Bugün Babalar Günü.. Ve her Babalar Günü'nde değişmez yazım.. En "Baba" yazım!.. Bir daha..
Yaşadıkça her yıl, bu gün!.
*
Babam atalarının Kafkasya'dan gelmiş olması ile övünürdü hep.
Evimizde, subay babam nereye tayin olursa olsun, birlikte götürdüğümüz iki simge vardı, Kafkasya'dan atalardan gelme.
Birisi, üzerinde gerçek ödül mühürler bulunan Çerkez Semaveri, ki şimdi benim salonumu süslüyor.
Öteki de üzeri elle yapılmış, oyma ve gümüş işlemelerle süslü av tüfeği. Bakmaya kıyamayacağınız güzellikte bir Kafkas çiftesi.
Savaş sonrası yıllarda, kaç kez anlattım sizlere, radyo bile yoktu doğru dürüst. Günde iki saat deneme yayını yapan ve parazitten zor dinlenen bir postane radyosu dışında.
Sinema minema hak getire.
Babamın bir tek özel keyfi vardı.
Av.
Cumartesi geceleri, sobanın başına toplanırdık. Kestaneler yarılır, sobanın üzerine dizilirdi.
Babam av tüfeğini ve av takımlarını çıkarırdı.
Önce tüfeği özene bezene siler, temizler, yağlar, kenara koyardı. Sonra fişek hazırlamaya başlardık.
İrili ufaklı bir yığın aleti vardı babamın, fişek yapmak için. Karton silindirleri alır, altına kapsülü basar, içine barutu sıkıştırır, onun önüne saçmaları yerleştirir, kapatırdı. Ağbimle ben yardım ederdik babama.
Kendimizi çok ama çok önemseyerek. Hazırlanan fişekler, beline bağladığı fişekliğe dizilirdi rengarenk.
Bu işler yapılırken, babam, başından geçmiş av öykülerini anlatırdı, keyifle..
Geç vakitlere kadar yatmama iznimizin olduğu tek geceydi, cumartesileri.
Sabah uyandığımızda babamı gitmiş bulurduk. Güneş doğmadan yola çıkardı avcı arkadaşları ile.
Avdan pazar akşamına doğru yorgun, ama öyle keyifli dönerdi ki babam.
Tüm yorgunluğuna rağmen, o ata yadigarı gümüş işlemeli, oymalı çiftesini gene özenle temizler, kılıfına yerleştirirdi. "Hanım şunları çocuklara pişir bakalım" diye avladıklarını annemin önüne gururla koyarken.
Babamın keyfi nasıl tüfeğiyse, bizim keyfimiz de bayram günleriydi, iple çektiğimiz bayram günleri.
Türkiye'nin en sıkıntılı günleriydi onlar. Yokluklar ülkesiydik kelimenin tam anlamıyla. Hangi kuyruk? Ekmek kuyrukla değil karne ile alınırdı. Nüfus kağıdına vurulan damga ile. Paran olsa da fazlasını alma hakkın yoktu. Öyle sıkıntılı günler.
Ama bayram tüm sıkıntılara rağmen biz çocuklara "Bayram" olarak gelirdi.
Tepeden tırnağa yenilenirdik. Elbiselerimin çoğunu annem dikerdi, her bayram yeni bir şeyler yapmayı başarırdı.
Sonra yeni ayakkabılar, yeni gömlekler, çoraplar.
Ve de o zamanki aklımızla, ölçüsüz harcayabildiğimiz bol harçlık.
Haftalığımız 25 kuruşken mesela, bayramda babamdan günlük alırdık, gün başına bir lira. Öteki akrabalardan da gelirdi harçlık. Bayramın ilk günü cebimizde 2.5 lira falan olurdu. Harca harca bitmez. Sinemaya giderdik. Bayram yerine gider dönme dolaba biner, gazozla simit alırdık, gene bitmezdi.
Hiç unutmam. Bir bayram günü, milletvekili olan büyük eniştem (biz ona Paşa Dayı derdik) İstiklal savaşı kahramanlarından Aşir Atlı Paşa, bize gelmişti.
Elini öpen ağabeyime, çıkardı, bir kağıt para verdi, harçlık diye. Onun ve bizim elimize harçlık diye konan ilk kağıt paraydı bu. Ağbeyimin dili tutuldu sanki. Koskoca beş lirayı ona veriyorlardı.
Olacak şey miydi? Şaşırdı.
Teşekkür etmeyi unuttu. O gün bugün ailede her bayram hala kahkaha ile anlatılır.
Parayı Paşa Dayı'ya geri verdi.
"Hiç değilse yarısını verin" diye.
Nasıl gülmüştü Paşa Dayı, parayı tekrar ağabeyimin eline koyarken.
Bana da 2.5 lira vermişti.. O da kağıt para.
