Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Sisli günlerde Carpe Diem!..

Karantina günlerinde, bugüne dek hiç izlemediğim kadar televizyon karşısında olduğumu biliyorsunuz.. Filmler, mini diziler ve her bölümü kendi içinde beni bol bol güldürecek komedi dizileri izliyorum.. Komedi dizileri yatma saatinde. İyi bir uyku çekmek için yatağa neşeli girmek gerek ya.
Korona'nın en iyi ilacı insanın kendini iyi hissetmesi.. Bunun ilk şartı da bilimsel.., Her gün düzenli, biyolojik saatinize uygun bir yaşam tablosu belirlemek ve uygulamak.
İşte benimki.. Sabah 08.00'de ayarlı radyomdan gelen müzik sesiyle uyanış. 09.30'a dek kahvaltı ve kapıdan aldığım gazetemi okuma. 10:00'a kadar hava iyiyse bahçede, değilse salonda oyalanma ve sabah kahvesi.
10.00'da alt kata, çalışma odama inip, bilgisayarın başına oturma ve bu yazıları yazma..
12.30- 13.30 arası, öğle yemeği..
Ondan ötesi, 19.30'da akşam yemeğimi saymazsanız, hep boş.. 23.30'da yatağa girdiğimi düşünürseniz, günde 10 saat boş zaman.. Hele cumartesi, pazar hepten boş..
Öyle olunca okumaya da, televizyona da çok ama çok vakit kalıyor..
Bir yandan NetFlix, bir yandan Beİn Connect'i karıştırırken farkına vardım ki, görmediğim, görüp de unuttuğum ne kadar film varmış.. Kemal Ankara'da, ben İstanbul'da araştırıyoruz.. Karşılıklı paslaşıp, her gün için hoş filmler buluyoruz..
Dün hoş bir tesadüf oldu.. Sizlere "Sisler arasında yaşamanın sırrı" başlıklı yazımda, "Virüsün, yarın ne olacağı ve ne yapacağını dünyanın en büyük uzmanlarının bile bilmediği korona günlerinde, yazı değil, yarını bile planlamayın. Günü yaşayın" demiştim ya..
Yukarı çıkarken günü yaşamanın evrensel deyişi "Carpe Diem" geldi aklıma.. "Yarın da onu yazarım" diye düşündüm.. Yemek.. Gazeteler.. Akşamüzeri hava soğuk, bahçeye çıkamayınca bir film izlemeye başladım.. Orda, öykünün kahramanlarından biri, ünlü Amerikan Edebiyatçısı Scott Fitzgerald'dan bir laf nakletmez mi?.
"Gelecek, ellerimizin arasından kayıp giden bugünlerdir.."
Dün yazdığıma bakın.. Bugün yazmaya karar verdiğime bakın ve arada, izlediğim filmde karşıma çıkan lafa bakın..
"Gelecek, ellerimizin arasından kayıp giden bugünlerdir.."
Peki kaçımız farkındayız, yarını beklerken elimizden kayıp giden onlarca, yüzlerce gün, bizim için hep "Gelecek" değil miydi? Nerde o gelecek yıllar şimdi?.
İşte "Yarın yazarım" dediğim gün, bugün oldu bile.. Ama benim için bugün.. Şu an siz göre dün!. Benim "Gelecek dediğim, sizin için "Dün" oldu bile. Oysa hepimiz ayni dünyada ve ayni zamanda yaşıyoruz öyle değil mi?
O zaman..
"Dünya üç gündür...
Dün, bugün ve yarın...
Dün geçti...
Yarının geleceği belli değil...
Öyle ise, bugünün kıymetini bil..."
Diyen şair haklı değil mi?.
Daha da ötesi.. Peygamber efendimiz buyurmuşlar. Yani hadis..
"Dün gitti gelmez Yarına itimat olmaz Bugünü nimet bil. O da gider gelmez!."
Latinlerden dünyaya armağan Carpe Diem sözü tam da işte bu. Türkçeye çevirisi "Günü Yaşa!." Dünya üzerinde bilinen 42 söylenişi var, ama ortak laf, Latince olanı.. Carpe Diem..
Araştırmışlar.. "Günü yaşamak" Mezopotamya'da, Sümerler'in Gılgamış Destanı'nda geçiyor ilk.. Zamanın bilgeleri, Gılgamış'a "Yas tutmayı bırak artık. Hayatı kucaklamaya başla" diyorlar..
Carpe Diem deyişini ilk kullanan ise Romalı şair Horatius..
"Tu ne quaesieris - scire nefas - quem mihi, quem tibi
finem di dederint, Leuconoë, nec Babylonios
temptaris numeros. ut melius, quicquid erit, pati!
seu plures hiemes, seu tribuit Iuppiter ultimam,
quae nunc oppositis debilitat pumicibus mare
Tyrhenum. Sapias, vina liques, et spatio brevi
spem longam reseces. dum loquimur, fugerit invida
aetas: carpe diem, quam minimum credula postero"
Görüyorsunuz.. "Carpe Diem" yani "Günü Yaşa" Horatius'un dizelerinin sonuncusunda.. Peki o dizelerin Türkçesi mi ne?.
Düz çevirisini şöyle yapmış Latince bilenler..
"Sormak yok -bilinmesi günahgelecek zamanı
Düşünme Leuconoei ne beni, ne kendini,
Ne de Babilli müneccimleri
Daha, uzun yılları tarih yapacak Jupiter,
Ya bu sonuncuydu, ya da yeni bir kış getirecek
Bu da Etrüskler'in sinirlerini dalgalandıracak
Kayalıkları kemiren Tiren Denizi'ne karşı
Hayat kısa, şarabı süz ve hikmetini göster, yırt gökleri
Konuşurken, zamanın kıskançlığı uçup gitmiş olacak
Anı yaşa, yarın da gelip geçecek; dün olacak."
Ama, ayni şiirsellik ve güzellikte de bir çeviri var. Oktay Rifat'ın dizeleri..
"Günahtır alınyazısını kurcalamak,
Yıldız fallarına güvenmek, Lekonoe;
Başa ne gelirse katlanmak, en iyisi.
Kayaları kemiriyor Tiren Denizi;
Belki yeryüzünde bu sonuncu kışımız,
Belki yaşanacak yıllar var önümüzde;
Bilgeliği elden komamak, en iyisi.
Mademki sonumuz ölüm, şarabını süz,
Uzak umutlara bel bağlamaya gelmez;
Konuşurken bile ömürden eksiliyor,
İnan ki gününü gün etmek, en iyisi."

***

Horatius ve Oktay Rifat'ı okurken, "Ölü Ozanlar Derneği/ Dead Poet Society" filmini hatırladım. Amerikan Film Enstitüsü tarafından "100 en büyük film" sözü arasına seçilen lafı yeni İngilizce öğretmeni John Keating'i oynayan Robin Williams, öğrencilerine haykırıyordu..
"Carpe Diem!. Günü yaşayın çocuklar. Günü yaşayın ki, hayatınızı olağanüstü yapabilesiniz!."

*

Corona yatına buyurur musunuz?..

Dostum Ali Kestaneci çekmiş, sahilde dolaşırken, kıçtan kara yapmış teknenin resmini.. Adına bakar mısınız?.
Daha doğrusu şöyle soralım..
Adı "Corona" olan tekneye buyurur musunuz?.
Oysa ne güzel isimdir o..
Corona " Zafer Halesi" demek. Sembolü de taç..
Şimdi bilmem biyoloji kitaplarında hala var mı?.
Biz bitkileri okurken, kitap "Taç Yaprakları" diye Türkçesini yazıyordu, corona yapraklarının..



Verilen bilgi de şöyleydi, aşağı yukarı..
"Taç yaprak, çiçeğin tozlaşmaya yardımcı olan dişi ve erkek organlarını koruyan renkli ve kokulu yapraklarıdır.. Rengi ve kokusuyla böceklerin ve kuşların ilgisini çeker."
Yani coronalar, o rengarenk görünüm ve hoş kokularıyla başta arılar çeşitli böcekleri çekerek, onların polenleri, yani üreme hücrelerini taşımasını sağlarlar.. Yani nesillerini devam ettirmek ve çevreye yaymak gibi bir kutsal görev yaparlar.
Peki, durmadan yeni türlere dönüşüp, durmadan yeni salgınlar yaratan bu korkunç virüsün adı niye corona o zaman?.
Görünüşü "Taç"ı andırmış, ilk keşfedene göre. Adam da "Corona" demiş işte..

*

...Ve Tevfik İleri!..

