızda üç metre uzakta durdu, kollarını bir bebeğe sarılıyormuş gibi yapıp, iki yana salınmaya başladı...
Sarılmamız böyleydi artık...
O an bir bebek olup uçtum sevgilimin kucağına...
Bebektim... Uzun hayat vardı önümde, büyüyecek, okuyacak, başaracak, gazeteci olacaktım... Mahkeme koridorlarında rahmetli babamın adı "Mehmet Zeki Oğlu..." diye hep geçecekti... Korkacaktım, ama peltek dilimi tutamayacaktım...
Burası en güvenilir yerdi işte; sevgilimin kucağında bebek...
O gün bir bebek gibi ağladım...

*

Bir yaz bitti...
Çoğumuz evlere kapalı geçirdik yazı... Ne plajlar eskisi gibiydi, ne parklar... Polis, zabıta korkusundan "acaba maskem duruyor mu" diye burnumuzu yoklayıp durduk... Virüsün korkusu yaşamın üzerine bir kara bulut gibi çökmüştü bir kez...
Hayallerin çoğu kursaklarda kaldı...
Hüzünle bir yazın arkasından bakıyoruz...

*

Üzülmeyin...
Yaşama saygımız, hasretlerimiz, özlemlerimiz, sevgilerimiz, hayallerimiz, düne göre çok daha fazla...

*

Bu yaz böyle geçti...
Gelecek yazı bilmem...

***


Bekir Coşkun'un Veda yazıları.. 2!..

Yazar sonra bazı yazılarını okuduğunda, aslında kendi kaderini yazdığını anlar yazar... (Hangi yazı anladınız değil mi?)

*

"Komşunun radyosunda, her sene bu mevsimde durmadan çalan yine o hüzzam şarkı var:
Böyle mi esecekti bu mevsimde bu rüzgâr
Bütün kuşlar vefasız mevsim artık sonbahar
Unutmuş ellerimi eşim, dostum sevgilim
Kalbim acılarla bölünmüş dilim dilim
Bütün kuşlar vefasız mevsim artık sonbahar..."

*

Ayrılık mevsimidir bu aylar...
Yazlıkçılar döndüler...
Kırlangıçlar Nil deltasına gitti...
Bu aylarda renk çiçekten ayrılır...
Güneş kumdan...
Menekşe kırmızıdan...
Bahçeler çocuk seslerinden...
Salkım asmadan...
Yaprak dalından...
Bir boş salıncak, rüzgarla terasta sallanır...

*

Ayrılık mevsimidir bu aylar...
Her sene bu aylarda ben "ayrılık" yazımı yazarım...
Her cümlenin sonuna noktalar, artı iki damla...
Hüzün günleridir...
Yaş gözden ayrılır...

*

Küçük köpek kaç gündür arkadaşı çocuğu arıyor kumsalda...
Arada bir koşuyor kendi kendine...
Koşunca arkadaşı gelecek sanıyor...
Nereden bilsin...
Bu mevsim ayrılık zamanıdır...

*

Dün gece ilk yağmur yağdı...
Çatılarda tıkır tıkır...
Küçük gölcükler oluştu sokakta...
Kediler saçak altlarına sığındılar...
Bu sonbahar yağmurları, sanki doğanın ayrılıklara ağlayışıdır...

*

Yaz aşklarında bu günlerde tenler ayrılır...
Ne çok giden olur...
Ne çok el sallanır bu mevsimde...
O ne çok vedadır...
Bu mevsimde ne çok "Beni unutma!.." vardır...

*

Ayrılık mevsimidir bu aylar...
Aklında bir hüzzam şarkı...
Bir de ayrılıkların sızısı kalır...
"Bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar..."

***


Yapma Mevlüt!..

Mevlüt Tezel bu gazetenin geleceğinde yer alacağına inandığım bir genç yetenek.
Üslubu, anlatımı, mizahı güzel.. Hani "Kavuk devri" gibi bir "Kalem devri" geleneği olsa, kalemimi ona verirdim..
Günaydın gibi, ana gazeteye göre daha hafif bir ekte yazdığı için, daha rahat, daha keyifli, daha umutlu yazılar yazması gerekirken, ne buluyorsa, her gün bu ülkede yüzlerce, binlerce kişinin yazdığı ve pek azının okunduğu (Aslında çoğu okur için değil, bazı makamlara mektup olsun diye yazılıyorlar ya) siyasete dalıyor.
İşte dün. Evin önündeki park yeri yüzünden iki komşu aile birbirine girmiş. Biri ağır yaralılar var..
Bizde bu olay ne?. Vukuat-ı adiye.. Yani her ama her gün gazetelerin üçüncü sayfalarını dolduran anlamsız polisiye olaylardan biri.. Köşe yazarı bu olayı yazı yapacaksa "Niye eskilerin, 'Gözünün üstünde kaşın var' diye bıçağa, piştova saldırdığı günlere döndük" diye yazar.. Bireysel ve toplumsal psikoloji uzmanlarına danışır..
"Neler oluyor bize" sorusunu ve "Neler yapabiliriz" cevabını irdeler..
Mevlüt ne yapmış..
Tepede bir resim.. "Ekrem İmamoğlu 'Otopark sorununu çözeceğiz!" Altında "Böyle başladı" yazıyor.
Yanında bir resim daha.. Birbirini doğrayan komşular.. Altında "Böyle devam ediyor" yazıyor.
Yazının niye yazıldığı belli değil mi, bu resimlerden.
Şimdi bir okur olarak Mevlüt'e sorum..
İstanbul'u geçen yüzyılın sonundan beri kim yönetiyor?. Yeni binaların altına zorunlu otoparkları yapmadıkları halde, iskan ruhsatını hangi belediyeler verdi?. İSPARK'ları kim kurdu?. İSPARK'lar, kazandıkları para ile yapacakları kat otoparklarını ne zaman yapmadılar?.
İstanbul'un trafiği de, otoparkları da devasa sorun.. Bu sorunda "Bir yıllık" İmamoğlu Belediyesi'nin yüzde kaç sorumluluğu var, sence..
Gene sence bu sorun ne kadar zamanda çözülür?. Daha doğrusu baştan aşağı yasalar değiştirilmeden, cezalar etkili olacak kadar arttırılmadan çözülür mü?.
..Ve nihayet..
"Park yeri kavgası yüzünden insanların ölmesi, dediğin gibi kolay çözülecek basit bir sorun"sa eğer, senin basit çözüm önerin ne?.
"Adam olacak çocuk" diyorsan eğer, onu de!. Açık seçik de ki o zaman, beraber, bak neler neler diyebiliriz..

***


Tebessüm
Kadın ölen kocasına üzerinde "Huzur içinde uyu" yazılı oldukça pahalı bir mezar taşı yaptırmıştı. Adamın tüm mirasını metresine bıraktığını öğrenince, taşı yaptırdığı sanatçıya koştu. "Bu sözleri değiştirmek istiyorum" dedi. Mermer Ustası "Onlar kazılı yazılar. Silinmesi mümkün değil" dedi. Kadın biraz düşündü ve "O zaman" dedi, "Üzerindeki boşluğa 'Tekrar buluşuncaya kadar' yazın.."

Sevdiğim Laflar
"Hayatına anlam kazandırmaya bak. Hayatın anlamı hayattan değerlidir."
Dostoyevski (Teşekkürler Can)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA