En merakla, keyifle okuduğum yazarlardandır, Ahmet Hakan.. İyi de arkadaşım.. Hürriyet Genel Yayın Müdürlüğü'nü kabul ettiği zaman üzülmüş, bu üzüntümü ona da söylemiştim.
Hürriyet'in en çok okunan, konuşulan yarım sayfasını yazıyordu. Zor iş..
Televizyonda hazırlanması çok vakit alan çok kafa yorduran bir açık oturum yönetiyordu. Zor iş..
Şimdi bu iki zor işe ek olarak, dünya zoru bir işi daha yüklenecekti. Hürriyet Genel Yayın Müdürlüğü.. Türk basınının yarım asırdan fazladır amiral gemisine kaptanlık insanın gece uykularını bile kaçıracak bir önemli iştir. Hele de bugünlerde..
Günlük keyif yazılarının tadının kaçacağını düşünüyordum..
Yönetmekten yazmaya pek vakit kalmayacaktı. Yani çalakalem yazacaktı, sanki..
Öyle de oldu..
Pazartesi köşesinin tepesinde "Hürriyet yükseldikçe yalancılar azıyor" manşeti vardı.
Yazısı da şu..
*
Hürriyet, pandemi döneminde şu üç şeyi başardı:*
Şimdi bu satırları biraz çözelim..*
Bakın, Hürriyet'in dijitale geçeceğini söyleyenler olabilir.
Hatta temenni ederek söyleyenler olabilir. Ben etmem. 70 senedir her gün aldığım gazetenin yok olmasını istemem. Ben gazeteyi kağıttan okurum. Kağıt kokusunu severim en başta..
İkincisi.. Dijitale geçmek yüzlerce gazete fikir ve kol işçisinin işsiz kalması demektir. Ortalık "İşsiz gazeteci"den geçilmezken bir de Hürriyet'te yüzlerce yeni tasfiye.. Bu yeterli itiraz, isyan sebebi değil mi, benim için..
Amma velakin, okuduğum gazetelerde "Hürriyet kağıt baskıdan vazgeçiyor" diye bir haber ve yorum kampanyası görmedim. Olsa olsa, benim zerre ilgilenmediğim sosyal medyada vardır. Orada "Like" almak için en uç yorumlar yapılır, bir. Aynen Ahmet'in dediği gibi alçak troller de vardır, iki..
Şimdi Ahmet Hakan gibi deneyimli bir gazeteciyi bu troller mi telaşa düşürüyor, yani.
Kaldı ki, o trollere o ilhamı veren de Ahmet Hakan'ın kendisi..
Hani bayramda 3 gün gazeteler çıkmamıştı da, gazeteler evden çalışarak, dijital yayın yapmışlardı ya.. (Ben dijital SABAH'ta yazmayı reddetim.
Benim yazım çıkmadı bayramda.) İşte o günlerde Ahmet Hakan "Basında evden çalışma devrimi" başlıklı bir yazı yazdı ve dedi ki..
"Hürriyet, evden çalışmayla da çıkabiliyormuş.
Toplantılarımızı yapıyoruz...
İletişimde hiçbir sıkıntı çekmiyoruz...
Sayfa yapım aşamalarının her anını izleyebiliyoruz... Manşetleri belirleyebiliyoruz...
Trafikte iki saat geçirmiyoruz...
Ofis hayatının yol açtığı sorunlarla boğuşmuyoruz...
Hepsinden önemlisi, kurumsal yapımıza inanılmaz ölçüde tasarruf imkânı sağlamış oluyoruz.
Daha önce de söylemiştim, yine söylüyorum:
Bu bir devrimdir.
Ve biz bu devrimi, pandemi olayı bittikten sonra da herhangi bir karşı devrime fırsat tanımadan sürdürmenin yollarını konuşuyoruz, tartışıyoruz, belirlemeye çalışıyoruz." Şimdi bu yazıyı okuyan birisi "Devrim" sözünün anlamını da içine alarak "Hürriyet acaba dijitale mi geçiyor" diye düşünemez mi?. Bu düşüncesini, herhangi bir ortamda söyleyemez mi?. Yazılı, sözlü, ya da sosyal ortamda yani?.
"Evden hazırlamak çok ucuz oldu, ama oldu işte. O zaman Hürriyet binasından vazgeçerek çok tasarruf yaparız" diye düşünen ve bunu yazan Genel Yayın Müdürü, kağıt, mürekkep, matbaa maliyetleri, matbaa işçileri ve nakil kamyon ve işçilerinin maliyetlerinden de tasarruf sağlayacak dijital Hürriyet'i düşünemez mi?.
"Hepsinden önemlisi, kurumsal yapımıza inanılmaz ölçüde tasarruf imkânı sağlamış oluyoruz" diyen Genel Yayın Müdürü hem de.
"Bu bir devrimdir.
Ve biz bu devrimi, pandemi olayı bittikten sonra da herhangi bir karşı devrime fırsat tanımadan sürdürmenin yollarını konuşuyoruz, tartışıyoruz, belirlemeye çalışıyoruz" diyen ayni Genel Yayın Müdürü..
Tartıştıkları devrim "Dijital Hürriyet" tanımına cuk oturmaz, onu akla getirmez mi?
...Ve de Ahmet Hakan, bu yazısına doğan şiddetli tepkiler yüzünden "Alçakça yalanlar" yazısını kaleme almış olamaz mı?.
***
Bir örnek daha..