Yavuz Donat, dün Demokrat Partili bakan Tevfik İleri'yle ilgili bir Yassıada anısı nakletmiş. Mahkeme kararında onun hakkında "Sanık Tevfik İleri; Fatin Rüştü Zorlu gibi, sanık Celal Bayar ve Adnan Menderes'e bağlılığını ve tutumunu, duruşmanın sonuna kadar muhafaza ettiği ve değiştirmediği intibaını vermiştir" diye yazmış, yargıçlar.
Yavuz "Peki ne yapmalıydı" diye soruyor.. Okurken aklıma geldi. Bu sütunda daha önce de nakletmiştim galiba. Bir Tevfik İleri anısı da benden..
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün, İnönü Savaşları sırasında top seslerinden kulakları zarar görmüştü, pek iyi duymazdı. Sanata çok meraklı İsmet Paşa, Büyük Tiyatro'daki oyun ve operaları kaçırmazdı.
Son yıllarda ben de şahit oldum. Mevhibe Hanım'la el ele oturur ve tüm temsilleri izlerlerdi.
Ankara Devlet Tiyatrosu, her galaya gelen İsmet Paşa'ya jest düşündü. Büyük Tiyatro'da özel bir koltuk yaptırdılar. Kordonlu bir kulaklık vardı koltukta. Paşa gelince kulaklığı takıyor ve oyunu rahatça izliyordu artık.
1950 seçimlerinde CHP kaybetti, DP kazandı. Tevfik İleri Milli Eğitim Bakanı oldu. İlk işi de, o zaman Milli Eğitim'e bağlı olan Devlet Tiyatrosu'na "O koltuğu kaldırın" emrini vermek oldu.
Ertesi gün, adı hala, Bab-ı Ali'nin en usta kısa fıkra yazarları arasında anılan Bedii Faik'in "Bir Damla"sını okuduk.
"Sayın Basın Savcısı,
Bana yasalarımıza göre suç sayılmayan en ağır hakareti söyle, onu Milli Eğitim Bakanı için yazayım."

*

Seyhan Karabay!..

Tüm şikayetlere rağmen, Cem Karaca'nın belki de en ünlü, en söylenen şarkısı Namus Belası'nı bir kez bile ekrana getirmeyen TRT Müzik "Resimdeki Gözyaşları"nı ezberletti adeta.
Orada üç kişi görülür. Ortada Cem.. İki yanında iki gitar.. Sağındaki bas gitar Seyhan Karabay'dır işte..
Çok sevdiğim dostum, arkadaşım, kardeşimdir. Modern Folk Menecerliği yaptığım günlerde sık sık rastlaşır, hele İzmir Fuarı'nın o efsane yıllarında, bir başka efsane Büyük Efes'in havuzunda buluşurduk hemen her gün. Şimdi ne o fuar kaldı İzmir'de ne de o efsane Büyük Efes!.
Genç yaşta müziği bıraktı. Bodrum'a yerleşti. Orada tekne kiralama işleri yapmaya başladı.
Çok hoşsohbet, çok cana yakın bir insandı Seyhan.. "..dı" diye yazıyorum. Korona haberleşmeyi de öldürdü.
Dün tesadüfen, öğrendim. Seyhan'ı 12 Nisan'da kaybetmişiz meğer..
En son, iki yaz evvel Bodrum Marina'da Barış'ın barında görmüştüm onu. Daha doğrusu o beni görmüş, koşup masamıza gelmişti.
Hayır, koronadan değil, sarılıktan gitmiş Seyhan 74 yaşında.. Ortamda Seyyal Taner'den başka üzüleni çıkmışsa şaşarım. Tek satır çıkmadı da, 1.5 aydır.
Başın sağ olsun Seyyal!..

*

Tebessüm

Kanguru hayvanat bahçesindeki barınağından durmadan kaçıp duruyordu. Hayvanın zıplama yeteneğini bilen bahçe yetkilileri, çevresindeki çiti 5 metreye çıkardılar. Ertesi sabah kanguru gene dışarıdaydı. 10 metre yaptılar. Sabah kanguru gene dışarıda. 20 metre yaptılar. Ama gene dışarıdaydı kanguru, ertesi sabah..
Görevliler çiti yeniden yükseltirken, bitişikteki deve, kanguruya yaklaştı ve sordu..
"Bu çiti daha kaç metreye kadar yükseltecekler, dersin?."
Kanguru omzunu silkti..
"100 metreye kadar yolu var. Tabii biri gece giderken kapıyı kapatmayı akıl etmezse..."

*

Sevdiğim Laflar

"Olumsuz insanlardan uzak durun. Zira her çözüm için bir problemleri vardır."
Albert Einstein

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA