Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Maksim Gorki’den bir öykü... Vicdanımdaki Leke

Her insanın vicdanında bir leke vardır. Benim de vicdanımda böyle bir leke var.
Ama insanların çoğu ruhlarının yüzünü örten bu süslere karşı çok ilgisiz davranırlar.
Onlar bu lekeyi, sanki sırtlarında kolalı bir gömlek taşır gibi kolayca taşırlar.. Oysa ben bu çeşit gömlekler giymiyorum. Galiba da bunun için, vicdanımdaki leke bana büyük bir ağırlık veriyor. Kısacası ben, günahımı itiraf etmek istiyorum.
İşte kalemi elime alıyor ve uzun zamandan beri yüreğimi ezen o kara lekeyi, fırçayla temizler gibi ruhumun üzerinden temizlemek istiyorum.

*

Bütün bunlar, neşeli bir mayıs günü, sokakta başladı. O gün dolaşırken ortaokul öğrencilerinden tanıdık bir kıza rastladım. Kızın adı Lizoçka idi. Lizoçka'nın çok neşeli ela gözleri vardı. Ama şimdi bu gözler üzüntülüydü. Ona rastladığım zaman pembe, zarif ve canlı yüzü, cansız ve solgundu.
"Günaydın Lizoçka," dedim, "kukla bebekleriniz nasıl?"
"Günaydın!" diye cevap verdi.
Sesinde gözyaşlarını fark etmiştim. Sanki korkuyla sordum:
"Kızım, sana ne oldu?"
Onu sevdiğimi itiraf ederim. O da bu sevgime, on iki yaşının bütün gücüyle ve tutkusuyla karşılık veriyordu. Ben o zamanlar henüz elli üç yaşındaydım.
"Bize...Yine bir kompozisyon ödevi verdiler."
"Kompozisyon ödevi mi?... İyi de konu o kadar hazin mi ki, daha yazmadan ağlamaya başladınız?"
"Size göre hava hoş," dedi. "Sizi kompozisyon yazmaya zorlamıyorlar."
"Ne yazık ki, Lizoçka, bizi de zorluyorlar.
Yalnız aramızda şu fark var: Sizi öğretmeniniz zorluyor, bense yaşamak için yazmak zorundayım. Bunlardan hangisinin daha kötü olduğunu tartışmayacağım. Ama üzülmeyiniz canım, sizin yerinize ben yazarım. Konu nedir?.."
"Su... Suyun Doğa ve İnsan Yaşamındaki Önemi...Yazacak mısınız? Hem de 5 alacak?"
"Çalışacağım. Hem de aferinli olmak şartıyla..."
"Sonra bebek oynamaya gelir misiniz?"
"Yazdıktan sonra mı? Herhalde gelirim.
"Hoşça kalın. Ne sevimlisiniz!..."
Lizoçka yanımdan ayrıldı.
Ben, biraz da bu işin ehli olduğum için Lizoçka'ya ödevini yazmayı böyle çabucak teklif etmiştim. Bir keresinde lise beşinci sınıf öğrencilerinden bir kıza Skalozub ile Molçalin'in Karakterlerindeki Olumlu Noktalar konusu üzerine yazdığım ödev için 2 vermişlerdi. Yine bir başka kez lise beşinci sınıf öğrencilerinden birisine Anaya Babaya Saygı Göstermenin Yararları konusu üzerine yazdığım bir ödeve 1 vermişlerdi.
Bunun için yapacağım işi biliyordum. Ama yine de düşünmeye başladım. Lizoçka'nın tam not almasını istiyordum. Beş'ten aşağı olmasın diye nasıl bir ödev yazmalıydım?
Biraz düşündükten sonra, şu kararı verdim:
Ödevi yazmadan önce, koca bir adam olmadığımı, kırmızı yanaklı on iki yaşında minimini bir ortaokul öğrencisi olduğumu iyice hatırımda bulundurmalıydım.
Öğretmen, öğrencisine bir ödev verirken öğrencinin bu konu hakkındaki bilgisini, onun psikolojisini, üslubunu, sonunda kompozisyon üzerine olan görüşlerini de hiç kuşku yok, hesaba katmaktadır. Bunun böyle olduğu muhakkaktır. Demek ki ben elden geldiğince bir çocuğu taklit etmeye çalışacaktım. Çok güzel.
Eve geldikten sonra bir kanepeye uzandım, bir sigara tellendirdim. Hiç de uyumaya niyetim olmadığı halde uyudum.
Ödev, cumartesi için verilmişti. Benimse daha iki günüm vardı. Ertesi gün de ödevi yazamadım.
Son gün geldi, çattı. Su... Suyun Doğa ve İnsan Yaşamındaki Önemi konulu ödevi yazmak üzere masamın başına geçtim. Başım çok ağrıyordu. Ama buna karşın ödevi yazdım.
Bitirdikten sonra okudum. Ama hiçbir şey anlamadım. Herhalde bir çocuk yazısını çok iyi taklit etmiş olacaktım. Bundan ötürü de öğretmeni iyice memnun edeceğime karar vererek ödevi Lizoçka'ya götürdüm.
Lizoçka beni büyük bir sevinçle karşıladı.
"Hazır, ha!" dedi. "Ne kadar iyi!... Beş numaralık mı yazdın? Herhalde beş numaralık. Tabii... Siz yazar değil misiniz?...Haydi şimdi bebek oynayalım."
Gittik, bebek oynadık. Sonra ben eve döndüm. Gece çok rahat bir uyku uyudum.

