"Cumhuriyet devrinin" demeye hakkım yok.. Ama 1957'de gazetecilikle başlayan gece hayatımın, yani nerdeyse son 65 senenin, gördüğüm en büyük şovmeniydi o.. Başkaları yanına bile yaklaşamadı.
Hiç çekinmeden söylüyorum..
Bir "deha"ydı Seyfi Dursunoğlu.. Nam-ı diğer Huysuz Virjin..
Sahnede canlandırdığı Kantocu Zenne tiplemesiyle bir devre adını yazdı..
Günay, Günay'ken, yani başında Günay'ın kendisi varken, ülkenin en ünlü kulübüydü. Siyasetin, sosyetenin en ünlü aileleri oraya gelirlerdi.. Öyle bugünkü gibi, haftada iki gece, dört yılı dört isimle geçirmezdi, Günay. Pazartesi hariç her gece. En ünlü solistleri çıkarır, kendisi de keşfeder, üne kavuştururdu. Günay'da çıkmak, markaydı.
Mutfağı da muhteşemdi. Ama yemekleri ve solistleri dışında asıl bir temel direği vardı..
"Huysuz Virjin!."
Sahnede seslenirdi.. "Bu Günay, bu kapıyı her gece benim sayemde açık tutuyor."
Haklı olduğunu ben de bilirdim, Günay da..
Yemekli kulüplerde para yemekten değil, içkiden kazanılır, esas.. Yemek bitince, gecenin starı sahneye gelir ve bir saat şovunu yapardı.
Sonra Huysuz.. Gece yarısından sonra 2 saat, bazen daha fazla Huysuz.. O saatten sonra ne yapılır?. İçki içilir tabii.. Günay'ın kendine özel lezzetleriyle bir başka yaptığı Arnavutköy Bademleri (Yani salatalık) eşliğinde gelsin, Suzan Kardeş'in ağabeyi, şarap açmayı sanat haline getiren somaliyer Kenan'dan şişeler..
Ben içki içmem.. Kenan da "Ben sana şişe açacağım" derdi.
Öyle tatlı adamdı, şarap şişesi açmayı, öyle sanat haline getirirdi ki, sonunda başardı.. Bir gece açtırdım. İkimiz de mutlu olduk..
Huysuz sırf "Bana da sataşsın" diye oraya gelenler ve gece yarısından sonraya kalanlara şarap açmaktan yorulurdu Kenan..
Yani Günay'ı resmen Huysuz yaşatırdı.
"Ermeni Kantocu Zenne" tiplemesinin en büyük başarısı, zekasından geliyordu, Huysuz'un.. Atacağı lafı anında bulur ve öyle korkusuzca sallardı ki, salon kahkahaya boğulurken, en çok gülen de, aslında yerin dibine batırdığı kurbanı olurdu.
Ama dedim ya, insanlar kurban olmak için gelirlerdi Günay'a.. Ertesi gün, ofiste, arkadaş toplantılarında "Huysuz bana dedi ki" anekdotlarını nakletmek için..
Bir defasında zamanın en ünlü bakanına takmıştı. Şov yaparken kalkıp tuvalete gidenlere çok takılırdı.
Bakanın karısı da kurban oldu tabii.
Kalkıp tuvalete gidince, hele bir de pudra falan yapıp geç kalınca, masasına doğru yürürken Huysuz sahneden bağırdı.
"Şuna bakın, arazöz gibi kadın.."
O devirlerde belediyeler sıcak yaz günlerinde, yollardan toz kalkmasın diye, etrafa su saçan arabalar çıkarırlardı caddelere..
O sulayan kamyonlara "arazöz" denirdi.
Günay çok iyi arkadaşımdı. Huysuz da öyle.. Uygun oldum mu, Huysuz'un saatinde kaçardım Günay'a..
Huysuz olarak çıktığı sahneyi, Seyfi Dursunoğlu olarak kapardı hep..
Gider.. Alkış kıyamet.. Bu defa makyajını silmiş, peruğunu ve zenne kostümünü çıkarmış, sırtında bornozuyla gelir ve harika alaturka bir şarkı ile veda ederdi.
Aslında müthiş sesi, bilgisi ve yorumu vardı alaturkada..
Ama şovmenliği, eşsiz olduğu, eşsiz kaldığı şovmenliği severdi.
Işıklar içinde yat, Seyfi.. Günay'a selam söyle..
***
Ancak İstanbul'da...
Yani böyle bir konseri sadece İstanbul'da dinlemeniz mümkün olur.. Sebep mekan!.
Sarayburnu.. Gülhane Parkı.. Topkapı Sarayı.. Arkeoloji Müzesi.. Çinili Köşk'ün kapısındaki kubbe altı..
Var mı benzeri..
Devlet Operası İstanbul Müdürü Suat Arıkan dostumun boynuna sarıldım, bittiğinde.. Nasıl muhteşem bir 50 dakika yaşadım, o emsalsiz dekor içinde..
İstanbul Devlet Opera Orkestrası'ndan bir klarnetli beşli, o çinili kubbenin altındaki doğal ve muhteşem akustikte.
Karşılarında bizler. Pardon ben ayrı.. Sandalye konmasına izin vermediği için devlet, devlete (Bu karışık bir cümle, ama yarın ayrı bir yazı yazacağım, bugün keyfimi bozmak istemediğimden) 81 yaşıma hürmeten bana bir sandalye getirdiler sadece.. Karşımda beşli.. Oturan ben..
Mozart ve Salieri'nin oda orkestrasını dostlarıyla izleyen İmparator II. Joseph gibi hissediyorum kendimi.. Mekan da saray ya..
Repertuar da tam benlik.. Suat Müdürüm bana "Yap" dese, bunu yapardım.
Brahms'ın 5 numaralı Macar Dansı.. Saint- Saens'in Hayvan Karnavalı'ndan Kuğu..
Weber'den klarnet beşlisi.. Hele de Rondo bölümü.. Serdar Yalçın düzenlemesiyle Şehnaz Longa..
Daha neler neler..
Oleksandr Samoylenko (1. Kemam), Ezgi Karasu (2.
Keman), Hakan Polat (Viyola), Şafak Erişkin (Çello), Ecesu Sertesen (Klarnet)..
Hepsi, ama hepsi harikaydılar..
O dekorda, o oda orkestra eşliğinde Şafak'an Kuğu'yu dinlemenin tadına doyamadık.
Sevgili Suat, bu tür, tam da bu tür konserlere devam et.. Opera ve klasik müzik sevgisini halka yaymanın en güzel yolu bu.. Sen sosyetik züppelere bakma!.
***
Yaşa Erzurum!..
Erzurum deyince aklıma Çağ Kebabı ve Kadayıf Dolması gelir.. Bakın neden?.
Mehmet Ağar, iyi Galatasaraylı, benim de iyi dostumdur. Adnan Polat'ın da..
Erzurum'da valiyken, Galatasaray'ı davet etti. Adnan Başkan.. Ben de dahil oldum kafileye gittik.
Harika yerler gezdik, ama en çok aklımda kalan Çağ Kebabı ve Kadayıf Dolması oldu.
Ne zaman?.
Tam doktordan çıkmışım..
Şekerim felaket.. Tansiyonum da.. İkisinde de ilk teşhis konuyor.
Doktorlarım "Acil perhiz..
Tam perhiz. Hayati tehlike var" dediler.. Şekere ve kırmızı ete el sürmeyeceğim. En önemli tembih bu..
Mehmet Ağar, bizi Çağ Kebabı ve Kadayıf Dolmasını en iyi yapan yere götürmez mi?.
İkisinde de bir manzara var ki, olmaz böyle şey. Hele bir de "yasak" olunca.
Mehmet Valimin ısrarı ile birer lokma tattım..
Valla kaç sene geçti, en az çeyrek asır..
Hala o tatlar damağımda..
İlle de Erzurum'a gitmek ve bu kebapla bu kadayıfı yemek de içimde ukde..
Erzurum'un Süper Lig'e çıkmasına niye "Yaşa" diye haykırdığımı şimdi anladınız mı?.
2000 yılından beri tribünlere gitmiyorum.
Erzurum, Çağ Kebabı ve Kadayıf dolması için bir "Kaçamak" yaparım belki de, ondan..
***
Ömür!..
Bu bilim adamları da iyice kaşınıyor..
Bir bilimsel araştırma için, eski ağır sıklet Dünya Şampiyonu Mike Tyson bir köpek balığı ile tabii su altında dövüşecekmiş.
9 Ağustos'taki dövüşü televizyonlar da naklen yayınlayacakmış.
Washington Üniversitesi bilim adamları da, hamam böceklerinin yaşamlarını incelemek için, tamamı gramın dörtte biri ağırlığında bir kamera yapmışlar ve bir böceğin sırtına yüklemişler. Hamam böceğini yaşam boyu akıllı telefonlarıyla izleyebilecekler..
Oldu mu şimdi bilim adamları?.
Ne için olursa olsun, hayvanlara bu eziyeti Ömür affeder mi?.
Yarın Haçiko bir bildiri yayınlar, görürsünüz gününüzü..
***
Frankfurt'taki tehlikeli doktor...
Korona ile ilgili en doğru bilgi ve gelişmeleri bizzat içinde çalışarak Almanya'dan sizlere ulaştıran sevgili arkadaşım Doktor Erdoğan'dan sabah sabah bir mesaj geldi.. Ondan sonra olup bitenleri hemen size nakletmeye karar verdim ki, haftaya siz de iyi şeyler okuyarak girin. (Pazartesi dükkan kapalı. Benim haftam salı sabahları açılır..) Bir minik anı nakletmiş, doktor.. Ünlü şairimiz Orhan Seyfi Orhon eşini kanserden kaybetmişti. Kızı da kansere yakalanınca "Annem öldüğünde çok ağlamıştın baba" der. "Ben ölürsem ağlamayacağına söz ver." Orhan Seyfi de söz verir. Bir süre sonra kızını kaybedince, Yusuf Nalkesen'in bestesi ve Zeki Müren'le Nesrin Sipahi'nin muhteşem yorumları ile efsaneleşen ünlü "Veda" şiirini yazar. "Hani, o bırakıp giderken seni / Bu öksüz tavrını takmayacaktın? / Alnına koyarken vedâ busemi / Yüzüme bu türlü bakmayacaktın? / Gelse de en acı sözler dilime / Uçacak sanırım birkaç kelime... / Bir alev halinde düştün elime / Hani, ey gözyaşım akmayacaktın?" Onun altına da "Günaydın ağabeyim" yazmış Doktor.. Ben de cevap yazdım.. "Hem sabah sabah ağlat.. Hem de Günaydın de." "O zaman başka bir hikaye" başlığıyla yeni mesajı geldi, birkaç dakika sonra..
*
Buyrun onu da..
Tarih 1850...
Viyana Hastanesi.
Kaosun hakim olduğu hastanede iki bölüm var. Bunlardan birinde doğum yapan her yüz kadından doksanı "lohusa humması" denen hastalıktan ölüyor.
Bilim henüz mikropların, virüslerin ve bakterilerin keşfini yapmamış.
Hastane profesörleri ölümlerin çoğunu ebelerin ve asistanların uğursuzluğuna bağlama cehaletinde.
Genç bir doktor bütün ustalarına karşı çıkıyor.
Dr. Semmelweis, ünlü profesörlerle aynı fikirde değil.
O, tıp öğrencilerinin kadavraları kesip biçtikten sonra, ellerini hiç yıkamadan doğumhanelere girip çıktıklarını görüyor ve kendi bölümünde, tüm doktor ve doktor adaylarının doğumhanelere girmeden önce ellerini kireçli su ile yıkamalarını istiyor.
Bu küçük istek kısa zamanda etkisini gösteriyor ve lohusa hummasından ölüm oranı, çok aşağılara düşüyor.
Ancak hastanenin ileri gelen profesörleri, Dr. Semmelweis'in bu küçük değişikliğine karşı çıkıp onu hastaneden kovuyorlar.
Bu da yetmiyormuş gibi onun bir doktor değil, şarlatan olduğunu etrafa yayıyorlar.
Bu dahi doktor 47 yaşında yalnızlıktan ve açlıktan çıldırarak hayata gözlerini kapıyor.
Ama biz bu aptal profesörlerin hiç birinin ismini bilmezken, Dr. Semmelweis'in isminin tıp tarihine altın harflerle yazıldığını görüyoruz.
"Dünyaya gerçek bir dahi geldiğinde, onu şu işaretten tanıyabiliriz! Bütün ahmaklar ona karşı birleşmişlerdir." Jonathan Swift
*
Her şey güzel de başlıktaki "Tehlikeli doktor" ne oluyor, diyeceksiniz.. Demeyin..
Sakın demeyin.. Tehlike benim için.. Adam yerime göz dikti resmen.
Böyle güzel şeyler yazmaya devam ederse, hapı yuttuk.
Doktor, Ben Frankfurt'ta gelip Kovid- 19 hastası bakıyor muyum?.
***
Tebessüm
BUGÜN Tebessüm, Trabzonlu vefakar dost Ahmet Armutçu'dan..
Üsküdar Belediye Başkanı Trabzonlu'dur.
Sahilde çekirdek yiyenlere koyduğu cezada ince bir Trabzonluluk var. Kaç lira ceza?. - 61!..
Sevdiğim Laflar
"Bil ki, güneşe bakmaya cesareti olmayan, gölgede kalmaya, gölgeyi ışık sanmaya mahkumdur." Şemsi Tebrizi
(Mevlana'nın gönül dostu büyük din aliminin adı "Güneş" anlamına gelir.)