Ahmet Hakan'ın ayni günkü yazısından bir örnek daha, ipin ucunu nasıl kaçırdığının örneği yani.. Çalakalem yazılınca böyle oluyormuş demek..
Beren Saat, eşi Kenan Doğulu ile arasındaki sorunların çözüldüğünü duyururken, şu satırları yazmış.
"Sevgili, oyun arkadaşı, eş, zor günlerde yoldaş ve birbirimize muse olduk. Karantina günlerinden sana yeniden hayran olarak çıkıyorum. Her şarkıma kattığın fikir, çaldığın her nota, sonsuzluğa taşır harmonimizi, beceremediğimiz evlilik olsun. İyi ki doğdun da sana aşık oldum"
Şimdi bu şiirsel satırlara Ahmet Hakan'ın tepkisine bakın.
"- Yine imge bırakmamış...
Bütün imgeleri hunharca yağmalamış.
- Aforizma olmasa... Tek bir cümle bile yazamayabilir.
- Üç cümlesini okuyunca yarım saat dinlenmek istiyorum.
- Sanırım biri, "Anlaşılmaz yaz, işin sırrı bu" diye öğüt vermiş kendisine.
- "Birbirimize ilham perisi olduk" yerine "Birbirimize muse olduk" yazmış. Te Allah'ım ya...
- "Harmoni" kelimesini yazarken dudaklarında kesin entel bir kıvrım oluşmuştur.
- Sözüne güvendiği biri kendisine "Kasma bu kadar, değmez" demiyor mu acaba?" Yani sen "İmge" de..
"Aforizma" de.. Hem de okur düzeyi Orta 2 terk olan bir halk gazetesinde de. Ama sevgili sanatçı eşine, kendisi de sanatçı olan bir kadının bir "Muse, harmoni" demesine öfkelen ve ağzına geleni say, köşe yazısı olsun?.
Olacak şey mi?.
Kaldı ki, Sevgili Ahmet!. Sen Beren'i tanır mısın?.
İki çift laf etmişliğin var mı?.
Olsaydı, o kızın entelektüel düzeyinin çok yukarılarda olduğunu bilirdin. Neleri okuduğunu, hangi filmleri izlediğini mesela..
İkinizi karşı karşıya getirip izlediğiniz filmleri konuşmanızı isterdim, entel düzeylerinize seyirci karar versin diye..
***
Mahalleden bir kayıp daha: Oruç Aruoba!..
Ruşen Güneş'in kaybını yazmıştım dün, Ankara'daki lise yıllarımda, İçel Sokak'taki evimizin hemen sağında oturan komşumuzdu..
Yazımı bitirip yukarı çıktım ki, Oruç'u öğrendim. Ayni mahallede, ama bu defa hemen solumuzda oturan Oruç Aruoba da gitmiş. Oruç ufaktı o yıllar. Bizim oyunlara katılmaz, top kaçarsa koşar getirirdi, öylesi.. Sonra büyüdü, yazar oldu, şair oldu.. En önemlisi düşünür, filozof oldu.. Durun onu ve yakınlığımızı, 2001 yılında, iki yazar olarak aykırı düştüğümüz bir konuda yazdığım yazıyla anlatayım en iyisi...
*
"Popüler' olan, dolayısıyla 'çok satan' kitapları, ilkece, okumamisterseniz 'elitizm' deyin; ama, ilkem şu 'best-seller' deyimi itici benim için: Düz anlamıyla, 'en iyi satar' diye çevirirsek, bu iki nitelemenin yan yana bulunmasının, tarih boyunca -yalnızca edebiyat alanında da değil- nasıl bir yanlış içerdiğini, nasıl yanıltıcı olduğunu bildiğim için.*
Anneleri Muazzez Aruoba, ünlü kadın romancılarımızdandı. Şair ve filozoftu o da.. Kurthan'la ben çok severdik, Muazzez Teyzeyi.. Çünkü harika aşure yapardı, bize.. İkimize..
Babaları Fahir Aruoba, babamın en yakın arkadaşlarından. İkisi de sağ görüşlüydü ama, bizim bol solcu olan gurubumuzda, mesela Oktay Kurtböke, mesela Kurthan Fişek, kimin başı derde girse, ya babam, ya Fahir Amca gider kurtarırdı. Onların evlerinde bulunsa sorun çıkaracak, el konacak kitapları (Mesela Das Kapital) gene babamın, ya da Fahir Amcanın kitaplığında dururdu.
Başımız sağ olsun Çelik, İskender kardeşlerim!..
***
TEBESSÜM
Kentli genç adam, oldukça boş oto yolda hızla giderken bir buzağıya çarptı. Hayvan ölmüştü, etrafta kimseler yoktu ama, bırakıp kaçmayı kendine yediremedi. Etrafına baktı. Az ilerde bir çiftlik evi görünüyordu. Oraya doğru yürüdü ve tarlayı süren çiftçiyi gördü.
Konuştular. İnek yavrusu onundu. Şehirli genç, cebinden çek defterini çıkardı.
"Zararınızı ödemek isterim. Değeri nedir, yavrunun?."
"200 dolar" dedi çiftçi.. "Ama 6 yıl sonra 900 dolar olacak.." Adam "900 dolar" yazdığı çeki, çiftçiye uzattı.
"Buyrun çekinizi.. Ödeme tarihi 6 yıl sonra.."
SEVDİĞİM LAFLAR
Herşeyi yazarım da zamanı yazamam o yazar çünkü beni...
Oruç Aruoba