*

Pazar günü Lizoçka'ya gittim. Beni annesi karşıladı. Gözleri, iki tabanca namlusu gibi bana çevrilmişti.
"Siz misiniz beyefendi hazretleri?" diye sordu. "Siz ha?... Siz yazar, siz edebiyatçı ha?! Dediklerimi duyuyor musunuz? Kızıma ne yaptığınızı biliyor musunuz?"
"İzin veriniz de ne yaptığımı anımsayayım!..."
"Gelin de ona bir bakın!"
Odaya girdim ve gördüm. Lizoçka yatakta yatıyordu. Zavallı kız avazı çıktığı kadar ağlıyordu.
"Lizoçka!..."dedim.
"Ahhh...Anne!..."diye haykırdı."Kapıcı Matvey'e söyle de bu adamı bıçakla mı, baltayla mı, neyle olursa olsun, öldürsün!
Öldürün bu adamı!..." Bu, gerçekten şaşılacak bir şeydi.
"Ne olduğunu bana lütfen anlatınız," dedim.
"Kızımı bütün öğrenciler arasında gülünç bir duruma düşüren, ona sıfır aldırtan şu iğrenç kompozisyonunuzu alınız da..." Kompozisyonu ihtiyatla aldım. Cebime yerleştirerek evime yollandım. Eve gelir gelmez ödevi okudum.
İşte siz de okuyun:
"Su... Suyun Doğa ve İnsan Yaşamındaki Önemi
Su, ıslak bir sıvıdır. Yeryüzünde peyda oluşu, tarihten önceki zamanlara rastlar. İlk zamanlar dünya daki su çok azmış. Ama Tanrı'nın emir ve iradesiyle büyük bir tufan olmuş. Bunun sonucu olarak yeryüzündeki suyun miktarı karalardan da fazla olmuş. O zamandan beri dünyadaki su hiç bir tarafa akmaksızın bataklıklarda, göllerde, denizlerde toplanmaktadır. Su, alçak yerlerde birikir ve durur. Sıvı halinde olduğu için yüksek yerlerde tutunamaz! Suyu bir dağın tepesinden dökecek olursak, kısa bir süre sonra tümüyle aşağıya akar. Bunun içindir ki dağ etekleri, daima denizlerle, göllerle, bataklıklarla çevrilidir.

Suyu bir portakal üzerine dökecek olursak orada durmadığını, kayıp gittiğini görürüz. Oysa dünya da bir portakal gibi yuvarlak olduğu halde dünya üzerindeki sular kaymamakta ve durabilmektedir.
Bütün ırmaklar yukarıdan aşağıya doğru akar... Çünkü onlar da sıvıdır ve yüksek yerlerden kök alırlar. Hatta suyu bir döşeme üzerine bile döksek, daha alçak yanlara doğru aktığını görürüz.

Suyu yağdan ayırt etmek çok kolaydır.
Çünkü su, yazın donmaz!... Oysa yağı mahzene koyacak olursak yazın da donar. Öteki yağlara göre zeytinyağı suya daha çok benzer.
Bataklıklardaki sular kirli, denizlerdeki sular tuzludur. Bundan ötürü içilmezler. İçmeye yarayan sular ırmak sularıdır. Bunlar ancak, borulu sular bulunmadığı zamanlar içilir.