Hayattaki ilk kağıt param.
Hey gidi günler hey.
Gene böyle bir bayram arifesiydi işte.
Anadolu kasabalarında bohçacı kadınlar vardır, kapı kapı dolaşır elle yapılmış örtüler, perdeler, çarşaflar toplarlar ve satarlar.
Bir de erkekler.
Tellallar. Onlar da sokak sokak dolaşır, bağıra çağıra , ikinci el, kıymetli şeyler satarlar başkası adına.
O gün, bayrama bir kaç gün var, okuldan eve dönüyorum. Tellalı gördüm sokakta. Sırtında 100 metreden görsem, doğru tanıyacağım, üzerindeki çizgileri bile ezbere bildiğim bir şey var.
Babamın tüfeği.
Gururla övündüğü atalarının yadigarı ve hayattaki tek özel keyfinin simgesi.
Beynimden vurulmuşa döndüm. Ağlamak istedim, olmadı. Koşa koşa, nefes nefese geldim eve. Annem, "Hayır oğlum, yanılmışsın, o değil. Bak babanın tüfeği burada" desin diye.
"Anne tüfek" dedim.
Ağlamaya başladı. Benim size bu satırları yazarken ağladığım gibi.
Sıkıntı son haddine varmıştı ve babam anneme "Benim çocuklarım, bu bayram öksüz çocuklar gibi kalmayacaklar. Her zamanki gibi bayram yapacaklar.
Tepeden tırnağa giydireceğiz, bayram sabahı elimi öperken, harçlıklarını da vereceğiz, hanım" demişti.
Neyle?
İşte o tüfekle.
Babamın bizlere sevgisi, atalardan gelen gururunun ve hayattaki en büyük keyfinin de çok ötesindeydi.
Tereddüt bile etmemişti, bizim bayramımız için tüfeğini satarken.
Sanki sözleşmişiz gibi, evde o tüfeğin lafı bir daha hiç edilmedi.
Çünkü hepimiz, o tüfeklerin binlercesinden çok daha değerli bir şeye sahip olduğumuzu biliyorduk.
Sevgiye!...
Bizi aile yapan, bunca yaşam gailesine, araya giren yüzlerce kilometreye rağmen, biz Öcal, Hıncal, Serpil ve Kemal kardeşleri hala bir arada, hala sımsıkı tutan sevgiye..
Babam bize sevgiyi vermişti asıl, bayramlarda..
Canım babam.. Bize öğrettiğin sevgi ile seviyorum seni..
Babalar Günün kutlu olsun!..
***
Baba ile Oğul!..
Adam yorgun argın eve döndüğünde, 6 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken buldu.
Çocuk babasına, "Baba bir saatte kaç para kazanıyorsun" diye sordu..
Zaten yorgun gelen adam "Sana ne" diye cevap verdi.
Çocuk, "Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi.
Adam, "İllâ da bilmek istiyorsan saatte 50 lira" diye cevap verdi.
Çocuk, "Peki bana 10 lira borç verir misin" diye sordu. Adam iyice sinirlendi., "Benim senin saçma oyuncaklarına, aptal harcamalarına ayıracak param yok. Hadi, doğru odana" dedi.
Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.
Bir saat falan geçince adam biraz sakinleşti..
"Belki de gerçekten lazımdı" diye düşündü ve üzüldü.
Yukarı çocuğunun odasına çıktı, kapıyı açtı, içeri girdi.. "Uyuyor musun" diye sordu.
Çocuk,"Hayır" dedi. "Al bakalım, istediğin 10 lira.
Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirmiştim" dedi..
Çocuk sevinçle "Teşekkürler babacığım" diye haykırdı ve elini yastığın altına uzattı. Bir yığın bozuk ve de buruşuk kağıt paraları çıkardı.
Babasının verdiği 10 lirayı da ekleyip saymaya başladı.Adam gene sinirlendi.
"Bu kadar paran varken, benden niye para istiyorsun" diye bağırdı.
Çocuk, "Param vardı ama yetmiyordu" dedi.
Sonra yüzünde mahcup bir gülücükle hepsini babasına uzattı..
"İşte tam 50 lira... Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?."
***
Turgenyev!..
Büyük Rus yazarı Turgenyev, soğuk bir akşamüstü evine doğru yola çıkmış. Yolda genç bir dilenci yolunu kesip elini uzatmış ve biraz para istemiş. Bütün ceplerini kurcalayan Turgenyev, hiç para bulamamış. Üzüntüyle gencin kendisine uzattığı buz gibi ellerini tutmuş, sıcak elleriyle ısıtarak, "Kusura bakma oğlum" demiş. "Sana verecek tek şeyim yok!."
"Verdiniz ya efendim" demiş, dilenci genç.. "Bana 'Oğlum' dediniz.