Su içmek zararlıdır, çünkü insan kendisini üşütebilir. Çay, kahve, kvas içmek daha yararlıdır. Su ulaşım yolu olarak da yararlıdır.
Suları çok olan devletler çok gelişmiş ticaretleriyle göze çarpmaktadırlar. Eski Finikeliler ve Yunanlar, şimdiki İngiltere bu çeşit devletlerdendir.

Suyun üzerinde yürünemez!... Çünkü su sıvıdır. Ayaklar altında dağılarak insan batar.
Su yazın, doğada yağmur halinde görülür.
Çamur da bu yüzden olur. Yağmur yağdığı zaman ilkin damların üzerine düşer!...Oradan da küçücük seller halinde toprağa akar.
Yağmur yağdığı zaman büyükler, ayaklarında lastik, ellerinde şemsiye olduğu halde dolaşırlar.
Çocuklar ise evde otururlar. Tabii bundan ötürü de canları sıkılır.

Kışın yağmur donar ve kar halinde toprağa düşer!... Bundan ötürü de soğuk olur.
Su ile sabun köpürtüldüğü zaman çok güzel sabun baloncukları yapılabilir. Sabundan baloncuklar yapmak için biraz sabun, su içinde eritilir. Sonra da bir saman çöpü ile üflenir.
Yalnız üflerken dikkatli davranmak gerekir.
Bir insan terli olarak su içecek olursa kendisini üşütebilir. Suda yıkananlar, boğulanlar da vardır.
Böylece suyun doğada ve insan yaşamında çok önemli bir rol oynadığını açıkça görüyoruz.

Yelizaveta Piyonova."
İşte benim yazdığım kompozisyon. Okuduktan sonra, ne yalan söyleyeyim, yazdıklarımdan memnun kaldım. Çünkü bu yazı, tam bir ortaokul öğrencisi üslubuyla yazılmıştı.
Çocuk psikolojisine yabancı olduğu da iddia edilemezdi.
On iki yaşlarındaki bir kızın, Finikelilerin ticaretinden çok sabun köpükleriyle ilgileneceğini biliyordum.
Bunun için de suyun kültüre yaptığı hizmetten çok sabun köpükleri üzerinde durmayı yeğlemiştim.
Ben şarabın sudan daha iyi olduğunu kanıtlamaya kalkmadım. Oysa bunu çok iyi yapabilirdim. Ben, on iki yaşındaki bir ortaokul öğrencisinin bilemeyeceği şeyler üzerine bir sözcük bile yazmadım. Bana öyle geliyor ki, ben, bu yaştaki bir kızın bileceği her şeyden söz ettim. Bilmem ki, şu sayın öğretmene ne demeliydim?
On iki yaşındaki bir kıza böyle bir ödev yazmayı bir de o denesindi!
Bu adam kızıma niye sıfır vermişti?
Bu sayın kişiyle görüşmeye karar verdim.

*

Öğretmenle görüşmeye gittiğim zaman karşımda uzun suratlı, zayıf bir adam gördüm. İki ayağı üzerine kalkmış bir kertenkeleyi andırıyordu.
Ona;
"Beyefendi," dedim, "ben, ortaokul öğrencilerinden Yelizaveta Piyonova'nın yazdığı Su... Suyun Doğa ve İnsan Yaşamındaki Önemi konulu ödevin yazarıyım.!" Öğretmen dehşetle bağırdı:
"Bunu itiraf etmeye utanmıyor musunuz?..."
"Ben sizinle kendim için konuşmaya gelmedim.
Amacım Piyonova'ya niçin sıfır verdiğinizi öğrenmektir."
Öğretmen güvenle karşılık verdi:
"Ödevi için verdim."
"Bu ödevin neresi hoşunuza gitmedi?..."
"Baştan başa saçma!.."
Yanıma bir silah almadığıma acıdım.
Bu öğretmeni, büyük bir sevinçle, top mermisiyle öldürebileceğimi hissediyordum. Gene de ona yine sakin karşılık verdim:
"Beyefendi," dedim, "siz galiba doğada ağaç olmadan orman yetişebileceği kanısındasınız!
Siz öğrencinizden su ve doğa üzerine açık bir fikir istiyorsunuz!... Ama sayın efendim, öğrencinizin doğayla en küçük bir ilişkisi bulunmadığını bilmem farkında mısınız? Liza kagir bir evin ikinci katında oturmaktadır. Onun evinden doğaya olan uzaklık pek büyüktür. Sizin de bileceğiniz üzere doğa kentlerin dışında bulunur. Liza'nın anasıyla babası, kızlarını doğayla tanıştırmak konusunda henüz hiçbir şey yapmamışlardır.
Buna emin olunuz ki, Piyonova doğanın nerede bulunduğunu, ne olduğunu size anlatacak bir durumda değildir."
"Tuhaf!... Bu gerçekten çok tuhaf. Pekiyi, sizin amacınız ne?"
"Piyonova'ya bir başka konu veriniz! Bundan sonra onun ödevlerini yazmayacağıma size yemin ederim."
"Bir başka konu mu? Şu olabilir. Bu kez de Deniz ve Çöl konusunu yazsın!"
Ben yalvarırcasına öğretmenin yüzüne baktım.
"Deniz ve Çöl..." diye tekrarladı, "güzel bir konu." Ben can sıkıntısıyla cevap verdim:
"Ama efendim," dedim, "kız ömründe ne bir deniz görmüştür, ne de bir çöle gitmiştir."
"Bu kız hiç de gelişmemiş! Öyleyse Doğanın Etkisi konulu bir şey yazsın!" "
Yine doğa..."
"Haklısınız. O zaman, Baltık Denizi ve onun Ekonomik, Politik, Kültürel ve Ticari Durumu üzerine bir şey yazsın!..."
"Kızcağız bu çocuk yaşında henüz politika ticaretine alışmadı ki, a efendim!..."
"Bu kız da ama geri kafalı imiş ha!... Peki, ona ne versek acaba? Çatski ile Hlestakov'un Karakterleri Arasında Ortaklaşa Noktalar Nelerdir? bunu yazsın!" Bütün insanlar gibi ben de bir dereceye kadar yumuşak başlı ve insan severim.
Bununla birlikte, ben bunu kendimi mazur göstermek için söylemiyorum. Ancak günahımı itiraf etmiş olmak için söylüyorum.
Öğretmenin odasında çini bir soba vardı. Sobanın üst yanında bir hava deliği bulunuyordu. İşte öğretmeni kendi kravatıyla bu deliğe bağladım ve onu oracıkta asıverdim.
Asılan öğretmen ayağa kalkmış kertenkeleye olan benzerliğini ancak kaybetti. Ama bunun dışında kimsenin hiçbir şey kaybetmediğini sanıyorum.
İşte bütün söylemek istediğim bu kadardır.

***


Pazar Neşesi

Temel yaşlanan karısının artık eskisi gibi duyamadığını düşünüyordu. Belki de, bir kulak doktoruna götürüp, duyma cihazı almalıydılar.. Tamam da bunu Fadime'ye nasıl söyleyecekti.
Önce doktora gitti. Derdini anlattı.
"Kolayı var" dedi, doktor. "Evde sen bir test yapıp, duyup duymadığını kontrol edersin.
Sonra durumu eşine anlatır, alır bana getirirsin.
Bir kulaklık takarız.." Sonra testi anlattı. Temel önce 30, sonra 20, sonra 10, sonra 5, sonra 2 metreden normal sesle bir soru soracak ve karısının kaç metreden cevap verdiğini gelip doktora söyleyecekti.
Temel eve koştu. Daha bahçedeyken, açık mutfak penceresinden Fadime'yi gördü.
30 metreyi tahmin etti ve normal sesle sordu.
"Akşama ne var, hanım?." Cevap yok..
20 metreye geldi.
"Akşama ne var, hanım?." Cevap yok..
10 metreye, 5 metreye geldi.
"Akşama ne var, hanım?." Cevap yok..
En son 2 metreye geldi.
"Akşama ne var, hanım?." Gene cevap yok..
İçeri girdi. Karısının tam arkasında durdu ve sordu..
"Fadime akşama ne var?."
"Allah kahretsin Temel" diye bağırdı Fadime, "Beş defadır, 'Tavuk' diye bağırıyorum sana.. Sağır mısın?."

Latin Sözleri

"Docendo discitur."
"Öğreterek öğrenilir!
Seneca

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA